Delhi Sultanlığı. Hindistan’da Delhi merkez olmak üzere kurulan ve çoğu Türk asıllı hanedanlar tarafından idare edilen sultanlık (1206-1526).
Gurî Sultanı Muizzüddin Muhammed b. Sâm tarafından XII. yüzyılın son çeyreğinde kurulmuştur. Ancak bağımsız bir sultanlık haline gelişi, Türk kumandan Kutbüddin Aybeg’in Muizzüddin’i 1206’da öldürüp tahta geçmesinden sonra olmuştur. Sultanlığın gerçek anlamda kurucusu ise Kutbüddin Aybeg’in damadı ve halefi Şemseddin İltutmış’tır (İletmiş (1210-1236)). İltutmış, Kutbüddin Aybeg’in ölümünden sonra taht iddiasında bulunan Tâceddin Yıldız ve Nâsırüddin Kabâce’yi ortadan kaldırarak tahta oturdu ve Bihâr, Ranthambhor, Mandor, Lahor, Mültan, Bengal, Bilsan (Bhilsa) ve Uccain’i zaptederek yerini sağlamlaştırdı. Ayrıca Celâleddin Hârizmşah’ın yardım isteğini geri çevirerek Moğol tehdidini de önledi. İltutmış 1229’da Abbasî Halifesi Müstansır-Billâh’tan menşur ve hil’at aldı, bu da onun bağımsız bir sultan olarak meşruiyetini kuvvetlendirdi. Daha sonra ülkenin uzak topraklarının merkeze bağlılığını güçlendirmek için iktâ sistemini uygulamaya başladı; düzenli bir ordu kurarak adına para bastırdı.
İltutmış’ın 1236’da Ölümünden sonra sultanlık otuz yıl kadar süren siyasî kargaşa ve karışıklık dönemi yaşadı. Arka arkaya beş Delhi sultanı öldürüldü veya tahttan indirildi. Sultanlık 1266da Giyâseddin Balaban’ın tahta geçmesiyle istikrara kavuştu. Gıyâseddin Balaban’ın akıllı yönetimi ve isyancılara karşı sert tutumu kısa zamanda düzeni sağladı. Balaban’dan sonra torunu Keykubad tahta geçti (1287). Ancak Keykubad yönetimde dedesi kadar başarılı olamadı. Bu arada sağlığı da bozulunca sultanlıkta işler yine kötüye gitmeye başladı. Nihayet 1290’da Emîr Celâleddin Fîrûz Şah Halacî bir darbe ile tahtı ele geçirdi ve Keykubad’ı öldürttü. Böylece Delhi Sul-tanlığı’nda Halacî hanedanı dönemi başladı.
İslâm kaynaklarındaki bilgilerin aksine Halacîler de Türk asıllı bir hanedandı. Onların idarede Afgan unsurunu ön plana çıkarmalarının sebebi, kendi yönetimlerini güçlendirmek için Afgan beylerinin destek ve bağlılıklarını kazanmakti. Halacîler döneminde de Delhi Sultan-lığı’nda karışıklıklar devam etti. Celâleddin Firûz Şah çok geçmeden yeğeni ve damadı olan Alâeddin Muhammed tarafından öldürüldü. Böylece 1296’da tahta sahip olan Alâeddin, beş yıl süren başarılı bir askeri harekâttan sonra Gucerât, Ranthambhor, Cithor, Mândû, Siva-na ve Jalor’u topraklarına kattı. Aynı şekilde Güney Hindistan’da Devagiri (Deogiri), Telangana, Dvarsamudra ve Madu-ra gibi vilâyetler Delhi sultanının üstünlüğünü kabul ederek vergiye bağlandılar. Sultan Alâeddin kendi saltanatı döneminde oldukça başarılı olmuştur. Vergi sistemini düzenlemiş, ülke ekonomisini İstikrara kavuşturmuş ve Moğol tehdidini tamamıyla önlemiştir.
Alaeddin’in 1316’da ölümünden sonra kısa süren bir kargaşa dönemi yaşandı. Önde gelen kumandanlardan Melik Kâfur iktidara sahip olarak Alâeddin’in büyük oğullarını hapsetti ve henüz bir çocuk olan Şehâbeddin’i tahta oturttu. Ancak çok geçmeden Melik Kâfur, Alâeddin’in üçüncü oğlu Mübarek Halacfye bağlı saray muhafızları tarafından öldürüldü ve Mübarek Halacî sultan ilân edildi (1316-1320). Mübarek babasının sert idare tarzını değiştirdi; tekrar istikran sağladı ve bu arada “Halîfetullah” unvanını aldı (bu unvanı alan ve kullanan tek Delhi sultanıdır). Fakat Mübarek de bir müddet sonra yine bir saray darbesiyle öldürüldü. Onu öldürtenler arasında bulunan eski Hindu mühtedi Hüsrev Han. Nâsırüddin Hüsrev Şah unvanıyla tahta geçti. Ancak eski sultana karşı tutumu ve Hindu asıllı olması huzursuzluklara sebep oldu. Türk kumandan Melik Gazi Tuğluk Hüsrev’e karşı bir isyan başlattı ve onu öldürterek Gıyâseddin Tuğluk unvanıyla kendisini sultan ilân etti (1320-1325). Böylece Delhi Sultanlığı’nda Tuğluklular dönemi başladı.
Gıyâseddin Tuğluk, bir yandan vergileri azaltırken öte yandan Hindu toprak sahiplerinin imtiyazlarını arttırarak onların bağlılığını güçlendirdi. Bu arada Ben-gal’de Telangana, Jajnagar ve LeknevtF-yi zaptederek topraklarına kattı. Fakat 1325’te Bengal’den dönerken esrarlı bir şekilde öldü. Bazı tarihçilerin, yerine geçen oğlu Muhammed Tuğluk’un bunda parmağı olduğunu söylemelerine rağmen son araştırmalar bu iddiayı doğrulama-maktadır. Muhammed Tuğluk’un (1325-1351) uzun saltanatı oldukça yoğun geçmiştir. Muhammed. öncelikle merkezî bir idarî yapı oluşturarak en uzak eya-
letleri bile doğrudan kontrol etmek istemiş, fakat bu husus birçok idarî güçlüğe yol açmıştı. Muhtemelen bu yüzden bir müddet sonra Devagiri’yi (daha sonra Devletâbâd) ikinci idarî merkez yaptı ve Delhi’den idareciler gönderdi (1327). Fakat bütün bu tedbirler sonuç vermedi. Delhi Sultanlığı’nın Güney Hindistan’daki otoritesi gittikçe zayıflayınca Madura, Vlcayanagar ve Behmeni gibi krallıklar bağımsızlıklarını ilân ettiler. Muhammed Tuğluk’un Horasan’a ve kuzeyde Karachil’e yaptığı seferlerle bazı iktisadî tedbirleri de beklenen sonucu vermedi. Bununla birlikte Muhammed Tuğluk aydın, müsamahakâr ve ilme değer veren bir sultandı. Sıradan müslümanlara ve Hindu görevlilere destek vererek kabiliyetli olanları önemli görevlere getirdi. Hindûlar’a değer veriyor, âlim-leriyle sohbetlerde bulunuyor, hatta onların festivallerine bile katılıyordu. Aynı durum Hindistan’daki diğer dinler için de söz konusuydu. Muhammed Tuğluk. İbn Teymiyye’nin talebelerinden olan Ab-dülaziz Erdebîlî’yi de sarayında ağırlamıştır.
Muhammed Tuğluk’un halefi Fîrûz Şah Tuğiuk’un (1351-1388) saltanatı boyunca Delhi Sultanlığı’nda istikrar ve insanî değerlere önem veren bir idare anlayışı hâkim oldu. Suçlulara işkence yasaklanmış, ulemâya bazı imtiyazlar tanınmıştı. Ayrıca yeterli ürün alamayan çiftçilerin vergileri azaltıldı ve bu arada İslâmî olmayan yirmi sekiz çeşit vergi kaldırıldı. Evlenecek fakir gençler için bir “hayrat-hâne” ile ücretsiz hizmet veren bir “sıh-hathâne” kuruldu. Aynı şekilde işsizlere iş bulmak için bir teşkilât faaliyete geçirildi. Çağdaşı olan kaynaklar Fîrûz’u barış sever bir sultan olarak zikretmekle birlikte onun Bengal’e. Jajnagar’a, Na-garkofa ve Tatta’ya seferler düzenlediği ve Etavah’taki isyanı sert bir şekilde bastırdığı bilinmektedir.
Fîrûz Şah’ın Ölümünden sonra sultanlıkta yine bir taht kavgası ve kargaşalık dönemi başladı. 1398’de Timur’un Delhi’yi talan etmesi bu kargaşayı iyice arttırdı. Bu arada Jaunpür (1394), Mâlvâ (1401) ve Gucerât (1407) valileri bağımsızlıklarını ilân ettiler. Tahtın kısa aralıklarla el değiştirdiği bu karışıklar içerisinde son Tuğluk Sultanı Nâsırüddin Mah-mud’un ölümünden (1413) sonra Delhi, Mültan Valisi Seyyid Hızır Han tarafından zaptedildi ve böylece Delhi Sultanlığı’nda Seyyidler hanedanı dönemi başladı.
Seyyid Hızır Han (1414-1421) Sultan Muhammed Tuğluk tarafından Mültan valiliğine tayin edilmişti. Timur’un Hindistan seferi sırasında ona destek verince Timur kendisine dokunmamıştı. Ancak Seyyidler zamanında da ortalık bir türlü sükûnete kavuşmadı. Arka arkaya gelen dört Seyyid sultanı Seyyid Hızır Han, Mübarek Şah, Muhammed Şah ve Alâeddin Şah, civardaki valilerle ve kabilelerle sürekti otorite savaşı içinde bulundular. Bu yüzden Seyyid sülâlesinin Delhi Sultanlığı tarihinde önemli bir yeri olduğu söylenemez. Bu dönemde Delhi gittikçe artan bir tehditle karşı karşıya kalınca Alâeddin 1447’de Delhi’den ayrılıp Bedâûn’u başşehir yapmaya karar verdi ve oraya yerleşti. Delhi’de de veziri Hamîd Han’ı bıraktı. Ancak Hamîd Han, Sirhind Valisi Behlûl-i Lûdfyi davet ederek Delhi’yi işgal etmesini istedi. Behlûl-i Lûdî Delhi’yi zaptedince Sultan Alâeddin tahttan resmen çekildi, böylece Lûdîler hanedanı devri başladı (1451).
Behlûl-i Lûdî (1451-1489), Fîrüz Şah Tuğluk zamanında Hindistan’a göç eden Afgan asıllı bir aileye mensuptur. Tuğluklular’a olan hizmetlerinden dolayı önce Sirhind valiliğine tayin edildi, daha sonra Lahor ve Dipalpûr onun yönetimine bırakıldı. Bu arada kendisine “hân-ı hânân” unvanı da verilmişti. Behlül-İ Lûdî, saltanatı sırasında Afganlar’ın genel karakteri olan mutlakiyetçi bir yönetim şekli uygulamadı; daha çok katılımcı bir tarz geliştirerek Afganlı kabilelerin desteğini kazandı. Bu sayede Orta ve Doğu Hindistan bölgelerindeki isyankâr kabilelere hâkimiyetini kabul ettirdi. Düzenlediği seferler neticesinde 1482’de Ja-unpûr’u zaptettikten sonra Mevar ve Gva-lior’u da kendisine bağladı. Böylece Delhi Sultanlığı’nın üstünlüğü tekrar bütün Hindistan’da kabul edilmiş ve sultanlık eski itibarını kazanmıştı.
Behlûl’ün oğlu İskender-i Lûdî (1489-1517) babasının yolundan giderek sultanlığın sınırlarını genişletti. Yeni hâkimiyet sağlanan Jaunpûr, Bayana Tirhut, Dholpûr, Gvalior, Narvar ve Chanderi gibi bölgelerin daha iyi yönetilebilmesi için sultanlığın merkezi Delhi’den Agra’ya taşındı (1506). Çağdaş tarihler, mutaassıp bir müslüman olan İskender’in gayri müslimlere karşı müsamahakâr olmadığından söz ederler. İskender’den sonra tahta geçen İbrâhîm-i Lûdî ise (1517-1526) maiyeti altında bulunan beylere karşı sert davranışları ile onların tepkisini çekti. Kardeşlerine ve bazı kumandanlarına yaptığı kötü muameleler neticesinde İbrahim’e karşı bir isyan başladı. Pencap Valisi Devlet Han ile İbrahim’in amcası Âlem Han o sırada Kabil’de oturan Bâbür’den yardım talep ederek kendilerini İbrâhîm-i Lûdrden kurtarmasını istediler. Bunun üzerine Bâ-bür Delhi’ye yürüdü ve ünlü Panipat Sa-vaşı’nda İbrâhîm-i Lûdî’yi mağlûp ederek öldürttü (21 Nisan 1526). Böylece Hindistan’da Delhi Sultanlığı dönemi sona ermiş ve Bâbürlü Hint-Türk İmpara-torluğu’nun hâkimiyeti başlamıştır.
Delhi Sultanlığı Hindistan’ın sosyal, ekonomik ve siyasî hayatında büyük değişikliklere sebep olmuştur. Her şeyden önce Hindistan’daki çok sayıda devletçik zamanla ortadan kalkmış ve merke-
Delhi Sultanlığı dönemi Hindistan’daki İslâm mimarisi açısından da önemlidir. Bu devrin en mühim eserleri Delhi’de bulunmaktadır. Delhi sultanlarının adıyla anılan Tuğlukâbâd, Ffrûzâbâd gibi Delhi şehirleri de bunu gösterir. Eski Delhi’de Hindistan’daki Türk İslâm hâkimiyetinin muhteşem anıtı, 1119’da Kut-büddin Aybeg tarafından inşası başlatılıp 1130’da İltutmış zamanında tamamlanan Kutub Minâr’dır.
Diyanet İslam Ansiklopedisi