Türkçe
Türk milletinin konuştuğu dilin adı. Konuşma dili olarak Türkçe’nin ta Milat’tan önceki asırlara kadar uzandığı tahmin ediliyorsa da, yazı dili olarak bugün elde bulunan ilk örnekler M.S. 8. yüzyıla aittir. Bu ilk yazılı örneklerden anlaşılacağı gibi, Türkçe bu metinlerde çok gelişmiş bir yazı dili halindedir; Türk dilinin bu kıvraklığı kazanabilmesi için birkaç yüzyıllık bir hazırlık döneminin bulunması gerekmektedir. Türkçe, yer yüzündeki dil âileleri arasında ancak çok küçük bir grup teşkil eden, Ural-Altay dil ailesi içinde yer alır ve yapı bakımından da kelime kökleri sonlarına ek alan eklemeli bir dildir.
M.S. 7. yüzyıldan itibaren Orta Asya’da büyük kuraklıktan sonra batıya doğru dünyanın çeşitii bölgelerine ve daha çok Orta Doğu bölgesine yayılmış bulunan Türk milletinin konuştuğu Türkçe, bazı lehçe farklılıkları gösterir. En eski edebî Türk lehçeleri başlıca üç gruba ayrılır: 1) Orhun yazısı ile yazılmış Kuzey Türkçesi veya Göktürkçe, 2) Turfan bölgesinde örneklerine rastlanan Güney Türkçesi, 3) İkisi dışındaki kırma lehçe. Türkler 10. yüzyıldan itibaren İsiâmiyeti kabul etmeye başladıktan sonra, Kuzey Türkçesinir. devamı sayılabilecek Oğuzca ile, Güney-Uygur lehçesinin devamı olarak görünen Hakaniye Türkçesi 11. ve 12. yüzyılın hakim dilini meydana getirir.
Tarihî yazı dili olarak ise Türkçe başlıca iki devre gösterir: 1) M.S. 1-13. yüzyıllar arasındaki Eski Türkçe Devresi; 2) 13. yüzyıldan bugüne kadar uzanan Batı Türkçe Dönemi. Daha çok Anadolu sahasında gelişen Batı Türkçesi ise kendi içinde başlıca üç devrede ele alınmaktadır: 1) Eski Anadolu Türkçesi (13. – 15. yy.): 2) Osmanlıca devresi (15.-20. yy.); 3) Türkiye Türkçesi devresi (1908 İkinci Meşrutiyet’inden bugüne kadar uzanan devre).
Bu devrelerden Türkiye Türkçesi, bugün tam bir özleşme, güzelleşme ve gelişme halinde bulunmaktadır. Yine bu devrede, daha önce mevcut olmayan, yazı dilinin mümkün mertebe konuşma diline yaklaştığı görülür. İstanbul Türkçesi adı verilen dil ve imlâda birlik sayesinde de, bilhassa Cumhuriyeti takip eden yıllarda dilde bir gelişmeden bahsedilebilir. Bazı gayretler sonuca ilk Türkçe gramerin 1851’de, ilk Türkçe sözlüğün de ancak 1879’da yazıldığı görülür. Özellikle 1908 II. Meşrutiyet inkılâbını takip eden yıllarda yayın organlarının çokluğu, okur-yazar oranının artması ile Türkçenin bünyesinde de bazı tabii gelişmelerin ortaya çıktığı, en azından birkaç sahife tutan uzun ve tumturaklı cümlelerin terkedilip, yerlerine kısa, özlü ve anlaşılabilir cümlelerin geldiği görülür. Cumhuriyeti takip eden yıllarda ise Yahya Kemal, Reşat Nuri, Halide Edip, Falih Rıfkı, Ruşen Eşref, Hüseyin Rahmi, Necip Fazıl, Orhan Seyfi, Faruk Nafiz, Abdülhak Şinasi, Asaf Hâlet Çelebi, H. Tanpınar gibi sanatkar yazarlar elinde Türkçenin bir cevher gibi işlendiği ve zarif bir şekle girdiği gözden uzak tutulamayacak bir hakikattir. Türk yazı dilinin bugünkü sade, anlaşılır, bir musiki parçası gibi zevkle dinlenebilir şekline, hiç şüphesiz yukarıda adlarını saydığımız değerli şâir ve yazarlar sayesinde ulaşmıştır.