Fransız Sömürgeciliği
XVI. yüzyılda siyasî istikrarın sağlanmasının ardından sanayi ve ticaretin, özellikle de deniz ticaretinin güçlenmesi Fransa’nın deniz aşın boyutlarda genişlemesine yol açtı. Öncelikle Amerika kıtasına açılarak ülkenin zenginliğinin arttırılmasına çalışıldı; Güney Amerika’da Rio de Janeiro, Kuzey Amerika’da Quebec (1608) ilk kurulan sömürgelerdi. Fransızlar’in Kuzey Amerika’daki toprakları Acadia’nın (Nova Scotia) kuzey kıyılarından Büyük Göller’in ötesine, Mis-sissippi ırmağının doğu kıyısından Meksika körfezine ve yeni kurulan New Orleans’a kadar uzanıyordu; ancak bu sömürge topraklan 1763te Paris Antlaşması’yla İngiltere’ye terkedildi.
Fransa daha sonra sömürgeci ülkeler arasında İlk defa Afrika kıtasına yönelen ülke oldu. Senegal ile başlayan Afrika sömürgeciliğinde en büyük gelir kaynağını köle ticareti teşkil etti; buradan toplanan zenci köleler Kuzey ve Güney Amerika’daki sömürge topraklarına yerleştiriliyordu. XVII ve XVIII. yüzyıllarda Hint yarımadasını da kapsamına alan Fransız sömürgeciliğinin İslâm dünyasını ciddi bir şekilde etkilemesi XIX. yüzyılın ilk yansına rastlar. 1830 yılında Cezayir’i ele geçirmeye çalışan ve ummadığı biçimde bir direnişle karşılaşan Fransa, uzun ve kanlı mücadelelerden sonra 1847’de Emîr Abdülkâdir el-Cezâirî’nin teslim olmasıyla amacına ulaştı. Cezayir’de çok katı bir sömürgecilik uygulandı ve verimli topraklan halkın elinden almanın, birtakım ek vergiler koymanın ötesinde muhalefet kaynağı olarak görülen dinî kurum ve okullar da kapatıldı. Böylece Cezayir, maddeten sömürül-mesinin yanı sıra yoğun bir kültür emperyalizmine yani Fransızlaştırmaya da tâbi tutuldu. XIX. yüzyılın ortalarında Senegal’den iç bölgelere doğru ilerlemek isteyen Fransız kuvvetleri el-Hac Ömer liderliğindeki Fûlânîler tarafından durduruldu. Bunun üzerine Fransa Senegal’i ilhak siyaseti uyguladı ve bölgedeki zenci kabile reislerini denetim altına alarak kendi devlet himayesini zorla kabul ettirdi.
1871 Almanya yenilgisinden sonra bir süre içine kapanık bir politika takip eden Fransa, kısa sürede kendini toparlayarak 1880’lerde tekrar sömürge siyasetine döndü. İngiltere’nin Afrika’daki sömürgelerini arttırması Fransa’da rekabet hırsı uyandırdı. 1878 Berlin Kongresi’n-de İngilizler’in Fransa’nın sömürgeci girişimlerine karşı çıkmayacaklarını ima etmelerinden cesaret atan Fransa, 1881′-de Cezayir sınırında meydana gelen küçük bir olay bahanesiyle İtalya’nın da göz diktiği Tunus’u neredeyse savaşmak-sızın ele geçirdi. Komşu Cezayir’de yaptığının aksine burada geleneksel içtimaî ve siyasî yapıyı yıkmadan bir nevi hâmilik sistemi kurdu ve Tunus’un beylik yönetimini muhafaza etti; ancak bir de Fransız vali tayin ederek bölgedeki gelişmelerin kontrolünü elinde tuttu.
1880’lerde kabaran sömürgecilik ihtirası Fransa’yı Senegal’den iç kesimlere doğru tekrar harekete geçirdi. Fransa, Nijer nehrinden aşağı sarkmayacağına dair İngilizler’e güvence vererek karşı çıkmalarını Önledikten sonra kuzeye ve doğuya yöneldi. Yüzyılın sonuna kadar bugünkü Mali, Nijer, Cad ve Orta Afrika Cumhuriyeti topraklarını ele geçirerek Sudan’a kadar ilerledi. Daha sonra bu sömürgeler Fransız Batı Afrikası adıyla bir federasyon halinde birleştirildi (1895). Bölgede Fransız sömürge toprakları dışında kalan tek ülke Fas’tı. Burayı da ele geçirip Kuzey Afrika’daki hâkimiyetini perçinlemek isteyen Fransa’nın bu konudaki gecikmesinin en önemli sebebi İngiltere, İspanya ve Almanya’nın sergiledikleri karşı tavırdı. 1904’te İngiltere ve İspanya ile ayrı ayrı anlaşarak harekete geçen Fransa, Almanya’nın karşı atağa kalkmasıyla bir sonuç alamadıysa da Fas üzerindeki baskılarını arttırmaya devam etti. Almanya Fas meselesini görüşmek üzere milletlerarası bir konferans toplamayı başardı; ancak neticenin Fransa lehine olmasını engelleyemedi. 1906’da İspanya’nın Algeciras fCezîretülhadrâ) şehrinde toplanan konferansta alınan kararlarla Fas’ta güvenlik ve barışın korunması görevi Fransızlara verildi; böylece Fransa’nın bu ülke üzerindeki nüfuzu milletlerarası alanda kabul görmüş oldu. Fasın kuzeyini 1904 antlaşmasıyla İspanya’ya bırakan Fransa 1907’den itibaren diğer kesimleri yavaş yavaş işgale başladı; Vüc-de, Dârülbeyzâ, Sittat. Büşirûn ve Bi-nahmed ilk ele geçirilen yerler arasındaydı. 191 l’de bazı Arap ve Berberi” kabilelerinin ayaklanmasının ardından yabancıların hayatlarını koruma bahanesiyle başşehir de işgal edildi. Bu işgale karşı çıkan Almanya ile dört ay süren müzakereler sonucu anlaşma sağlandı. Almanlar Kongo’da 275.000 m2’lik arazi karşılığında Fransızlar’ı Fas’ta serbest bıraktılar. Sultan Abdülhaffz’e imzalattırılan 1912 Fas Antlaşması’yla Fransa Fas’ı himayesine aldı. Bu antlaşma ile sultanın içerideki hâkimiyeti kabul ediliyor, ülkenin milletlerarası ilişkileri ise Fransa tarafından üstleniliyordu: gerçekte ise hem iç işleri hem dış işleri üstlenilmişti.
Fransız sömürgeciliği I. Dünya Savaşı ile doruk noktasına ulaştı. Osmanlı İmpa-ratorluğu’ndan kopan Suriye ve Lübnan’ın da himaye altına alınmasıyla 1920’dekİ Fransız sömürgelerinin arazi toplamı 12.5 milyon km3’yi buldu. Ancak Fransa müslüman sömürgelerinin hiçbirinde hüsnü-kabul görmemiş, otoritesini yalnız güç kutlanarak tesis edebilmişti. Bunun anlamı, askeri yönden zaafa düştüğü anda müslüman sömürgeleri elde tutmasının artık mümkün olamayacağı idi. Nitekim I. Dünya Savaşı sonrasında kıpırdanmalar ve yönetime karşı başkaldırmalar görülmeye başlandı. Suriye ve Lübnan’da köklü bir nüfuza sahip olduğunu düşünen Fransa çok geçmeden yanıldığını anladı. Esasen daha Suriye’ye gelişinin ilk yıllarında kanlı veya kansız çeşitli karşı koymalara mâruz kalmıştı. Bir grup Suriye ileri geleni müzakere yoluyla ülkenin bağımsızlığını elde etmeye çalışırken aşın milliyetçilerin etkili olduğu kesim ise vurkaç taktikleriyle onları ülkeden çıkarmaya uğraşıyordu. 1919 sonbaharında İngilizler’in boşalttığı Güney ve Güneydoğu Anadolu’yu İşgalleri ise tam bir hezimetle sonuçlanmış ve beş ay sonra ayaklanan halk tarafından dışarı atılmışlardı. Suriye’deki İsyanlann en kanlı ve en ciddi olanı 1925-1927 yıllan arasında devam edenidir. 1927’de isyanın sona ermesinin ardından anayasa görüşmeleri başladı, fakat II. Dünya Savaşı’nın sonuna kadar neticelendirilemedi. Yaklaşık yirmi yıllık müzakere döneminde Fransızlar ülkede istedikleri gibi tasarrufta bulunma mücadelesi verirken Suriyeliler de onların müdahalesini en aza indirme çabası içinde oldular.
I. Dünya Savaşı’nın ardından benzeri gelişmeler Kuzey Afrika topraklarında da yaşandı ve buralarda Fransız sömürge idaresini sona erdirmeyi amaçlayan çeşitli teşkilâtlar faaliyet gösterdi; bunların en etkilileri kuruluşu savaş öncesine uzanan el-Cezâirü’l-fetât ile(Cezayir, 1912) el-Hizbü’d-düstûrî(Tunus, 1920) ve Kütletü’l-ameli’l-vatanî idi(Fas, 1934). Aynı anda, müslüman sömürgelerin hemen hepsinde bağımsızlık hareketleriyle uğraşmak durumunda kalan Fransa tâviz vermek zorunda kalıyordu. Tunus’ta el-Hizbü’d-düstûrî’nin lideri Abdülazîz GS-Seâlibî ve daha sonra kurulan el-Hizbü’l-hür ed-düstûrî el-cedîd’in lideri Habîb Burgiba’nın tutuklanıp yoğun halk desteği sonucu serbest bırakılmaları ve Cezayirliler’e siyasî parti kurma hakkının verilmesi (1936) Fransız sömürge yönetiminin giderek zayıfladığının işaretleriydi. Fransa’nın 1940’ta Almanya karşısında uğradığı yenilgi sömürgelerini bağımsızlık yolunda iyice ümitlendirdi. Cezayir’de daha önce Fransız sistemi içerisinde asimilasyonu savunan Ferhad Abbas ile bağımsızlık taraftarları birleşerek 1942’de el-Beyânü’l-Cezâirî (Ma-nifeste algerien) adındaki bildiriyi ilân ettiler. Bu belgede Cezayir’de sömürgeciliğin sona erdirilmesi, halka kendi geleceğini belirleme hakkının verilmesi, savaş sonrasında bağımsız bir devlet kurulması, anayasayı hazırlayacak kurucu meclis için seçimler yapılması, Cezayir-liler’in derhal yönetime katılmalarının sağlanması ve siyasî tutukluların serbest bırakılması isteniyordu. Aynı yıl Tunus Beyi Muhammed el-Munsif millî bir hükümetin teşkilini, Fas’ta İse Hizbü’l-ıslâh İle Hizbü’l-vahde ve’l-istiklâl ortak bir bildiri yayımlayarak tek ve bağımsız bir Fas devletinin kurulmasını istediler.
II. Dünya Savaşfnda Fransa’nın önemli güç kaybına uğramasına paralel biçimde müslüman sömürgelerde gelişen milliyetçilik ve bağımsızlık hareketleri sömürgeciliğin sonunun geldiğini gösteriyordu. İlk olarak Suriye ile Lübnan bağımsızlıklarını ilân ettiklerini açıkladılar ve 1944’te Amerika Birleşik Devletleri ile Sovyetler Birliği tarafından tanındılar. Fransa bu durumu kabul etmeyerek Suriye ve Lübnan’la,, kendisine birtakım iktisadî ve askerî haklar sağlayacak bazı antlaşmalar yapmak istedi ve zorlayıcı faktör olarak karaya asker çıkardı. Bunun üzerine halk ile Fransız birlikleri arasında kanlı çatışmalar çıktı. Sonunda İngiltere’nin de desteğini alan bu ülkeler Fransa’yı bölgeden askerlerini çekmeye ve bağımsızlıklarını tanımaya mecbur bıraktılar (1946).
Savaş sonrasında Tunus, Cezayir ve Fas’ta da bağımsızlık hareketleri yoğunlaştı. Tunus’ta Burgiba, kendi partisinin önderliğinde bütün siyasî kuruluşları ve halkı İçine alan bir bağımsızlık kongresi düzenledi(Ağustos 1946). Polis tarafından basılan kongrede birçok kişi tutuklanırken Burgiba Mısır’a sığındı; ancak başlatılan mücadele işçi sendikaları etrafında odaklaşarak devam etti. Cezayir’deki bağımsızlık hareketi ise Mayıs 194S’te binlerce müslüman öldürülüp binlercesi tutuklanarak ve bağlı oldukları teşkilâtlar kapatılarak engellenmek istendi. Bu kanlı olayların ardından hareketin İleri gelenleri ikiye ayrıldı. el-İt-tihâdü’ d – dîmukrati li’ I – beyâni’ I – Cezâirî yanlısı olanlar Fransız birliği içinde özerk bir Cezayir’in kurulmasını İsterken Hare-ketü’l-intişâr li’1-hürriyyâti’d-dîmukra-tiyye adlı partinin taraftarları Fransa’dan ayrılarak tam bağımsız olmayı istiyorlardı. Tunus ve Cezayir’dekiler kadar kanlı olmayan Fas’taki bağımsızlık mücadelesi ise giderek güç kazanıyor, bu arada bağımsızlık taraftarlarını destekleyen V. Muhammed’in Fransızlarla olan ilişkileri her gün biraz daha kötüleşiyordu. 1951’de Fransızlar’ın sultanı bakanlar kurulunu dağıtmaya zorlamaları, bütün siyasî partileri ülkenin bağımsızlığı hedefinde birleşmeye yöneltti. 1952 gösteri ve grev yılı oldu. Kazablanka’da Fransız polisinin grevcilere ateş açması sonucu çok kişi öldü ve çok sayıda gösterici tutuklandı; onları desteklediği için sultan da Madagaskar’a sürüldü.
1950’li yıllarda Fas’ın yanı sıra Tunus ve Cezayir’de de eylemlerin artması Fransa’yı sömürge politikasını yeniden gözden geçirmeye zorladı. Önce Kuzey Afrika’daki sömürgelerin tamamının elde tutulamayacağının anlaşılması üzerine Tunus ve Fas’ın bağımsızlıklarının tanınarak Cezayir’de konumun sağlamlaştırılması düşünüldü. Bu amaçla 1955 yılında Burgiba’nın Tunus’a, V. Muhammed’in de Fas’a dönmesine müsaade edildi ve bağımsızlık konusunda müzakereler başlatıldı; sonuçta gereken antlaşmalar imzalanarak her iki ülkedeki Fransız sömürge dönemi sona erdirildi.
Tunus ve Fas’ın bağımsızlıklarını kazanmaları aynı yolda olan Cezayir’i umutlandırırken Fransa’nın da buradaki baskılarını arttırmasına imkân sağladı. Fransa her neye mal olursa olsun Cezayir’den çıkmamayı düşünüyor, bu amaçla Bati Akdeniz’i sıkı denetim alfanda tutarak bütün motorize kuvvetlerini ve uçaklarını Cezayir’e yığıyordu; bu arada halkı sindirebilmek İçin işkence normal bir baskı aracı kabul edildi. Fakat alınan önlemlerin hiçbiri kurtuluş mücadelesini engelleyemedi ve gerilla hareketi bütün ülkeyi sardı. İçeride silâhlı mücadele devam ederken Kahire’de Cezayir’in ileri gelenleri tarafından bağımsız Cezayir Cumhuriyeti’nin kurulduğu ilân edilerek Ferhad Abbas başkanlığında bir geçici hükümet oluşturuldu(Eylül 1958). 1960 yılında Fransa’nın müslüman sömürgelerinden ve Cezayir’in komşularından Moritanya, Mali, Nijer. Çad İle Senegal’İn bağımsızlıklarına kavuşmaları Cezayirliler için âdeta bir müjde teşkil etti. Bu şartlar altında Cezayir’i artık daha fazla elinde tutamayacağını anlayan Fransa bağımsızlık müzakerelerine başlama kararı aldı(Haziran 1960) ve ülke iki yıl süren müzakereler sonunda Temmuz 1962′-de bağımsızlığına kavuştu; böylece 132 yıl süren sömürge dönemi kapanmış ve Fransız sömürge imparatorluğunun da en önemli kalesi düşmüş oldu.
Fransız sömürgeciliği, Afrika’nın doğusunda Cibuti sahillerindeki Obock limanına bayrak asılmasıyla başlar (1862). Ancak koloni yönetiminin iş başına geçmesi, 1871 Almanya yenilgisinden sonra bir süre içine kapanan Fransa’nın tekrar sömürge siyasetine döndüğü yıllara rastlar (1888). Bu sahil kesimi, iki tarafında bulunan İngiliz ve İtalyan Somalisi topraklarından ayrılmak üzere 1896’da Cote Française des Somalis adını aldı. Bundan sonra ülkeye tamamen yerleşen Fransız yönetimine İl. Dünya Savaşı sırasında önce İtalyan, sonra İngiliz ablukasıyla ara verildi. Tekrar Fransa’nın hâkimiyetine giren Cibuti 1957-1967 yıllan arasında tedricen otonomi statüsüne geçti; 1977’de de bağımsızlığına kavuştu.
Afrika’nın doğusunda bulunan diğer Fransız sömürgeleri Hint Okyanusu’nda-ki Reunion ve Madagaskar adalarıdır. İlk defa 1642’de RĞunion’a çıkan ve 1715’e kadar burada kalan Fransızlar, Napol-yon savaşlan sonrasında geri gelip kolonilerini kurdular (1815). 1946’da sömürge statüsüne son verilen ada bu tarihten beri Fransa’nın deniz aşırı ilidir. Fransız sömürgeciliği Madagaskar’da ise resmen 1896 yılında başladı. 1947’de başlatılan bağımsızlık hareketinin şiddetle bastırılmasından sonra sömürge yönetimi tarafından buna alternatif olarak daha ılımlı bir milliyetçiliğe destek verildi. Ancak alınan önlemlerle bağımsızlık arzusu dindirilemedi ve 1960’ta cumhuriyet ilân edilmesiyle Fransız sömürge yönetimi son buldu.
Fransa Hindistan’da da sömürge faaliyetlerine girmiş, fakat İngilizlerden önce buradan geniş bir toprak parçası koparmayı düşünürken sadece birkaç basit ticaret üssü ele geçirebilmiştir. önce bölgedeki diğer rakiplere göre gecikilmiş olmakla birlikte 1664te Doğu Hindistan Şirketi (Campagne des İndes Orien-tales) kuruldu, arkasından da Suret ve Dekken’in doğu kıyılarına yerleşmeye çalışıldı. Ne var ki şirket buralarda tutunamadı ve bölgedeki ilk sömürgeler Pon-dichery ile Chandernagar’dan ibaret kaldı. 1756 yılında Avrupa’da patlak veren Yedi Yıl Savaşlan, bunlar dahil Fransa’nın ilk sömürgelerini kaybetmesine sebep oldu ve 1763’te imzalanan Paris Antlaşması uyarınca Hindistan, Kanada ve Louisiana’daki bütün topraklar İngiliz-ler’e bırakıldı. Bu tarihten sonra Doğu’-da yalnız Çin Hindi İle ilgilenen Fransa, özellikle 1858-1893 yılları arasında giriştiği askeri hareketler ve bazı yerli hükümdarların İç karışıklık ve çatışmalar yüzünden himayesine sığınmaları sonucu çeşitli imtiyazlar kazanarak bölgeye iyice yerleşti ve 1945’te bağımsızlıklarını kazandıktan halde bunu fiiliyata geçiremeyen Vietnam, Kamboçya ve Laos’-taki hâkimiyetini 1954 yılına kadar sürdürdü. Ancak 13 Mart – 7 Mayıs 1954 günleri arasında cereyan eden ve Fransız kuvvetlerinin General Vo Nguyen Giap kumandasındaki Vietnam ordusu karşısında Fransa tarihinin en trajik hezimetine uğradığı Dien Bien Phu Savaşı’ndan sonra Cenevre’de barış antlaşması imzalamak ve bölgeyi tamamen terketmek zorunda kaldı.
TDV İslâm Ansiklopedisi