Aziz, Dinî görevlerini yerine getiren, nefsini terbiye edip dinî hayatta her türlü fedakârlığa katlanan ve çeşitli kerametler gösterdiğine inanılan kimselere kilise tarafından verilen unvan.
“Güçlü, değerli ve şerefli” anlamındaki izz veya izzet kökünden sıfat olan azîz, Türkçe’de Batı dillerindeki saint kelimesinin karşılığı olarak “Allah nezdinde değerli, Allah dostu” mânasında kullanılmıştır. Arapça karşılığı kıddîstir. Batı dillerinde aslı Latince sanctus olan saint kelimesi, İbrânîce’de ise qâdoş kelimesi kullanılmaktadır. Bu kelimenin “ayırmak, ayrı bir yere koymak” anlamına gelen qâd kökünden türediği veya Âsur dilinde “parlak, temiz” mânasına olan qud-duşudan geldiği ileri sürülmüştür. Ahd-i Atîk’in Yunanca tercümesinde bu kelimenin karşılığı olarak “ayrıimış, diğerleri arasından seçilmiş” anlamını taşıyan hagios kullanılmıştır.
Azîz kavramı Ahd-i Atîk’te Tanrı (I, Samuel, 6/20; Hoşea, 11/9; İşaya, 6/3) ve İsrâiloğulları (Çıkış, 19/5; Tesniye, 7/ 6) için kullanıldığı gibi Kudüs, Sînâ dağı gibi bazı yerler için de kullanılmıştır (işaya, 27/13, 52/1], İsrail kavmine lider olarak seçilmiş kimseler, Levililer ve hahamlar da bu sıfatla nitelendirilmiştir (Çıkış, 19/14; Yeşu, 7/13). Ahd-i Cedîd’de de Tanrı için kullanılan bu terim (Yuhanna, 17/11), daha çok Hz. îsâ ve Rûhul-kudüs’e nisbet edilmiştir (Markos, 1/24; Luka, 1/35; Matta, 1/18). Melekler, peygamberler ve havariler de azîz kabul edilmiştir (Luka, 9/26; Resullerin İşleri, 3/21; Efesoslular’a Mektup, 3/5). Azfz Hıristiyanlığın ilk devirlerinde bütün hıristiyanlar için kullanılırken (Resullerin İşleri, 9/13) sonraları, özellikle kiliseye bağlı olarak yaşayan ve bu uğurda canlarını feda edenlere (martyr) verilen bir unvan olmuştur. 155’te öldürülen İzmir (Smyrne) piskoposu Polikarpos, bu şekilde azîz ilân edilen ilk kişidir. Daha sonra aziz kategorisine, imanları uğruna büyük işkencelere mâruz kalan, ancak ölüme mahkûm edilmeyen kişiler de (con-fessore) katılmış, Ortaçağ’da büyük kral ve prensler de azîz ilân edilmiştir. İlk azîzler defteri (martyrologe) 332’de Roma kilisesi tarafından tutulmuş, buraya yazılanlar faziletlerine göre sınıflandırılmıştır. Bunların başında bakire Meryem, sonra havariler, İncil yazarları ve diğerleri gelmektedir.
Azîz unvanı verme yetkisi önceleri mahallî kilise yetkililerine ait iken 1234’ten itibaren bu yetki sadece papalara tanınmıştır. Azîz unvanının verilmesi ve azîz-lere gösterilecek tazimle ilgili kurallar 1588’de Papa V. Sixte ve 1634 yılında Papa VIII. Urbain tarafından konulmuş, Papa XIV. Benoit (ö. 1758) bunlara yeni hükümler ilâve etmiştir. Bu husustaki en son değişiklik ve düzenlemeler. Papa II. Joannes Paulus tarafından 25 Ocak 1983’te ilân edilmiştir.
Azîz unvanına hak kazanacak kişinin hayat ve eserleri etraflı bir şekilde araştırılmakta, hıristiyan inancına ve geleneklerine aykırı bir durum yoksa kerametleri incelenmekte ve o kişi papa tarafından azîz ilân edilmektedir. Azîzlere yapılan tazim, kiliselere resim ve heykellerinin konulması, âyinlerde isimlerinin zikredilmesi, kendilerinden şefaat ve yardım dilenmesi suretiyle gösterilir, Azîzler ölüm yıl dönümlerinde anılırlar; ayrıca 1 Kasım günü bütün azîzler için azîzler günü (toussaint) olarak kutlanmaktadır. Ortodokslar da Katolikler gibi azîzliği kabul ederler; Protestanlar ise azîzliği kabul etmekle beraber ibadet derecesine vardırılan aşın tazimi reddetmektedirler.
Hıristiyanlık’taki azîz inancı İslâmiyet’teki velî anlayışına yakındır. “Dost ve yardımcı” mânasına gelen velî Kur’an’da Allah’a ve Resûlü’ne nisbet edilmiştir (bk. Mâide 5/55). Ayrıca takva sahibi müminlerin Allah’ın velîleri (evliyâullah) oldukları ifade edilmiş ve gerek dünyada gerekse âhirette korku ve üzüntüye düşmeyecekleri zikredilmiştir (bk. Yûnus 10/ 62-64). Müslüman âlimlerin büyük çoğunluğuna göre Allah nezdinde velî mertebesine ulaşanların insanlar tarafından tesbit edilmesi mümkün değildir. Bundan dolayı Müslümanlıkta velî unvanını verecek herhangi bir makam yoktur ve hürmetle anılan kişilerin gerçek dinî mertebesini bilmek mümkün değildir. Ancak din uğrunda verdikleri hizmetler ve bıraktıkları tesirler sebebiyle haklarında müslümanlar tarafından hüsnü-zan beslenmiş ve velî olarak anılmışlardır. Esasen İslâmiyet’te Allah’tan başka bir kimseye ibadet etmek, hatta ona ibadeti andıran aşırı tazim ve hürmet göstermek caiz olmadığından, velîlere gösterilmesi gereken tazimle ilgili herhangi bir esas da tesbit edilmemiştir.
Diyanet İslam Ansiklopedisi