Tevekkül (ar. i.)
Arabça “vekâle” kelimesinden türetilmiş bir masdar olup Allah’a sığınmak, O’na güvenip dayanmak, bağlanmak manâsına gelen dini bir tâbirdir.
İslâm âleminde rızkı, şifâyı, başarıyı vs. nimetleri Allah’tan beklerken esbâba tevessülü, yani nimete ulaşmak için çalışıp gayret göstermeyi Tevhîd ve Tevekküle aykırı gören müfrit tasavvufi görüşler bulunmuş ve bu görüşler zaman zaman müslüman toplumlar arasında yaygın bir telakki halini almış be de, Kur’ân âyetleri ve Peygamber’in Sünneti ile Kur’ân ve Peygamber terbiyesinde yetişmiş olan Sahâbe’nin hayatı birlikte ve bir bütün olarak değerlendirilecek olursa Tevekkülün “iş ve aksiyonu terketmek” şeklindeki yorumunun, İslâm’ın genel prensiplerine ve esprisine aykırı olduğu kolaylıkla anlaşılır. Nitekim, müsteşrik R.A. Nicholson da, şahsi teşebbüs ve hareketi terketmek şeklindeki Tevekkül anlayışının müslümanlar arasında Hıristiyanlık tesiriyle ortaya çıkmış olabileceği görüşündedir (bk. İslâm Ansiklopedisi, Tevekkül mad.).
Şüphesiz ki Tevekkül, İslâm’ın tevhîd akidesinin bir gereği ve kulun Allah’a olan samimi iman ve teslimiyetinin zarurî bir ifadesidir. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de “Eğer iman etmiş iseniz, samimi müslümanlar iseniz, o halde Allah’a tevekkül ediniz.” buyurulmuştur (K.10/84) ve buna benzer daha başka âyetler de vardır. Fakat öte yandan Kur’ân, her şeyin bir sebebi olduğunu (K.18/84) insanın ancak kendi çabasının karşılığını bulabileceğini (K.53/39) açıkça belirtir. Devesini evin önüne salıvererek Allah’a tevekkül ettiğini söyleyen bir ziyaretçiye karşı Peygamber’in şu sözü, onun Tevekkül anlaşının son derece net ve kesin ifadesidir: “Önce hayvanı bağla, sonra Allah’a tevekkül et!” Şüphesiz ki, Allah’a tevekkül etmekte Hz.Muhammed (s.a.v.)’in üstüne yoktur. Bununla beraber o, Tevekkül akidesini hareketsizlik ve atâlet ile değil iş ve aksiyonla birleştirmiş, rızkı, başarıyı, zaferi ve her tiirlünimet ve güzel akıbeti, Allah’tan evinde oturarak bekleme yerine hayat alanında mücadele vererek beklemiş onun yolunu harfi harfine izlemeyi ihmal edilemez bir vazife telakki eden Sahabe nesli de yalnız kalbleriyle değil, aynı zamanda işleriyle de Allah’a dayanıp O’ndan yardım beklemek şeklindeki Tevekkül anlayışları sayesinde, bir yandan devrin en güçlü ordularını yenerek İslâmî kıt’alar ve milletler dinî haline getirirken, diğer yandan, neredeyse zekât verecek fakirleri kalmayacak kadar zenginleşmişlerdir.