Delâ’ilü’l-i’câz, Abdülkâhir el-Cürcânî’nin (ö. 471/1078-79) Kur’ân-ı Kerîm’in i’câzına dair eseri.
Başlangıcından beri müslümanlar Kur’an’ın mu’ciz bir kitap olduğunu ittifakla kabul etmişler, ancak II. (VIII.) yüzyıldan itibaren bu i’câzın lafızda mı mânada mı. lafız-mâna dengesinde veya bir başka hususta mı bulunduğunu tartışmaya başlamışlardır. Nazzâm (ö. 231/845) gibi bazı Mu’tezile kelâmcılarına göre Kur’an’ın icazı, insanın onun bir benzerini ortaya koymaktan âciz kalması anlamına gelir. İslâm âlimlerinin büyük çoğunluğu ise Kur’an’ın i’câzını fesahat ve belagatında aradılar. Fakat bu görüşte olanların bir kısmı fesahati lafızlarda, bir kısmı da lafız-mâna güzelliğinde aradığı için fesahat ve belagat kavramları üzerinde ortak bir kanaate varılamadı. Abdülkâhir el-Cürcânî, Delâ’ilü’l-i’câz’da bu görüşlere karşılık Kur’an’ın i’câzının onun nazmında, yani üslûp ve âhenginde olduğu nazariyesiyle ilgili görüşlerini ortaya koymuştur. Gerçi Abdülkâhir’in eserinden önce nazım nazariyesi Câhiz, Rummânî. Hattâbî, Bâkıllânî ve Kâdî Abdülcebbâr tarafından da söz konusu edilmiş, ancak Delâiilü’l-icaz’da bu nazariye açık ve sistemli hale gelmiştir. Cürcânî eserinde daha önceki âlimlere ait fikirleri kime ait olduğunu belirtmeden nakletmiş, eserin naşirlerinden Mahmûd Muhammed Şâkir bu görüşlerin sahiplerinden tesbit edebildiklerini göstermiştir.
Abdülkâhir el-Cürcânî, Kuranın i’câzının nazmında olduğuna dair görüşlerini mantıkî bir tutarlılıkla ortaya koyabilmek için eserine ilmin değerini anlatmakla başlayarak önce beyân ilminin önemine işaret etmiş; bu ilmin konusu olan belagat ve fesahatin yanlış anlaşıldığını, dilin birtakım inceliklerinin bulunduğunu, üstünlüğünün de bu inceliklerden geldiğini belirtmiş; Kur’an’ın i’câzının ancak bu inceliklerle anlaşılabileceğini, bunun da iç içe olan Arap dil mantığı ve nahviyle mümkün olabileceğini ifade ederek tahlillerini bu esasa dayandırmıştır. Genel olarak Mu’tezile’nin, fesahat özelliklerini tek tek kelimelerde, hatta harf ve seslerde aramasına karşılık Cürcânî bu özelliklerin cümle tekniğinde bulunduğunu söylemiştir. Kur’an’ın nazmıyla ilgili diğer görüşlerin onun i’câzını ispata yetmeyeceğini belirten müellife göre i’câz kelimelerde aranmaz. Çünkü Arapça’da daha önce de var olan bu kelimeler, pek azı müstesna olmak üzere Kur’an’da da aynı anlamlarla yer almıştır. Tek tek kelimeler mânalara sembol olmaktan Öteye geçmez. Kur’an’da mütenâfir (telaffuzu güç) kelimelerin bulunmaması icazı pekiştiren Önemli bir unsursa da yeterli değildir. Aksi halde kolayca söylenebilen alelade sözlerin de fasih sayılması gerekirdi. Müzikal uyumda i’câz aranmayacağı gibi vezin de fesahat ve belagat için bir ölçü değildir.
Aynca i’câz âyetler arasındaki fâsıla’larda da aranmaz; zira kafiyeyi büyük bir ustalıkla seçebilenler fasılayı da kolaylıkla uygulayabilirler. İ’câz, muhtelif âyetlerde görülen İstiare, mecaz ve kinaye gibi edebî sanatlarla da olmaz. Aksi bir görüş, bu tür edebî sanatların yer almadığı âyetlerde i’câz bulunmadığı sonucuna götürür. Cürcâni’ye göre Kur’an’m gerçek anlamda i’câzı, aynen muhafaza edilen nazmındaki fesahat ve belagattan kaynaklanmaktadır.
Eserin yazımında belli bir planın uygulanmaması, özellikle ana başlıkların konulmaması birtakım tekrar ve tedahüllere sebep olmuştur. Konular arasındaki geçişler “faslun” veya “i’lem” ifadeleriyle yapılmaktadır. Bu sebeple Fahreddin er-Râzî (ö. 606/1209) eseri, müellifin Esrârü’l-belağa’sıyla birlikte Nihâyetü’l-îcâz fî dirayeti!-icaz adıyla hülâsa ve yeniden tasnif etmiştir.
XIX. yüzyılın sonlarında bilhassa Mu-hammed Abduh ve Hüseyin b. Ahmed el-Marsafî’nİn gayretleriyle belagat ilimlerine olan ilgi artınca klasik belagat kitapları basılmaya başlanmıştır. Bu arada Muhammed Abduh ve Şeyh Muhammed eş-Şinkitî’nin tashihleri ve Muhammed Reşîd Rızâ’nın haşiye ve izahları ile basılan Delâ’iîü’l-i’câz, daha sonra Ahmed Mustafa el-Merâgi, Muhammed b. Tâvît, Muhammed Abdülmün’im el-Hafâcî ve Mahmûd Muhammed Şâkir tarafından tahkik edilerek neşredilmiştir.
Diyanet İslam Ansiklopedisi