Ayasofya İmareti, Sultan I. Mahmud tarafından Ayasofya Camii’nde girişilen büyük tamir ve ek binalar yapımı sırasında inşa edilmiştir. Kitabelerinden öğrenildiğine göre bina 1155’te (1742-43) tamamlanmıştır. Şem’dânîzade Süleyman Efendi, eserinin 1155 yılına ait bölümünde, imaret inşaatına aynı yılın yazında başlanarak ancak Zilhicce ayında (Şubat 1743) tamamlandığını bildirir. Hammer ise 23 Zilkade 1155pte (19 Ocak 1743), çiçeklerle bezenmiş Ayasofya aşhâne-imaretinin bizzat padişah tarafından açılışının yapıldığını, bu vesileyle davetlilere ikramlarda bulunulduğu gibi vakıf mütevellisi ile mimarbaşı ve bina eminine de hil’atlar giydirildiğini yazmaktadır. Aş-hâne-imaret ile müştemilâtından olan ambarın kitabelerinden manzum olanları devrin şairlerinden Ni’metullah Efendi’nindir. Yazılar ise Dârüssaâde ağası, Hazinedar veya Morali olarak diğerlerinden ayırt edilen Beşir Ağa’ya aittir. Böylece Sultan I. Mahmud Ayasofya’ya şadırvan, kütüphane, sıbyan mektebi ve bu aşhâne-imareti ilâve ettirmek suretiyle onun külliye durumuna girmesini sağlamıştır. XVIII. yüzyılın ikinci yarısında derlendiği tahmin edilen ve ramazanlarda okunan bekçi destanlarının “İmaret Fasif başlığı altındaki kısmından İstanbul halkının bu hayır eserini çok beğendiği anlaşılmaktadır. On iki dörtlük halindeki destanda bina şu mısralarla anlatılır: …//Kapısına eyle nazar/Üstünde var üç kubbeler/Ameller (ameleler ?) altın eylese/Yaldızlanıp gösterdi fer//Kapısı tahtası çınar / Sakfındaki nefs-i nigâr/Gülşen-i Ayasofya’da / Açıldı yine nevbahar//Gûş eyledim sadâsını/Seyr eyledim edasını/Nâzik bina eylemişler/ Mütevelli odasını // Fukara doyar aşına/ Var mı sözün nakkaşına/Altın ile her kapıda/Âyet yazılmış taşına /… Fodla pişer fırınında/Nân-ı azız taliplere//…//Tarihleri yazanı var / Eksik değil düzeni var/Matbahının hem içinde/Dörder kollu kazanı var // Görün üstat ne fendet-ti / Her yanın güzel bend etti / Bu imaret binasını /Görenler hep pesend etti”.
Destandan, imaretin bir mütevelli odası ile bir fırını olduğu öğrenildikten başka her gün çorba dağıtıldığı, perşembe günleri ise pilâv ile zerde verildiği, fukaraya hizmet eden “tatlı dilli” aşçıları olduğu da anlaşılmaktadır. İmaretlerin kapanmasına kadar faaliyette olduğu tahmin edilen bu müessese bir süre Vakıflar Başmüdürlüğü deposu olmuş, sonradan da kurşun levha hazırlama atölyesi haline getirilmiştir.
Ayasofya imaretine, caminin ihata duvarının Bâb-ı Hümâyun köşesinde, yine aynı tarihte yapılmış barok üslûptaki muhteşem kapıdan geçiliyordu. Cami ile arasında bir avlu bulunan aşhane-imaretin erzak ambarı olarak, caminin kuzeydoğu köşesindeki yivli minare dibinde olan ve yukarı kata çıkmaya yarayan rampanın giriş kısmı ile bunun yanında bulunan Bizans devrine ait yuvarlak bina kullanılmıştı. Hazine binası (skeuophyla-kion) diye adlandırılan yuvarlak binanın zemini oldukça yükseltilmiş, yeni bir kapı ile pencereler açılmış ve duvarına Dârüssaâde ağası Beşir Ağa’nin hattı ile mermer kitabe konulmuştur. Bu ambarın içinde ahşap bir kat yapıldıktan başka burada ağaçtan çok büyük bir erzak kantarı da bulunuyordu. 1979 yılında yapılan kazıda, binanın içindeki toprak tabakası temizlenerek eski tabana kadar inildiğinde, ahşap kat kirişleri ve kantar da ortadan kaldırılmıştır. Üzerinde yine Beşir Aga hattı ile kitabe bulunan aşhâne-imaretin esas binası caminin kuzeyinde dış çevre duvarına bitişik olarak uzanır. Batıdan itibaren kubbeli iki bölüm fodlahâne ve aşhanedir. Üç bölümü kubbelerle örtülü olarak doğuya doğru uzanan ince uzun mekân ise yemek yenilen yer (me’kel) olarak bilinir. Bu bölümün önündeki ana girişinde sütunlara oturan üç bölümlü bir revak vardır. Aşhâne-imaret temiz bir işçilikle taş ve tuğla dizileri halinde inşa edilmiştir.
Türk sanat tarihinde Batı sanatının tesirlerinin başladığı yıllarda yeni bir plan düzenine göre yapılan bu aşhâne-imaret bugüne kadar incelenmemiştir.
Diyanet İslam Ansiklopedisi