Araf Suresi Kaçıncı Sure, Kaç Ayet, Konuları, Nüzulü Sebebi

A’râf Sûresi, Kur’ân-ı Kerîm’in yedinci sûresi.

Mekke devrinde nazil olmuştur, 205 veya 206 âyettir. Bu bir âyetlik fark, sû­renin başındaki harflerini ayrı bir âyet sayıp saymamaktan ileri gelmektedir. Fasılası harfleri olup bunlardan  sadece da bulun­maktadır. Mekke devrinde nazil olan en uzun sûredir. Hicret öncesinde, muhtemelen En’âm sûresi’nin ardından indirilmiştir. 163. âyetten itibaren sekiz âyetin Me­denî olduğuna dair rivayet zayıf bulun­duğu için itibar görmemiştir.

Sûre, ismini kırk altıncı ve kırk se­kizinci âyetlerde geçen “A’râf” kelime­sinden alır. Başındakinden dola­yı EIif-Lâm-Mîm-Sâd sûresi de denir. Mîkât [âyet 143] Mîsâk [âyet 169] gibi daha başka adları varsa da meşhur ola­nı A’râf’tır.

A’râf urfun çoğuludur. Urf ise “Yük­sekçe yer” demek olup ayrıca dağın te­pesine, atın yelesine, horozun ibiğine de urf denilir. Sûrede geçtiği şekliyle a’râf, cennet ile cehennem arasındaki surun yüksekçe yerleridir. Kırk altıncı âyete gö­re cennet ile cehennem arasında bir “Hicâb” [duvar] Hadîd sûresine göre ise [57-13.] bir “Sür” vardır.

Üslûp bakımından bir önceki En’âm sûresini andıran ve onun devamı gibi gö­rünen, ayrıca Bakara ve Âl-i İmrân sü­releriyle yer yer muhteva benzerlikleri gösteren A’râf sûresinde, Mekkî sûre­lerde görüldüğü gibi iman ve itikad ko­nuları, özellikle âhirete iman meselesi işlenmektedir. İlk bakışta sûre, vahiy ve nübüvvet meselesiyle ilgili deliller getiriyormuş intibaını vermekte ve diğer pey­gamberlerle Hz. Peygamber’in karşılaş­tıkları direnişleri ele almaktadır. Ancak dikkatle incelendiğinde bu direnişlerin özellikle âhirete iman konusunda yoğun­laştığı görülmektedir. Âhireti inkâr da biri kibir ve kendini beğenmişlik, diğeri keyfî yaşayış ve günaha düşkünlük olmak üzere iki sebepten kaynaklanmak­tadır. Âhirete iman konusu, bu sûrede sebep ve sonuçları ile ele alınmakta ve bütün yönleriyle aydınlatılmaktadır. Cen­net ile cehennemin yanında bir de a’râf-tan söz edilmektedir. Bu bakımdan sû­re, yalnızca İslâm dini açısından değil diğer semavî dinler açısından da âhire­te iman konusunu tamamlayıcı ve ni­haî hedefine ulaştıncı bir özellik taşı­maktadır.

Sûre, vahyin önemini ve ona uymanın gereğini bildiren âyetlerle başlar. Ken­dilerine vahiy bilgisi ulaşmış olanların sorumluluğuna dikkat çekildikten son­ra âhiret gününde amellerin tartılacağı, buna bağlı olarak iyilerin kurtulacağı, günahkârların da yaptıkları kötülük yü­zünden ceza görecekleri vurgulanır. Âhi­ret hayatına inanmayanlar kibirlerinden, ya da günaha düşkünlükleri yüzünden inkâr yoluna saparlar. Nitekim şeytan da kibrinden dolayı Âdem’e secde et­memiştir.

Kötü ve çirkin şeyler işleyenler, “Ata­larımızdan böyle gördük. Allah böyle em­retmiş” derler. [âyet 28] Oysa Allah kullarına kötü ve çirkin bir şey emretmez. O doğru ve güzel olanı emreder. Yalnız­ca kendisine tapılmasını, verdiği nimet­lerden meşru ölçüler içinde faydalanıl­masını ister.

“De ki: Rabbim açık ve giz­li kötülükleri, günah işlemeyi, haksızlık ve taşkınlığı, kendisine ortak koşmanı­zı, bir de Allah hakkında bilgisizce ko­nuşmanızı haram kılmıştır” [âyet 33]

“Ki­birlerinden dolayı Allah’ın âyetlerini in­kâr edenlere gökyüzünün kapıları açıl­mayacak; deve iğnenin deliğinden geç­se de onlar cennete giremeyeceklerdir” [âyet 40]

“Oysa iman edip iyilik yapanlar göğüslerini daraltan bütün sıkıntılardan kurtulacak ve sevinç içinde cennete gi­receklerdir. Orada cehennem ehline ses­lenip, “Biz rabbimizin bize vaad ettiğini gerçek bulduk, siz de rabbinizin size va­ad ettiğini gerçek buldunuz mu?” diye­cekler, onlar da, “Evet, bulduk diye ce­vap vereceklerdir” [âyet 44]

“Sonra a’râftakiler cehennemliklere, “Mal ve mülkü­nüzün, kasılıp kibirlenmenizin bir fayda vermediğini şimdi gördünüz değil mi?” diyeceklerdir” [âyet 48]

“Dinlerini oyun ve eğlence haline getirenleri dünya hayatı aldatır ve onlar karşılaşacakları büyük günü unuturlar, Allah’ın âyetlerini bile bile inkâr ederler. Kıyamet gününde de Allah onlan unutur” [âyet 51]

“Gökleri ve yeri, geceyi ve gündüzü, gü­neşi ve ayı yaratan, yarattıklarını en yü­ce bir hükümranlıkla yöneten Allah’ın buyrukları her yerde geçerlidir. Yarat­mak da buyurmak da O’na aittir. O sizin de rabbinizdir: Huzurunda saygı, teva­zu ve ümitle dua ediniz. O, bozguncuları ve azgınları sevmez. İyilik yapanlardan da rahmetini esirgemez” [âyet 55-56] Nûh kavmi azgınlığı ve taşkınlığı, Hûd kavmi nankörlüğü, Semûd kavmi kendi­ni beğenmişliği yüzünden helak olup gittiler. Lût kavmi de hayasızlığa sap­mıştı; kadınları bırakıp erkeklere ilgi duyuyorlardı. Şuayb da kavmini uyarmış, inananlara baskı yapmamalarını söyle­mişti. Fakat sözlerine inanmayı kibirle­rine yediremediler. Şuayb’ı ve inananları ülkeyi terke zorladılar. Sonuçta ken­dileri zararlı çıktılar; üzerlerine azap yağdı.

Sûrede geçmiş kavimlerin hayatların­dan verilen bu canlı misallerle peygam­berlerin iman uğrundaki mücadeleleri gözler önüne serilir, sırası geldikçe Mekkeli müşrikler uyarılır, müminlere de sa­bır ve sebat göstermeleri tavsiye edilir. Allah’ın tedbirinin her tedbirin üstünde olduğu hatırlatılır. Bu da Hz. Mûsâ mi­saliyle açıklanır:

Allah onu Firavun’dan korumak için Firavun’un sarayında bü­yüttü. Sonra kendisine peygamberlik ver­di ve Firavun’a gönderdi. Gösterdiği mu­cizelerle sihirbazları mağlûp etti. Fira­vun’un iman etmeyişi, gerçeği göremeyişinden değil kibrinden ve saltanat düşkünlüğündendi. Bununla beraber hemen helak edilmedi. Onun ve adamlarının gözlerini açmak için başlarına kıtlık, ku­raklık ve çekirge âfeti geldi. Ancak yi­ne de direniyorlar, ne pahasına olursa olsun iman etmeyeceklerini söylüyorlar­dı. Sonuçta Firavun boğuldu, Müsâ za­fer kazandı. Musa’nın iman mücadelesi bununla bitmedi. Bu defa kendi kav­minden bir kısım insanlar, tapmak için Musa’dan bir put yapmasını istediler. Mûsâ bu teklife kızdı ve onları anlayış­sızlıkla suçladı. Puta tapmak, gözle görülmeyen Allah’a tapmaktan onlara da­ha kolay gelmişti. Mûsâ da rabbini gör­meyi dilemiş, fakat bunun mümkün olamayacağı kendisine gösterilmişti. [âyet 143] Musa’nın Tûr’a gidişini fırsat bilen bazı şaşkınlar altından bir buzağı hey­keli yaptılar ve ona tapmaya başladılar. Tövbe edip dönenler affa uğrayıp kur­tuldular. Çünkü Allah bağışlamayı se­ver, rahmeti her şeyi kuşatmıştır. [âyet 152-153] Sahildeki kasaba halkı da cu­martesi (sebt) günü yasağını çiğnedi. Az­gınlara nasihat kâretmez. Onlar iğrenç maymunlar gibidirler. Büyüklük tasla­yarak Allah’ın âyetlerinden yüz çeviren­ler,

“Doğru yolu görseler de o yoldan git­mezler” [âyet 146]

Âdemoğulları Allah’a iman etmede, ik­rar ve şahadet zincirinin birer halkası gibi nesiller halinde yaratıldılar. “Bizim iman ve ikrardan haberimiz yoktu” [âyet 172] demesinler diye ardarda gelen pey­gamberler tarafından uyarıldılar. Allah’ın âyetlerini hiçe sayanlar, yavaş yavaş ve farkına varmadan helake doğru sürük­lenirler” [âyet 182] Tevrat’da ve İncil’de adı yazılı olan bu resule,

“bu ümmî nebîye uyanlar, ona saygı gösterip yardım edenler, onunla birlikte gönderilen nura (Kur’an) uyanlar kurtulacaklar” [âyet 157] Allah;

“Kitaba sımsıkı sarılıp na­mazı hakkıyla kılanlarla iyiliğe koşanla­rın emeğini boşa çıkarmayacaktır” [âyet 170]

Sûrenin sonlarında puta tapmanın an­lamsızlığı ve faydasızlığı bir kere daha ortaya konur. Kıyametin ne zaman ko­pacağını Allah’tan başka kimsenin bil­mediğine dikkat çekilir. [âyet 187] Bu bil­gi Hz. Peygamber’e dahi verilmemiştir. Peygamber’in görevi gayb âleminin sır­larını açıklamak değil. Allah tarafından bildirilenleri tebliğ etmektir. Çünkü o sadece bir müjdeci ve bir uyarıcıdır. [âyet 188]

Gerçek dost, kitap indiren ve vahiy gönderip doğru yolu gösteren Allah’tır. O bütün iyilerin dostudur, velîsidir [âyet 196] Kurtuluş affa sarılmak, iyiliği em­retmek ve anlayışsızlardan yüz çevir­mekle mümkündür. Şeytanın vesvesesinden Allah’a sığınmak gerekir. Müttakiler şeytandan gelen vesveseyi hisse­derler. Şeytan kendi dostlarını hep az­gınlığa sürükler, yakalarını hiç bırakmaz. [âyet 201-202]

Bu âyetler, sûrenin baş tarafındaki İblîs’in Allah’a nasıl karşı geldiğini ve Hz. Âdem’le Havva’yı nasıl aldattığını anla­tan âyetlerle [ 11-25] bağlantılıdır. Yine sûrenin başında,

“Siz rabbiniz tarafından indirilene uyunuz!” [âyet 2] âyetindeki emir, sûrenin sonunda.

“Ben ancak rabbim tarafından bana vahyedilen şeye uyarım” [âyet 203] âyetinde cevabını bul­muş olur. Bu da sûrenin başı ile sonu arasındaki uyum ve bütünlüğü gösterir.

Din konusunda vahye uymanın öne­mi, Kur’an okunduğu zaman onu dinle­menin lüzumu, Allah’a sunulan duanın üslûp ve âdabı bu son âyetlerde açıkça dile getirilir. Sûre, vahye uymanın nihaî hedefinin Allah’ı doğru tanımak ve O’na kulluk etmek demek olduğunu ortaya koyan şu âyetle son bulur:

“Rabbin ka­tında değeri olanlar, kibre kapılıp ona ibadetten uzak kalmazlar. O’nun şanını ululayıp yalnızca O’na secde ederler.”

Bazı tefsirlerde Ubey b. Kâ’b’dan riva­yet edilen,

“Kim A’râf sûresini okursa Al­lah kıyamet gününde o kişi ile İblîs arasına bir perde koyar” mealindeki hadi­sin mevzu olduğu kabul edilmiştir.

Diyanet İslam Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski