Hak Nedir, Ne Demek, Esmaül Hüsna el-Hak İsminin Anlamı

Hak. Allah’ın isimlerinden (esmâ-i hüsnâ) bîri.

Hak kelimesi “gerçek, doğru ve sabit olmak, gerekli ve lâyık olmak, olabilirlik niteliği taşımak, sürekli var olmak, ger­çeğe uygun bulunmak; bir şeyi sabit ve gerekli kılmak” anlamlarında masdar ve bu anlamlara dayalı bir sıfat olup Allah’a nisbet edildiğinde “bizzat ve sürekli ola­rak var olan, gerçekliği mevcut bulunan, varlığı ve ulûhiyyeti fiilen tahakkuk eden” mânasına gelir. Ebü’l-Kâ-sım ez-Zeccâcî, esmâ-i hüsnâyı dil açısın­dan incelediği eserinde kelimenin kap­samlı muhtevasından hareketle hak için şöyle demektedir: “Allah’ın zâtı hak ol­duğu gibi O’ndan gelen ve O’na rücû eden her şey de haktır; ayrıca emrettiği ve yasakladığı hususlar uyarınca hareket etmek de kullar için haktır yani gerek­lidir”.

Kur’ân-ı Kerim’de hak kelimesi yirmisi harf-i ta’rifsiz olmak üzere 247 yerde geçmektedir. Buna aynı kökten türeyen on dört isimle yirmi altı fiil sigası da ek­lenince sayı 287’ye ulaşır. Bu zen­gin kullanım içinde hak kavramı Allah’a pek çok yerde nisbet edilmekte olup bunların bazısında esmâ-i hüsnâdan biri olarak doğrudan zât-ı ilâhiyyeye izafe edilmektedir (bk. Kehf 18/44; Hac 22/6, 62; Nûr 24/25; Lokman 31/30). Hak bir âyette, “görünen ve görünme­yen âlemlerin sahibi” mânasındaki melik ismiyle birlikte kullanılırken (Tâhâ 20/ 114) bazı âyetlerde, doksan dokuz isim listesinde yer almayan “besleyip geliş­tiren” anlamındaki rab (Yûnus 10/32), “ulûhiyyeti veya adaleti apaçık” anlamın­daki mübin (Nûr 24/25; Beyzâvî, 111, 192), “gerçek dost ve yardımcı” mâna­sındaki mevlâ (En’âm 6/62, Yûnus 10/ 30) isimleriyle muhteva zenginliği ka­zanmaktadır. Hak, muhtelif âyetlerde hakkın Allah’tan, Allah nezdinden oldu­ğu, O’nun vaadinin mutlaka gerçekleşe­ceği belirtilmek suretiyle de O’na nisbet edilmiş, ayrıca çeşitli ilâhî fiillerin hakla vuku bulduğu anlatılmıştır.

Kur’ân-ı Kerîm’in tamamına yakın kıs­mında sık sık tekrarlanan hak kavramı Allahtan başka Hz. Peygamber’e (meselâ bk. Bakara 2/119; Tevbe 9/62; Neml 27/79), Kur’an’a (Bakara 2/176; Yûnus 10/94) ve dine de (Tevbe 9/29, 33; İsrâ 17/81) nisbet edilmektedir.

Hak kavramı, Tirmizî esmâ-i hüs­nâ listeleri dışında başka hadislerde de çeşitli sığalarla Allah’a nisbet edilmiştir. Abdullah b. Abbas’ın rivayet ettiği bir hadiste Resûl-i Ekrem’in teheccüd na-maztndaki duasında hak kelimesi şöyle tekrarlanmaktadır: “Allahım! Sen hak­sin, vaadin hak, sözün haktır: sana ka­vuşmak haktır, cennet hak, cehennem haktır: peygamberler haktır; kıyametin kopması haktır”. Hz. Pey­gamber telbiye duası sırasında. “Emrin baş üstüne, ey gerçek Tanrı (ilâhü’l-hak), emrin baş üstüne!” anlamındaki niya­zında “ilâhü’l-hak” tabiriyle Câhiliye Arapları’nın tapındığı tanrıların hiçbir gerçeklik taşımadığına işaret etmiştir.

Âlimler hak kavramında iki temel mâ­na tesbit etmişlerdir: Var oluş ve gerçe­ğe uygunluk (vücûd ve mutabakat). Bu­radaki var oluş zât-ı ilâhiyyeye izafe edil­diğinden zamanın hem başlangıcı hem de sonu itibariyle sınırsız (ezelî ve ebedî) olarak kabul edilir. Buna göre hak, sıfat anlamıyla vâcibü’l-vücûd (varlığı kendin­den ve zaruri olan) kavramıyla birleşir. Nitekim Gazzâlî hakkı bu manasıyla zatî isimlerden saymış ve onun esmâ-i hüsnâ içinde lafza-i celâlden hemen sonra gel­diğini söylemiştir. Ayrıca Gazzâlî, hakkın kapsadığı var oluşu hem zihin hem obje hem de marifet açısından değerlendirmiş ve zât-ı ilâhiyyenin gerek zihnen gerekse tabiat nesnelerinin şehadetiyle en belirgin şe­kilde ispat edilen ve en iyi tanınabilen bir varlık olduğunu belirtmiştir. Zâtın bu yöntemlerle tanınması da hakkın gerçe­ğe uygunluk anlamını dile getirmektedir. Hak isminin kapsadığı gerçeğe uygunluk, bütün yaratılmışlık özelliklerinden münezzeh bulunan Allah ile tabiat ve Kur’an arasında aranmalıdır. Son derece karmaşık, fakat ahenkli ve düzenli iç içe sistemlerden oluşan tabi­atın yaratıcısı ve yöneticisinin yetkin sı­fatlarıyla uyum içinde olması, onlardaki mükemmeliyeti aksettirmesi Allah ile tabiat arasındaki mutabakatı oluşturur. Bununla birlikte madde âlemi madde­den münezzeh olanı isabetli bir şekilde niteleyemeyeceği veya maddeyi gözlem­leyip inceleyenler kendiliklerinden bu ul­vî sonuca ulaşamayacakları için Allah zâ­tını Kur’an’mda tanıtmış, isim veya sıfat denilen kavramlarla inananların ulûhiy-yet bilgisini zâtındaki hakikate uygun hale getirmiştir. Râgıb el-İsfahânî’nin, hakkın temel mânalarından ikisini “hik­mete uygun olarak yaratan” ve “hikme­te uygun olarak yaratılan” şeklinde be­lirtmesi de bu amaca yönelik olmalıdır. Nitekim Ahmed b. Hüseyin el-Beyhaki “yergi gerek­tiren şeye kudreti taalluk etmeyen”, Ebû Bekir İbnü’l-Arabî “sözünde yalan, vaadinde aykırılık ve fiilinde hikmetsizlik bulunmayan”, Ebül-Bekâ el-Kefevî de “hiçbir fiili çirkin olmayan” tarzındaki ifadeleriyle aynı mânayı vurgulamak istemişlerdir.

Hak ismi. kıdem ve beka kavramlarını da içerecek şekilde vücûd mânası göz önünde bulundurularak zâtı isimler için­de mütalaa edilmiştir. Buna göre hak “fiilen var olan. ezelî ve ebedî, mevcudi­yeti ve ulûhiyyeti gerçek olan” anlamına gelir. Hak isminin “varlığı zorunlu” anla­mıyla Allah, varlığının başlangıcı olma­ması itibariyle evvel, “varlığının sonu ol­mayan, ebedî hayatla diri” mânalanyla âhir. bakî, vâris ve hay isimleriyle mü­nasebeti vardır.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski