Vahiy (ar. i.)
Arabçâ lügatte Vahy kelimesi, öğretme maksadıyla başkasına ilka edilen şey, yazılı belge, risale,ses, fısıltı, bildirmek, tefhim, ilham dol manâlar ifade etmektedir. Daha özel olarak Allah’ın Peygamberlerine ilka ettiği şey manâsında kullanılmaktadır.
Bir ıstılah olarak vahiy, Allah’ın peygamberlerine mesajını iletme şekil ve metodlarının tümünü ifade etmektedir. Bu konuda bir âyet-i kerîmede şöyle buyurulmuştur: “Allah bir insanla ancak vahiy yoluyla veya perde arkasından konuşur, yahut bir elçi gönderip izniyle ona dilediğini vahyeder. O yücedir, hakîmdir .” (K. 42/51). Âyette zikri geçen perde arkasından konuşmak, bir elçi göndermek, ki bu elçi vahiy meleği Cebrail’dir. şekilleri de yine vahyin çeşitleri arasında yer almaktadır. Vahyin kalbe ilham veya rüyada gerçekleşen şekilleri yanında Hz. Musa’da olduğu şbi bir mania (perde) arkasından kelâm işitmek suretiyle de vaki olduğu ifade edilmektedir.
Vahy’in ne şekjlde bir hadise olduğu ve bu hadisenin keyfiyyet ve mahiyeti, ancak bu olayı yaşamış bulunan peygamberler tarafından bilinebilecek bir haldir. Allah ile peygamberleri arasında gerçekleşen bu olay hakkında bilebildiklerimiz, vahiy sırasında peygamberlerde müşahede edilen hârici tezahürler ile bizzat peygamberin bu olay hakkında verdiği bilgilerden ibarettir. Peygamberlik müessesesinin varlığını kabul ve itiraf, mutlak manâda bir iman meselesidir. İman ise bilginin bittiği yerde başlamakta ve türlü isbat sınırlarının dışında kalmaktadır. Kur’ân-ı Kerîm’de çeşitli ayetlerde ifade buyurulduğu gibi ancak “Gaybe iman edilmekte, âlem-i gayb imanın mevzuu olmakta, şâhidler âlemi dediğimiz, duyuiur dünya ise iman edecekler için bazı İmkanlar taşımaktan öte bir manâ ifade etmemektedir. Meseleye bu açıdan yaklaşıldığı takdirde, mücerred bir iman mevzuu olan “Peygamberlik müessesesi” ve bu müssesenin bir unsuru olan vahiy, iman sınırları içinde kalmakta, herhangi bîr pozitif izah ve isbata ihtiyaç bırakmamaktadır.
Peygamberlik ve vahye inanan kişiler peygamberlerin bu hüvviyetj taşıyan şahıslarına iman edebilmektedirler. Peygamberlik ve vahye inanmayan bir şahsın Hz. Muhammed’in, Hz. İsa’nın, Hz. Mûsâ’nın peygamber olduklarına inanması mümkün değildir. Onlara göre bu zevat birer büyük insan, lider, devlet adamı gbi vasıflardan başka bir vasıf taşımamaktadırlar. Peygamberliklerinin isbatı olan mucizeleri bile bu açıdan çeşitli izah ve tevillere tâbi tutmaktadırlar.
Vahiy konusu peygamberliğe bağlı bir iman mevzuu olduğuna göre vahiy hadisesinin psikoloji ve parapsikoloji ile ister misbet manada, isterse inkâra götüren menfi manada isbat ve izahlara tabi tutulması, inanmayanları imana götürmeyeceği gibi inananları da şüpheye ve inkâra götüremeyecektir.
İslâm inançları bakımından vahiy hakkında bildiklerimiz daha önce de ifade edildiği gibi peygamberimiz Hz. Muhammed’e vahiy gelmesi sırasında ashabın müşahede ettiği hârici tezahürler ile bizzat peygamberin yerdiği bilgilerden işarettir. Bu konuda Hz.
Peygamber bir hadîsinde şöyle buyurmaktadır:
”Âişe şöyle demiştir: Hâris b. Hişâm Rasûlüllah’dan: Yâ Rasûlullah, sana vahiy nasıl gelir? diye sordu. Rasûlullah buyurdu ki: Zaman zaman bana çıngırak sesi gibi gelir ki bana en ağır geleni de budur. Benden o hal gider gitmez (meleğin) bana söylediğini iyice bellemiş olurum. Zaman zaman da melek bana bir insan kılığında görünür. Benimle görüşür. Bende söylediğini iyice bellerim
Âişe der ki: Rasülullah’ı, soğuğu pek şiddetli bir günde kendisine vahiy nazil olurken görmüşlüğüm vardır. İşte öyle soğuk günde bile kendisinden o hal geçtiği vakitte şakaklarından şapır şapır ter akardı ” (Tecrid ter. 2 nolu hadîs),
Vahiy sırasında peygamberde müşahede edilen halleri nakleden müteaddid sahîh rivayetlerden anlaşıldığına göre, ister uykuda rüya şeklinde olsun isterse uyanık bulunsun,o sırada peygamber rahatsız olmakta ve yorgun düşmektedir. Üzerine büyük bir
ağırlık çökmekte hatta o sırada deve üzerindeyse deve çökmekte, kolu veya dizi kime değiyorsa o şahıs büyük bir ağırlık ve tazyik altında kalmaktadır. Mübarek yüzü kül gibi solmakta, terleme, titreme ve şiddetli nefes alma gibi haller müşahade edilmektedir . Bu sıra bazen etrafında bulunanlar arı vızıltısına benzer bir ses işitmekteydiler.
Bu haller geçtikten sonra Hz. Pey-gamber’de aldığı vahiy konusunda son derece berrak, net ve kesin bir bilgi hasıl olur ve bu suretle nâzil olan âyet ve sûreleri etrafında bulunan vahiy kâtiplerine yazdırırdı.
Hz. Peygambere gelen vahiy şekillerini yedi kısımda mütalaa etmek mümkündür:
1- Sâdık rüyalar, Hz. Peygamberte gelen ilk vahiy önce rüyada vaki olmuş ertesi gün aynen gerçekleşmiştir. İslâm inançlarına göre kesin bilgi ifade eden sadık rüya sadece peygamberlerde olmaktadır. Peygamberlerin dışındaki zevatın gördüğü rüyaların, özel ifadesiyle sâdık rüya olmadığı, kesin bilgi ifade etmediği ve başkası için delil teşkil etmediği konusunda Ehl-i Sünnet âlimleri müttefiktirler. Hz. Peygamberin gördüğü rüyalar Sâdık Rüya olmakta ve mutlaka gerçekleşmektedir.
2- Peygamber uyanık iken Cebrail Peygamber’in kalbine vahyi ilham eder ve bu sırada bu ilhamın Allah’ın vahyi olduğuna dair kesin bilgi hasıl olurdu
3- Cebrail insan suretinde görünüp Hz. Peygamberle konuşarak vahyi tebliğ ederdi. Buhârî ve Müslim’de yer alan meşhur Cibril Hadîsi’nde olduğu gibi Cebrâil Dihye b. Halife el-Kelbi kılığında geldiği gibi başka suretlerde de gelmiştir.
4- Cebrail’in çan çıngırtısına benzer bir sesle vahiy tebliğ etme şekli ki hadîste beyan edildiği gibi en zor ve yorucu olan şekil bu idi.
5- Cebrail’in bizzat kendi şekli ile Hz. Peygamberte görünerek vahiy tebliğ etmesi. Bu şekilde vahiy iki kere gerçekleşmiştir. Birincisi peygamberliğin başlangıcında Hıra dağında olmuştur. Peygamber Cebrail’i görünce düşüp bayılmıştır. İkincisi ise Mi’rac gecesinde Sidretü’l-müntehâ yanında olmuştur. Kur’ân-ı Kerîm’de 53. sure olan Necm Sûresi’nin ilk 19 âyeti bu olayı anlatmaktadır (bk. Mi’râc).
6- Mi’rac gecesi Hz. Peygamber yüceliklerde iken beş vakit namazın farziyyeti Cebrail aracılığı olmaksızın bizzat Cenab-ı Hakkın kelâmını işitmek suretiyle vahyediimiştir. Daha önce Musa’da böyle Melek aracılığı olmadan Allah’ın kelâmını işitmişti. Ehl-i Sünnet metoduna dayanan inanç esaslarına göre gerek Hz. Musa’nın ve gerekse Hz. Muhammed (s.a.v.)’in işittikleri, bizzat kelâmın kendisi olmayıp, Allah’ın kelâmına delâlet eden ses ve lafızlardır. Bu esnada Allah’ın görülmesi söz konusu değildir. Her ne kadar
Süleyman Çelebi’nin Mevlid metninde “Aşikâre gördü Rabbü’l-İzzeti-Âhirette öyle görür ümmeti” şeklinde bir ifade yer alıyorsa da bu görüş Ehl-i Sünnet âlimlerince kabul edilmemekte ve Mi’râc’ta rü’yetullahın vaki olmadığı görüşü hakim bulunmaktadır.
7- Rüyada Hz. Peygamberin, Cenab-ı Hakk’ın cemalini muahede suretiyle aldığı vahiydir ki hadîslerde zikri geçen bu nevi vahyin de keyfiyyeti tıpkı diğerlerinde olduğu gbi bizzat Peygamber tarafından bilinmektedir.
Sahih rivayetlerin İslâm âlimlerince incelenerek özetlenmesi suretiyle elde edilen bu taksim neticesinde vahyin Hz. Peygamber’e geliş şekillerini öğrenmiş bulunmaktayız.
Allah Teala’nın peygamberlerine mesaj ulaştırma şekil ve metodlarına vahiy dendiği gibi, gelen mesajın kendisine, vahyedilen âyet ve hadîslere de vahiy adı verilmektedir. Bu manâda vahiy iki kısımda mütalaa edilmektedir:
1- Vahy-i Metlüvv: Tilâvet edilmiş, okunmuş vahiy manâsına gelen bu terkib lafızları, cümle ve ibareleri ile Allah tarafından tebliğ edilmiş vahiy demektir. Kur’ân-ı Kerîm, vahy-i metlüvvün örneğini teşkil etmektedir.
2- Vahy-i Gayr-ı Metlüvv: Lafzı okunmamış vahiy manâsındaki bu terkib, Hz. Peygamber’e uyanıkken veya rüyada ilham suretiyle gelen ve bizzat peygamber tarafından lafızlandırılan, söz ve ifadeleri peygambere ait olup manâsı Allah tarafından ilham
edilen vahiy demektir. Vahyin bu nev’i, Kudsi Hadîsler’i ve dini’ konuları ifade eden hadîsleri içine almaktadır. Kur’ân-ı Kerim’de zikri geçen şu âyet bu manâyı ifade etmektedir: O’nun konuşması kendisine vahyedilenden başkası değildir.” (K. 53/4).
İster metlüvv isterse gayr-ı metlüvv nevileri olsun İslâm’ın bütün ahkâmı ve temelleri vahye dayanmaktadır. Vahyin kabul edilmemesi veya inkâra yol açacak tevil ve yorumlara mevzu yapılması İslâmî temelinden sarsacak mahiyettedir. Hz. Peygamberin bütün konuşmalarının vahiy olduğunu ifade eden âyetin, dinî konulardaki hadîslerin dinî ahkâmı düzenleyen vahiy olduğu, dünyevî konularda müslümanları serbest bıraktığını açıkça ifade eden hadîslerin de bu serbestliği bildiren bir vahiy olduğu manâsına geldiği açıkça ortadadır.
Netice olarak şunu söylemek gerekir ki vahiy hadisesi Allah ile Peygamberi arasında geçen bir hadisedir, keyfiyyet ve mahiyyeti ikisi arasında malumdur. İnananlara düşen, imanlarının gereği olarak sahîh rivayetlerle sabit olan vahye ittiba ederek mucibince amel etmektir.