Ebul ala el-Maarri Kimdir, Hayatı, Eserleri, Hakkında Bilgi

Ebü’l-Alâ’ Ahmed b. Abdillâh b. Süleyman el-Maarrî (ö. 449/1057} Meşhur Arap filozof ve şairi.

26 Rebîülevvel 363 ta­rihinde Halep’le Humus arasında bulu­nan Maarretünnu’mân’da doğdu. Baba tarafı Tenûh kabilesine mensuptur. De­desi, babası ve amcası bu bölgede kadı­lık yapmışlardır. Anne tarafı ise Halepli Benî Sebîke’dendir. Dört yaşlarında iken çiçek hastalığına yakalanarak gözleri­ni kaybeden Ebü’l-Alâ’nın çocukluk ve gençlik dönemiyle tahsili ve hocaları hak­kında fazla bilgi bulunmamaktadır. İlk öğrenimini babasının yanında yaptı. Bir ara Halep”e giderek İbn Hâleveyh’in ta­lebesi Muhammed b. Abdullah b. Sa’d’-dan dil ve edebiyat, Yahya b. Mis’ar et-Tenühî’den hadis okudu. Günümüze in­tikal eden eserlerinden onun lügat, ede­biyat, gramer, fıkıh ve tarih tahsili yap­tığı anlaşılmakta, ancak bu ilimleri ne zaman, nerede ve kimlerden okuduğu kesin olarak bilinmemektedir. Yirmi ya­şından sonra Irak ve Suriye bölgesinde kendisinden bir şey öğrenecek kimse bulamadığını söylediğine göre bu yaşlar­da tahsilini tamamlamış olmalıdır.

398 (1007) yılı sonlarında Bağdat’a gi­den Ebü’l-Alâ dil, edebiyat, fıkıh ve ke­lâm ilminde tanınmış âlimlerle görüştü. Bir süre Dârülilim’e devam etti. Onun düşünce hayatında fırtınalar koparacak olan felsefî eserleri burada tanıdı. Yak­laşık bir buçuk yıl sonra annesinin vefa­tı üzerine memleketine döndü ve uzlete çekildi. Bundan sonra da hep yalnız ya­şadı; et, süt ve yumurta yemedi. Körlü­ğünün yanı sıra ayrıca münzevi olarak yaşamasından ötürü kendisine “rehînü’l-mahbiseyn” (iki bakımdan mahpus) denil­miştir. Buna rağmen uzak bölgelerden gelen talebeleri ona yalnızlığını hissettir­mediler. Sonraları el-Hamâse sarihi ola­rak tanınan Hatîb et-Tebrîzî bunlardan biridir. Büyük bir yekûn tutan risaleleri de döneminin âlim ve ediplerinin kendi­siyle irtibat halinde olduğunu göster­mektedir.

Ebü’l-Alâ’nın, o dönemde Haçlılar’ın elinde bulunan Antakya ve Trablus’a gi­derek bazı âlimlerden ders aldığına dair haberler asılsızdır. Onun Bağdat’ı ziya­reti esnasında Şerif el-Murtazâ tarafın­dan hakarete uğradığı iddiası da doğru değildir. Zira Şerîf el-Murtazâ gibi edep ve nezaketiyle tanınan bir kimsenin âmâ bir ziyaretçiye hakaret etmesi düşünü­lemez. Ayrıca Ebü’l-Alâ’nın Şerif el-Mur­tazâ’nın babası için söylediği mersiye di-vanındaki en değerli şiirlerinden biri ola­rak kabul edilir.

Maddî sıkıntı içinde olmasına rağmen resmî görev almayan Ebü’1-Alâ Maar­retünnu’mân’da vefat etti. Mezarı başında yetmişten fazla şairin mersiye oku­duğu rivayet edilmektedir.

Ebü’l-Alâ kısa boyu, zayıflığı ve çirkin­liği sebebiyle hayatı boyunca aşağılık duy­gusundan kurtulamadı. Başkalarına gü­vensizliği, hayata karşı karamsarlığı ve bütün eserlerinde görülen aşırı tevazuu bu psikolojinin bir tezahürüdür. Kör ol­duğunu bildikleri halde başkalarının ken­disini görmesini istemezdi. Mağrur, alın­gan ve çabuk öfkelenen bir kişi olmakla birlikte utangaç, ince ruhlu ve yalnızlığı seven bir yapıya sahipti. Kendisinin de belirttiği gibi bu özellikleri hayatını şiirle kazanmasına engel oldu. Bir vakıftan gönderilen yıllık 30 dinarla geçinmek zorundaydı. Esasen dünyaya önem vermediği için değersiz elbiseler giyer, daha ziyade mercimek, incir ve arpa ekmeği yerdi. Ebü’l-Alâ toplumdaki fakih. kelâma, sûfî ve idarecileri ısrarla tenkit eder, on­ların cehaletini ortaya koymaktan bü­yük bir zevk alırdı. Bu tutumu başına birçok dert açmakla birlikte onun İslâm dünyasında tanınmasını ve talebelerinin artmasını sağlamıştır.

Felsefî Görüşleri

Ebü’l-Alâ, herhangi bir felsefe akımını benimsemeyen ser­best bir düşünür ve akılcı bir filozof sa­yılmalıdır. Yirmi yaşından İtibaren ken­dini düşünceye ve sanata adamış, hatta bazı konularda başkalarının düşünmesi gereken şeyleri de kendisi düşünmek durumunda kalmıştır. Hatîb et-Tebrîzfye, “Dirayet istiyor­san benden at, rivayet istiyorsan başka­sına gitmen gerekir” demesi de bunu gösterir.

Bilginin kaynağı ve değeri konusunda koyu bir rasyonalist olan Ebü’l-Alâ, duyu bilgisinin insana zan ve şüpheden baş­ka bir şey kazandırmadığını savunurdu. Aynca geleneklere, fakih, muhaddis, ta­rihçi ve kelâmcı gibi din otoritelerinin ileri sürdükleri şeylere itibar etmez, haşr. cennet, cehennem, ceza, mükâfat ve hac gibi büyük çoğunluğun tartışmasız ka­bul ettiği meseleleri tartışırdı. Dinî ha­yattan ziyade ahlâkî hayata büyük önem veren Ebü’l-Alâ yapmacık ve şeklî din­darlığa şiddetle karşıdır.

Ebü’l-Alâ felsefî görüşlerini şiirleriyle örmüş, çoğunlukla da bunları sembol ve mecazlarla ifade etmiştir. Bu yüzden bazı yeni araştırmacılar onun filozof sa­yılmaması gerektiğini ileri sürmüşler­dir. Halbuki bir eserin felsefî sayılabil-mesi için onun nesir halinde olması gibi bir şart yoktur. Nitekim Parmenides fel­sefesini şiirle anlattığı gibi Anaximandros ortaya çıkıncaya kadar Yunan felsefî kül­türü hep manzum şekildedir. Daha son­raki dönemde Empedokles’in de felse­fesini şiirle ifade ettiği bilinmektedir. Heraklitos, “anlaşılmaz karanlık filozof” diye anılacak kadar çokça mecaz kullan­mıştır.

Ebü’l-Alânın şiirle ifade ettiği derin ve karmaşık düşüncelerini anlayamayan bazı araştırmacılar onu küçümsemeye yeltenmişlerdir. Meselâ Emîn el-Hûlî, Ebü’l-Alâ’yı felsefenin kullandığı yön­temle bağdaşmayan, akıl ve mantığa olan güveni sarsan, aklın gücünü sınır­layan ve tabiatta geçerli kanunların zo­runluluğunu inkâr eden bir kimse ola­rak tanıtmaktadır. R. A. Nicholson, Aişe Abdurrahman ve Hâmid Abdülkâdir de bu­na yakın değerlendirmeler yapmakta ve onun düşüncelerini neden böyle kapalı ve dolaylı bir üslûp içinde gizleme gere­ğini duyduğunu araştırmaktadırlar. Bu arada Ebü’l-Alâ’nın karamsar bir dün­ya görüşüne sahip olmasını ve evlenme­mesini cinsî iktidarsızlıkla izaha çalış­maktadırlar. Ancak bu durum hiçbir za­man objektif olarak ortaya konamaya­cak bir husustur.

Eski müellifler Maarrî’yi daha çok di­nî-siyasî açıdan değerlendirirken çağ­daş araştırmacılar modern yöntemle onu bütün yönleriyle kritik etmekte, netice­de konuyla ilgili yeni problemler orta­ya çıkmaktadır. Ebü’l-Ferec İbnü’l-Cevzî, söylediği bazı şiirlerden dolayı Maar­rî’yi şiddetle tenkit ederek küfre girdi­ğini söylemektedir. Ayrıca onun el-Fuşûl ve’l-ğhyât’\ Kur’an’a nazîre olarak yazdığını ileri sü­renlerin yanında Risâletü’l-ğuî-rân’m İslâm’ı hafife atan ifadeler ve Maz-deizm’e ait fikirler ihtiva ettiğini söyle­yenler de vardır. İbn Kesîr ise yukarıda anılan kitabını el-Fuşûl ve’i-ğöyât fî mu’öraiati’s-süveri ve’1-âyât adıyla kaydetmektedir. Öte yandan Yakut’un Mucce-mü’l-üdeba adlı eserinde Ebü’l-Alâ’nın şiir ve nesir halindeki bazı İfadelerini tah­rif ettiği de bilinen bir gerçektir. Ona karşı takınılan bu olumsuz tavırların te­melinde felsefî, siyasî ve sosyal mesele­ler hakkında yeterli birikime sahip ol­madan klasik yazarlann Maarrfyi sade­ce dinî açıdan değerlendirmeye kalkış­maları yatmaktadır. Ebü’l-Alâ’nın eser­lerini okuyanlar, halkın dikkatini onun ih­tilâlci görüşlerinden saptırmak için inanç­larına hücum edildiğini kolayca anlaya­caklardır. İdarecileri bozgunculuk, gasp, istibdat ve fâsıklıkla itham eden şair, din adamlarını da dinle ilgili görüşlere körü körüne bağlanmakla suçlamıştır. Bundan dolayı her iki taraf da Ebü’l-Alâ’-yı cemiyetten tecrit etmek, fikirlerini ya­saklamak ve kendileri için tehlikeli ol­duğunu sandıkları görüşlerini tesirsiz hale getirmek amacıyla onu dinsizlikle itham etmişlerdir.

Ebü’l-Alâ’ya göre halkın vekili duru­mundaki yöneticiler, velinimetleri olan halka zulmetmekte ve onları aldatarak mallarını gasbetmektedirler. Kendisine, o dönemde Mısır’da yönetimi ellerinde bulunduran Fâtımîler’in imamın bilgi ve teşri” kaynağı olduğunu iddia ettikleri hatırlatıldığı zaman onların yalan söyle­diğini, akıldan başka önder bulunmadı­ğını, bu görüşlerin yöneticilerin çıkarla­rı için uydurulduğunu ifade etmiştir. Ona göre Fâtımîler kötülüğün yaygınlaşmasını isteyen, Peygamber’in yaptıklarını ortadan kaldıra­cak bir imamın gelmesini bekleyen kim­selerdir. Bu tutumu. Fâtamîler’in dâi’d-duâtının kendisiy­le yazışmasının ve inancından dolayı ona zarar vermeye çalışmasının sebebini de ortaya koymaktadır. Şu halde Alfred von Kremer’in, Ebü’l-Alâ’yı bir ahlâk filozo­fu olarak takdim edip olağan üstü de­hasıyla onun aydınlanma çağındaki bir­çok münevverden daha ileri fikirlere sa­hip olduğunu söylemesi hiç de mübala­ğalı bir görüş sayılmamalıdır.

Bu düşünceleri sebebiyle Ebü’l-Alâ’nm muhalifleri artmış, kendisine yöneltilen İftiralar ve eserlerinde yapılan tahrifler çoğalmıştır. İbnü’l-Verdî, Ebü’l-Alâ’nın, “Ben kendisine iftira edilen biriyim” de­diğini nakletmektedir. Ebü’l-Alâ, bazı kimselerin eJ-jLüzümiyydftaki bir kısım şiirlerini tahrif ettiklerini görünce bunlara reddiye olmak üzere Zecrü’n-nâbih ve Necrü’z-Zecr adlarıyla İki kitap yazarak yapılan tahrifleri ortaya koymuş­tur. İbnü’l-Adîm’in belirttiğine göre, Ha­lep Emîri Muizzüddevle Sümâl b. Salih’e yazıp gönderdiği Risâletü’d-dab’ayn’-da kendisini küfür ve dinsizlikle itham eden İki kişiyi şikâyet etmiştir.

Eserleri

Ebü’l-Alâ irili ufaklı, manzum ve mensur yetmişten fazla eser bırak­mıştır. Eserlerini yazdırdığı Ali b. Abdul­lah b. Ebû Hâşim el-İsfahânfye kitapla­rının bir listesini yaptırmıştır[56]. Bu listede her eserin hacmi, mahiyeti ve muhtevası hakkında bilgi ve­rilmektedir. Ebü’l-Alâ’nm kitaplarının ve şiirlerinin pek azı günümüze ulaşmıştır.

Manzum Eserleri

1- SaktÜZ-zend. Ebü’l-Alâ’nın daha çok hayatının ilk dö­neminde yazdığı şiirlerin toplandığı bu divanda, herhangi bir sıra gözetilmeden bir araya getirilmiş olan kaside, mersi­ye ve günlük hayata ait 3000’den fazla beyti ihtiva eden 113 şiir bulunmaktadır. Tema olarak basit olayları konu edinen ve üslûp itibariyle tumturaklı olan bu şiirlerde daha çok Mütenebbfnin tesiri sezilmektedir. Divandaki en güçlü şiirle­ri mersiyeleridir. Tâhâ Hüseyin, bu eser­de Hanefî fakihi Ebû Hamza için söylenmiş bir mersiyenin Arap edebiyatının en güçlü mersiyelerinden biri olduğunu ka­bul eder. Divanın sonunda zırh tasviriyle ilgili şiirlere yer verdiği için “ed-Dİr’iy-yât” adını taşıyan bir bölüm vardır. Eser Şâkir Şükayr, Nihad Rızâ, İbrahim ez-Zeyn ve Ahmed Şemseddin tarafından yayımlanmıştır. Saktü’z-zend’e çeşitli âlimlerce şerhler yazılmıştır. Bunların ilki, bizzat şairin garîb kelime­leri açıklamak suretiyle yaptığı Dav’ü’s-Sakt adlı çalışmadır. Bu şerh, Şâkir Şü­kayr tarafından yayımlanan Saktü’z-zend’in zeylinde neşredilmiştir. Daha sonra Ebü’l-Alâ’nın talebe­si Ebû Zekeriyyâ Yahya b. Ali et-Tebrîzî ile İbnü’s-Sîd el-Batalyevsî ve Kasım b. Hüseyin el-Hârizmrnin yazdığı üç şerh, Tâhâ Hüseyin başkanlığında kurulan bir heyet tarafın­dan tahkik edilerek Şürûhu Sakti’z-zend adıyla beş cilt halinde yayımlanmıştır, Ayrıca Ebû Ya’küb Yûsuf b. Tâhir el-Huveyyî’nin Şerhu’t-tenvir calâ Sakti’z-zend adıyla yaptığı şerh ile Abdülkâdir Canbâz’ın cArfü’n-nediî şerhi Sakp’z-zend’\ (baskı yeri ve tarihi yok), Ahmed Şemseddin’in Saktü’z-zend adını verdiği şerhi sayılabilir. Ahmed İbrahim Şerifin de Saktü’z-zend li-Ebi’î-eAla el-Ma’ar-rî adında bir araştırması bulunmaktadır, Z. Lüzûmü mâ lâ yelzem {el-Lüzümiyyât}. 11.000 beyitten oluşan bu divan Maarrrnin bilgi, ahlâk, madde. Allah, ruh, siyaset ve sosyal hayatla ilgi­li görüşlerini ihtiva etmektedir. Bu ba­kımdan eser bir divandan ziyade bir fel­sefe kitabı mahiyetindedir. Rivayete gö­re Ebü’l-Alâ’nın divanına bu İsmi verme­sinin sebebi, Arap aruzuna göre kafiye beytin son kelimelerinin son harflerinin (revî) aynı olmasından ibaretken bura­da onun revîde kafiye için iki harf kul­lanmayı tercih etmiş olmasıdır. “Lüzû­mü mâ lâ yelzem” aslında cedel ilmin­de bir terim olup Ebü’l-Alâ onu felsefî amaçla kullanmıştır. Bu da ya hasmın kendi anlayışına göre gereksiz olduğu­nu kabul ettiği şeylerin gerekliliği veya hasmın inançlarına uygunluğu sebebiy­le doğru düşüncelerin lüzumlu ve zaru­ri olmadığına inanmasının gerekliliğidir. Şairin tabii olmayan bu kabil zorlamaları birçokları tarafından tenkit edilmiş, hat­ta bu eseri sırf lügat bilgisini göstermek için yazdığı ileri sürülmüştür. Tâhâ Hü­seyin, onun asıl fikirlerini halktan gizlemek için bu külfete katlandığını söy­lemektedir. 1940’lı yılların başında eî-Lüzûmiyyât’ı tarih sırasına göre tertip etmek isteyen Abdülvehhâb Azzam ile Ömer Ferruh bunun imkânsız olduğunu görerek bu işten vazgeçmişlerdir. Ebü’l-Alâ, el-Lüzûmiyyât’takı garîb kelimele­ri açıklamak için Râhatü’l-Lüzum adıy­la bir şerh yazmışsa da “100 forma” ol­duğu söylenen bu eser günümüze kadar gelmemiştir, el-Lüzûmiyyât hakkında İlyâs Sad Gâlî’-nin Hadîkatü’ş-sadâkati ve’ş-şıddîk fî Lüzûmiyyâti Ebi’l-‘Alâ el-Macarri, Mustafa es-Sa’denfnin eJ-Binâ’ü’î-lafzı iî Lüzûmiyyâti’I-Ma’ar-rî ve Kemâl el-Yâzî-cî’nin Ebü’l-cAlâ3 ve Lüzûmiyyâtühû adlı araştırmaları bulun­maktadır. el-Lüzû-miyydftan yapılan muhtelif seçmeler arasında İbnü’s-Sîd el-Batalyevsfnin Şer-hu’l-Muhtâr min Lüzûmi mâ lâ yel­zem; Hâlid Hattâb’ın Dîvânü Ebi’l- cAIâ el-Macarri ev müntahabâ-tö7-Lu’zûmiyyâf; Ab­dullah Mugîfe — Ahmed Nesîm’in el-El-zem min Lüzûmi mâ lâ yelzem; Yuhannâ Kumeyr’in Ebul-‘Alâ3 el-Ma’arrî iî Lüzûmiyyâtihî di-râse, şi’r muhtar adlı eser­leri zikredilebilir. İngiliz şarkiyatçısı J. Cariyle eserden bazı parçalan İngilizce ve Latince’ye, Emfn er-Reyhânî de The Luzümiyât of Abu’l-cAlâ ve The Ouatrains of Abu’l- ‘Ala3 Selected from his Luzüm mâ lâ Yalzam and Saqt az-Zand adlarıyla İngilizce’ye çevirmiştir. Ayrıca H. Baer-lein The Divan oî Abu’l-‘Ala3 ve R. A. Nicholson The Meditation of Ma’arrî, Sudies in Islamic Poetry[81] adlarıyla eseri tercüme etmişlerdir. eJ-Lüzûmiyyöf’tan bazı kı­sımlar Alfred von Kremer tarafından Ein Freidenker des Mam ve Phiîosophische Gedichte des Abu – cAlâ Ma earrî adıy­la Almanca’ya çevrilerek yayımlanmıştır (ZDMG |1878|, sy. 29, 30, 31,38). Eseri A. S. Yurtman Ebü’l-Alâ’ el-Maarrî Diva­nından Seçmeler adıyla Anadolu Türkçesi’ne, Mûsâ Cârullah da el-Lüzûmİyyât adıyla kuzey Türkçe’si­ne tercüme etmiştir. Ayrı­ca Daniel Bucân bazı parçaları Sırpça-Hırvatça’ya çevirmiştir.

Mensur Eserleri

1- eî-Fusûl ve’l-ğâ-yât iî temcîdillâh ve’î-mevâ’iz. Tarih boyunca adı el-Fuşûl ve’1-ğâyât fî mu-hâzâti’s-süver vei-dydf veya el-Fuşûl ve’1-ğâyât iî mu’ârazati’s-süver ve’l-âyât şeklinde tahrif edilip Kur’an’a na-zîre olarak yazılmış bir kitap olduğu ile­ri sürülmüştür. Eser Muhammed Hasan Zenâtî tarafından yayımlanmıştır. Ebü’l-Alâ bu kitaptaki garîb kelimeleri ve bilme­celeri çözmek için İklîdü 1-ğâyât ve es-Sâdin adıyla iki şerh yazmıştır. Ancak bunların günümüze gelip gelmediği bilin­memektedir.

2- Mülka’s-sebîl îi’1-va’z ve’z-zühd. Gaflet içinde bulunan insan­ların fâniliğinden bahseden eser nesir -nazım karışımı olup Hasan Hüsni Abdül­vehhâb et-Tunisî ve Kâmil Kılanı tara­fından neşredilmiştir.

3- Zecrü’n-nûbih. Ebü’l-Alâ bu eseri, kendisini dinsizlikle itham edenlere reddiye olarak yazmıştır. Emced et-Trablusî eserden bazı seçme­ler yaparak yayımlamıştır. Muhaliflerinin Zecrü’n-nâbih’te bulunmayan bazı beyitleri delil göstere­rek Ebü’l-Alâ’yı tekfir etmeleri üzerine müellif bu defa yine reddiye mahiyetinde olan Necrü’z-Zecr”\ kaleme almıştır.

C- Risaleleri. Ebü’l-Alâ’nın risaleleri onun çeşitli vesilelerle yazdığı mektup­lardan ibarettir. Bir kısmı çok kısa, bir kısmı da hayli uzun olan bu risaleler biz­zat Ebü’l-Alâ tarafından müstakil birer eser kabul edilmiştir. Bunların belli başlı­ları şunlardır:

1- Risâletü’l – gufran. Çağ­daşı Halepli Ebû Mansûr Ali b. Kârih’e yazdığı uzun bir mektuptur. Eser İbra­him el-Yâzıcî, Kâmil Kflânî ve daha başkaları ta­rafından yayımlanmakla beraber bunla­rın hepsi eksik olup tam neşrini Âişe Ab-durrahman Bintüşşâtî. gerçekleştirmiş­tir.

2- Risâletü’s-sahil ve’ş-şâhic. Atla katırın konuşmaları şeklin­de düzenlenen bu risale Kelîle ve Dim-ne’ye benzemektedir. Kelîle ve Dimne hayvan hikâyeleri tarzında olduğu hal­de bu eser devrinin tarihî, siyasî ve sos­yal olaylarını hayvanların dilinden nak­letmektedir. Hemen bütün eserlerinde olduğu gibi bu risalede de çok ağdalı bir dil kullanan Ebü’l-Alâ eserdeki garîb kelimeleri, mecazları ve tevriyeleri açık­lamak üzere Lisânü’s-sahil ve’ş-şâhic adıyla bir kitap yazmıştır. Risâletü’s-sa­hil Âişe Abdurrahman tarafından yayım­lamıştır. Ebü’1-Alâ ayrıca Kehle ve Dimne tar­zında eî-Kö^if adlı bir eser yazmış ve bunu Menârü’l-Kâ’if adıyla şerhetmiştir.

3- Risâietü’î-melâ’îke. Bu risalede Ebü’l-Alâ ihtiyarlığından söz ederek ar­tık ölüm meleğiyle çekiştiğini söylemek­te ve talebelerin kendisine sorduğu sar­fa dair sorulan alaylı bir üslûpla melek­lere sorup cevabını onlara verdirmekte­dir. Eseri Abdülazîz el-Meymenî Ebü’l-”Ada ve mâ ileyhi adlı çalışmasının so­nunda müstakil bir risale halinde, Kâmil Kîlânî Rîsâletül-ğuîiân içinde ya­yımlamış, ayrıca Muhammed Selîm el-Cündî tarafından da neşredilmiştir. İ. Kraçkovsky risaleyi Rusça tercüme ve şerhiyle bir­likte yayımlanmıştır (Leningrad 1932).

4- Risâietü’î-henâ {Risale fi’l-hena). Eser Kâmil Kîlânî ve İhsan Abbas ta­rafından neşredilmiştir.

5- Risâletü’s-şe-yâtin. Sarf ilmine ait konularla aruz me­selelerinden ve şairlere ilham veren me­lek ve şeytanlardan bahseden risalenin belli bir adı bulunmadığı halde konusu dikkate alınarak naşiri Kâmil Kîlânî ta­rafından bu şekilde adlandırılmıştır.

6- Risâietü’î-iğrîd {er-Risâletü’l-iğrtdiyye). İbnü’s-Sikkîfin Işlâhu’l-mantıkaöh eserinin Ebü’l-Kâsım Hüse­yin b. Ali el-Mağribî tarafından yapılan hulâsası hakkındaki bu risaleyi Kâmil Kî­lânî ve İhsan Abbas yayım­lamıştır. Maarrînin bu risaleye Şerhu’r-Risâleti’l-iğrîdiyye veya Tefsîru risâ-leti’l-iğrîd adıyla yazdığı şerhi Saîd Seyyid İbâde neşretmiştir.

7- Risâietü’î-menîh (er-Risâietü’î-menîhiyye). Maarrî’nin Vezir Ebü’l-Kâsım el-Mağribrye yazdığı bir mektup olup Kâ­mil Kîlânî tarafından Risâîetü’i-gufran içinde, ayrıca İhsan Abbas tarafından Resâil ile birlikte yayımlanmıştır.

8- Risale fî ta “ziyeti Ebî cAlî b. Ebir-ricâl fî veledihî Ebi’l-Ezher.

9- Ri­sâietü’î -ahreseyn.

10- Risale fî mâ câ3e “aiâ tiî’âl.

11- Resâ’il beyne Ebi  el-Ma’arri ve dâci’d- du’âti’l – Fâtımiy-yîn. Mısır’da dâi’d-duât olan Ebû Nasr b. Ebû İmrân ile Ebü’1-Alâ el-Maarrî ara­sında vejeteryanlıkla ilgili mektuplaşma­ları İhtiva eden bu risaleler Kâmil Kîlâ­nî tarafından Risâletü’l-gufran içinde, ayrıca Muhibbüddin el-Hatîb tarafından müstakil ola­rak yayımlanmıştır.

Maarrrnin risalelerinin çoğu Resâ’ilü Ebi’l-cAlâ ei-MaVn” adıyla Abdülke-rîm Halîfe, Halil el-Hûrî (Beyrut, ts.,Dârü’l-kâmûsi’l-ha-dîs) ve İhsan Abbas tarafından neşredilmiştir. Ayrıca Resâ’i-lü Ebi’î-^Ala el-Macarrima’a şerhihâ adıyla Sâhin Efendi Atıyye ve İthâiü’l-füzalâ1 bi-resâ’ili Ebi’1-^AÎâ3 adıyla Muhammed Abdülhakîm ei-Kâdî ile Muhammed Ab-dürrezzâk Arafat da bu ri­saleleri yayımlamışlardır. D. S. Margo-liouth, risalelerin Arapça metinleriyle bir­likte İngilizce tercümelerini The Letters of Abu7-”Ala of Ma’arrat an-No’mân adıyla neşretmiştir. Hüseyin Haseneyn’in de Resâ’ilü Ebi’l-‘Alâ ve şi’mhû adlı bir çalışma­sı bulunmaktadır (Kahire, ts.).

Ebü’l-Alâ’nın bu risalelerinden baş­ka “800 forma” hacminde Dîvânü’r-re-sd’ii’inden ve risâlelerindeki garîb keli­meleri açıkladığı Hâdimü’r-resâ’il adlı bir kitabından söz edilmekte, fakat bu eserlerin günümüze gelip gelmediği bi­linmemektedir. Onun şiir ve nesirlerinden yapılan seçmeler Muhtârât min Ebi’l-‘Alâ3 el-Macarri adıyla yayımlanmıştır (Beyrut, ts.].

Şerhleri.

1- Abesü’l-velîd. Buhtü-rî divanının şerh ve tenkidine dair olan eser Muhammed Abdullah el-Medenî ve Nâdıya Ali Devle tarafından yayımlanmıştır. Mustafa es-Sa’denî’nin bu eser üzerinde Nakdü’ş-şi’r iî QAbe-si’l-velîd adlı bir çalışması vardır (İsken­deriye 1990 |?|).

2- Dîvânü İbni Ebi’l-Haşîne es-Sülemî.

3- Şerhu Dîvâni Hamaseti Ebî Temmâm. Ebû Temmâm’ın şiirinin yorumuy­la ilgili olduğu söylenen, fakat elde bu­lunmayan altmış formalık Zikrâ Habîb adlı eserinin bu şerhle ilgisi olup olma­dığı bilinmemektedir.

4- Şerhu Dîvâni Ebi’t-Tayyib el-Mütenebbî {Mu’cizu Ahmed).

5- Tefsîru ebyâti’l-mecânî min şicri Ebi’t-Tayyib el Mütenebbî.

Ebü’l-Alâ el-Maarrfnİn tahkik edilme­den yayımlanan eserlerinde onun yazı­ları ve şiirleri tahrif edilerek kendisine ait olmayan şiirler ona nisbet edildiği için bu baskıların ilmî bir değeri bulun­mamaktadır.

Felsefe ve metot bilgisi zayıf olan bir kısım çağdaş Arap edebiyatı tarihçisi, eskilerin Ebü’l-Alâ hakkındaki görüşle­rini aynen tekrarlayarak onu Hint, İran veya Yunan felsefesi etkisinde kalan, ori­jinaliteden yoksun biri olarak göstermek­tedir. Ebü’l-Alâ ve felsefesi hakkında ba­şarılı araştırmalardan biri, Abdullah el-Alâyîlî’nin kaleme aldığı el-Mazairi zâ-like’l-mechûl adlı kitaptır. Edebî tenkit açısından en iyi çalışma ise Tunuslu araştırmacı Hüseyin el-Vâdd’in eî-Binyetü’l -kışaşiyye fî Risâleti’l-ğuf-rân adlı eseri gösterilebilir. Ebü’1-Alâ el-Maarrfnin lehinde ve aley­hinde birçok kitap yazılmıştır. Bunlar’dan bazıları şunlardır: Ebû Tâhir es-Silefî (ö. 576/ 1180), Ahbâru Ebi’l- ‘Alâ, İbnü’i-Adîm el-Halebî,  el-İnşâf ve’t-taharrî fî defci’z-zulmi ve’t-tecerri can Ebi’l-‘Alâ3 el-Macarri; Süyûtî, Kitâbü’t-Teberrî min ma’arre-ti’l-Maca; Fetûh Hüseyin, “Akidetü Ebi’l-^Alâ; Ma’rûf er-Ru-sâfî, Arâ’ü Ebi’l-‘Alâ eî-Ma^arri; Se­lîm el-Cündî, el-Câmİc fî ahbâri Ebi’l-C/Ud3 ei-Ma W (l-li,|yer belli değil] 1962]; Hâmid Abdülkâdir, Felsefetü Ebi’I-‘Alâ ve Felsefetü’ş-şek ve’l-Jd’edriyye lede’l-Ma’arri ve’l-Hayyâm; Ganim el-Huzâî, Ebü’l-Ala; Mârûn Ab-bûd, Ebü’l-‘Alâ3 el-Macarrî: zevbe’a-tü’d-dühûr; Adnan Ubeyd el -Alî. el-Macarri beyne’ş-şekki ve’i-îmân (yüksek lisans tezi, Ezher Üniversi­tesi, 1979); Salâh Rızâ. Neşru Ebıl-‘Alâ el-Maçarrî; Velîd Mahmûd Hâlis, Ebü’l-‘Alâ3 el-Ma’arrî: nâkıden; Saîd Seyyid Ubâde, Ebü’l-cAîa en-nâkidü’l-edebî; Ubeyd el-Berîkî, Ebü’l-‘Alâ3 el-Ma’arrî mine’t-temer-rüd ile’l -‘ademiyye; Mustafa Receb, Felsefetü’t-terbiye ‘in­de Ebi’l-‘Alâ el-Macarr; Tâhâ Hüseyin, Şavtü Ebi’l-‘Alâ; İbrahim es-Sâmerrâî, Ma’a’l-Ha’arrî el-iuğavî; Mustafa Salih, Keşşâfü meşâdin dirâse-tiEbi’l-‘Aîa el-Ma; Muhammed Mustafa Belhâc, Şâ’iriyyetü Ebi’l-‘Alâ3 fî nazari7-kudemâ; Mustafa es-Sa’denî, ei-Binâ3ü’l-lafzı fî Lüzûmiyyâti’l-Ma’arrî; Ahmed et-Tavîlî. Rehînü’l-mahbiseyn Ebü’I-cAlâ3 el-Ma’arrî; Âbdülkerfm el-Hatîb. Rehînü’l-mahbiseyn Ebü’l- ‘Ala3 eî-Ma’arrî beyne’l îmân ve’l-ilhâd; Abdülkâdir Zeydân, Ka-dâya’î-‘aşr fî edebi Ebi’l-cAlâ3 el-Ma’arrî; Züheyr Gâzî Zâhİd, Luğatü’ş-şi’r ‘inde’l-Ma’arrî; Abdülmecîd Diyâb. Ebü’l-‘Ala3 eI-Macarrî ez-zâhid el-müfterâ ‘aleyh; Muhammed Habîb Ham-mâdî, eI-Macarri ve cevânib mine’l-Lüzûmiyyât; Atâ eİ-Bekrî, el-Fikrü’d-dînî ‘inde Ebi’l-‘Alâ3 el-Ma’arrî; Muhammed Merâsî, Ebü’l-‘Alâ3 sâ’iren ve hâ’iren; Habîb Rahûme, el-Ma’ar-rf; Muhammed Abdülhakîm et-Kâdî, îthâfû’l-hizala bi-resâ’Ui Ebi’l-‘Alâ; Hammâd Hasan Ebû Şâvîş, en-Nakdü’I-edebî el-hadîş hav­le şi’ri Ebi’l-‘Alâ’ eî-Ma’arrî; Muhammed Tâhir el-Hımsî, Me-zâhibü Ebi’l-‘Alâ3 ü’l-luğa ve ‘ulûmi-hâ; Muhammed Abdülme-dti Tavîl, el-cAruz ve’1-kavâfî ‘inde Ebi’l-cAla  el-Ma’airî. Ay­rıca Semîr Merzûki’nin Trois visions du Satan adlı çalışması da burada zikre­dilebilir. Abdülazîz el-Meymenî tarafın­dan kaleme alınan Ebü’l -‘Ala3 ve mâ ileyh adlı çalışma, Ebü’l-Alâ’nın hayatı ve edebî şahsiyeti hakkın­da yazılan kitapların en ciddisi kabul edil­mektedir. AbdüllaÜf Nevzâd, Sebîlürre-şâd mecmuasında seri halinde neşredi­len yazılarında Maarrînin hayatını ve fi­kirlerini İncelemiş, sonuçta onun dini bütün büyük bir düşünür ve şair olduğu­nu ortaya koymuştur (1330, sy. 185, 191-192, 194-196, 198,202).

Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski