Ebû Saîd Ahmed b. îsâ el-Harrâz (ö. 277/890 [?]) Fena ve beka nazariyesinin kurucusu olarak bilinen mutasavvıf.
Bağdat’ta doğdu. Serî es-Sakatî, Bişr el-Hâfî ve Muhammed b. Mansûr et-Tû-sî gibi süfîlerin öğrencisi oldu. Zünnûn el-Mısrî ve Cüneyd-i Bağdadî gibi ünlü sûfîlerle sohbet etti. Bağdatlı ve Küfeli sûfîlerden faydalandı. Günümüze ulaşmayan Kitâbü’s-Sır adlı risâlesindeki görüşlerinden dolayı Bağdat’ta tenkitlere uğrayınca Buhara’ya, oradan da Mekke’ye giderek bir süre bu şehirde ikamet ettikten sonra Mısır’a geçti. “Allah’la benim aramda perde yoktur” şeklindeki sözü tepkiyle karşılandığından Mısır’ı da terketmek zorunda kaldı. Daha sonra Basra’ya gitti. Kuşeyrî’ye göre 277’de (890). Sülemrye göre 279′-da (892). Câmî’ye göre 286’da (899) vefat etti.
Ebû Abdurrahman es-Sülemî, Harrâz’ı, “Süfîlerin önderi ve en fazla saygı görenidir” diye tanıtır. Tasavvufun bütün meseleleri hakkında sağlam bilgilere ve derin tecrübelere sahip olan Harrâz, kaynaklara göre “fena ve beka ilmi” hakkında ilk konuşan sûfîdir. Bu noktaya işaret eden Hücvîrî, Harrâz’a bağlanıp onun yolundan giden ve bu sebeple Harrâzi-yân (Harrâziyye) adını alan bir sûfî zümresinin varlığından bahseder. Harrâz’a göre “fena” insanın kulluk görevini ifa etmesi, fakat bunu görmemesidir. “Beki” ise kulun ilâhî tecellilerle baki olmasıdır. Bu makamdaki kul Allah’a o kadar yaklaşır ki kendini unutur. Ona, “Nereden geliyorsun, nereye gidiyorsun?” şeklinde sorular sorulsa hep “Allah” diye cevap verir.
Hâce Abdullah-ı Herevî, Harrâz’ın eşsiz ve büyük bir sûfî olduğunu belirttikten sonra hiç kimsenin tevhid konusunu ondan daha iyi bilmediğini, tasavvuf yolunda hızlı gittiği için kendisine kimsenin yetişemediğini ifade eder ve, “Keşke biraz aksak olsaydı!” diyerek beka ve fena konusunda aşırılığa kaçtığını ima eder. Harrâz fena konusunu tevhidle beraber düşünür; uyanış haliyle birlikte bulunan fena ile bekleyiş haliyle birlikte olan bekayı en yüce hal sayar. Ona göre fenanın alâmeti kişinin dünyaya ve âhirete yönelik zevklerinin, hatta bütünüyle beşerî benliğinin yok olmasıdır. Bu bakımdan kendi ruhî yükselişini şu veciz sözüyle özetlemiştir: “Nice zaman O’nu aradım, fakat kendimi buldum; şimdi ise kendimi arıyorum, fakat O’nu buluyorum”. Harrâz’a göre Allah zuhur edince kul yok olur, kul yok olunca Allah zuhur eder. Mâverâünnehir sûfîieri, “Kişi benliğinden kurtulmadan O’nu bulamaz”; İraklı sûfîler ise. “Kişi O’nu bulmadan benliğinden kurtulamaz” derlerdi. Ebû Ali Siyâh’a göre her iki görüş de aynı anlama gelmekle beraber içlerinde Harrâz’ın da bulunduğu Iraklılar’ın görüşü daha uygundur (Câmî, ay). Kul, Hakk’ı hem ilim hem marifetle bulursa da marifet yolu daha üstündür.
Harrâz tevhid konusundaki işaretleriyle Cüneyd-i Bağdâdfye, Allah -kul ilişkisine dair görüşleriyle de Hallâc-ı Mansûr’a tesir etmiştir. Nitekim Cüneyd, “Allah, Harrâz’ın sahip olduğu halin hakikatini bizden istemiş olsaydı mahvolurduk” diyerek onun manevî makamının yüceliğine olan hayranlığını ifade etmiştir. Ebü Saîd el-Harrâz’ın, “Allah’ı zıtları bir araya getirerek tanıdım” sözünü Muhyiddin İbnü’l-Arabî kendi tasavvuf anlayışına göre yorumlamış ve bu yorum tenkitlere yol açmıştır.
Harrâz şer’î hükümlere titizlikle bağlı kalmanın gereğine inanırdı. “Zahire aykırı düşen her gizli ilim (ilm-i bâtın) bâtıldır” sözü, kendisinden sonraki süfîlerin dillerinden düşürmedikleri bir vecize olmuştur. Bununla birlikte, “Mukarreb olanların günahı ebrârın sevabıdır”; “Ariflerin riyası müridlerin ihlâsından daha iyidir” gibi ifadelerle ortaya koyduğu görüşleri dolayısıyla tenkit edilmiştir. Harrâz hadis dinlemiş ve rivayet etmiş olmakla beraber güvenilir bir hadisçi sayılmamıştır.
Eserleri
1- Kitâbü’ş-Şıdk. Bu risalesi A. J. Arberry tarafından yayımlanmıştır. Eseri Abdülhalim Mahmud da neşretmiştir.
2- Kitâbü’l-Ferâğ. Tasavvuf psikolojisi bakımından önemli olan eser P. Nvvyia tarafından tahlil edilmiştir. Harrâz’ın Kitâbü’l-Hakâ’ik, Kitâbü’î-Keşf ve’1-beyân, Kitâbüş-Şıiât, Kitâbü Mifyâri’t -tasavvuf adlı risaleleri Kastamonu Kütüphanesinde bulunmaktadır. Bazı risaleleri de Kasım es-Sâmirâî tarafından Resâ’il fi’t-tasavvuf adıyla yayımlanmıştır.
Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi