Hakkal Yakin Nedir, Ne Demek, Anlamı, Hakkında Bilgi

Hakka’l-yakin. Kesinlik açısından en ileri derecede bulunan doğru bilgi anlamında bîr terim.

“Gerçek varlık, doğru hüküm” anla­mındaki hak İle “gerçeğe uygun kesin bilgi” anlamındaki yakin kelimelerinden oluşan terkip, “iç duyu veya iç tecrübe yoluyla ulaşılan ve kesinlik bakımından en son merhaleyi teşkil eden doğru bil­gi” diye tanımlanabilir. Hakka’l-yakin Kur’ân-ı Kerîm’de iki yerde geçmektedir. Bunlardan birinde, başta Kur’an olmak üzere İslâmî gerçekleri yalanlayıp hak­tan sapanların cehenneme atılacağı be­lirtilirken kullanılmakta ve “meydana gelmesi kesin olan bir hususun fiilen gerçekleşmesi” mânasına gelmektedir (Vakıa 56/95). Diğerinde ise Kur’an’ı yalanlayanların âhirette büyük pişmanlık duyacakları ve dolayısıyla azaba mâruz kalacakları haber verilirken bunun yaşa­nacak bir gerçek olduğu vurgulanmakta­dır (Hâkka 69/51). Hakka’l-yakin tabi­rinin hadîslerde mevcudiyeti tesbit edi­lememiştir.

İslâm düşünce tarihinde doğru bilgi­nin kesinlik dereceleri ilme’I-yakin. ayne’l-yakin ve hakka’l-yakin olmak üzere üç kategoride toplanmıştır. İlme’I-yakin aklî veya naklî delil ile. ayne’l-yakin duyu yoluyla elde edilen bilgiyi, hakka’l-yakin ise iç duyu veya iç tecrübe vasıtasıyla in­sanda meydana gelen en kesin bilgiyi İfa­de eder. Kur’an’da kâfirlerin cehenneme gireceğine dair verilen haberler vasıta­sıyla elde edilen bilgi ilme’l-yakine. onla­rın cehennemi görerek bilgilenmeleri ayne’l-yakine, oraya girip azabı bizzat tat-malanyla hâsıl olan sonuç ise hakka’l-yakine örnek olarak zikredilir. Ayrıca insa­nın, Allah’ın yaratıkları öldürdükten son­ra diriltmeye kadir olduğuna ilişkin aklî ve naklî bilgisi ilme’l-yakîn, Hz. İbra­him’in, eliyle parçalayıp ayrı ayrı tepele­re koyduğu kuşların diriltildiğini müşa­hede etmesiyle (Bakara 2/260) edin­diği bilgi ayne’l-yakin, Allah’ın Ölüleri na­sıl dirilttiğini merak eden bir müminin O’nun tarafından öldürülüp diriltilmesiy-le ulaştığı bilgi de (Bakara 2/259) hakka’l-yakindir.

Bazı müellifler, hakka’l-yakîni “hem delile hem de gözleme dayanılarak elde edilen bilgi” şeklinde açıklamışlarsa da fbk. Cemîl Salîbâ. II, 589) bu telakki İs­lâm düşünce tarihinde bilginin dereceleri hakkında yapılan tasnife uygun düş­memektedir. Nitekim Elmalılı Muham-med Hamdi hakka’l-yakîni “ilm ü iyân-dan geçip bilfiil içinde yaşanılan hakikat” diye tarif etmiş, onu yakinin en son de­recesi ve kesin bilginin varılabilecek da­ha ileri bir merhalesi bulunmayan son noktası olarak değerlendirmiştir. Buna göre hakka’l-yakinin bizzat yaşanıp idrak edilen bilgi şek­linde anlaşılması mümkündür. Bu tür bir bilgi bütün şüpheleri ortadan kaldırır ve bilginin konusuna ait gerçeklik açısından insanı itminana kavuşturur. Zira yakinî bilgi gerçeğin dışında bir ihtimal taşı­maz. Hak ile yakin kavramları aynı mâ­naya geldiğinden hakkın yakine izafeti gerçekliği pekiştirerek ifade eder. İzmir­li İsmail Hakkı da hakka’1-yakini kişinin bizzat içinde duyup yaşadığı bir bilgi ka­bul eder ve onu insanı gerçeğe tam anla­mıyla muttali kılan yegâne vasıta olarak görür. İzmirli, hakikatin bilinemeyeceği­ni savunan eski septiklerin bile hakka’l-yakin yoluyla edinilen bilgiyi inkâr ede­mediklerini belirterek bu tür bilginin ke­sinliği hakkında filozoflar arasında bir ih­tilâfın bulunmadığını ve modern psiko­loji ile felsefenin bunu teyit ettiğini söy­lemiş, ayrıca, ” Hakka’l-yakin yoluyla elde edilen bilginin ötesinde daha kesin bir bilgi yoktur” önermesinde İslâm düşü­nürleriyle Batılı filozofların görüş birliği içinde olduklarını belirtmiştir.

Sûfîlere göre hakka’l-yakin, kulun Al­lah’ta fâni olması ve O’nunla yalnız ilmen değil hem ilim hem müşahede hem de hal itibariyle beka bulmasıdır. Kuşeyrî, hakka’l-yakîni iç müşahede yoluyla el­de edilen apaçık bilgi olarak kabul etmiş ve onun marifet ehline mahsus olduğu­nu belirterek bu mertebeye ulaşanlara “havâssü’l-havâs”, yaptıkları ibadetlere de kulluğun en ileri derecesi anlamında “ubûdet” adını vermiştir. Hücvîrî de hakka”l-yakinin keşif ve müşahede ile hâsıl olacağını ifade ede­rek bu mertebeye ulaşanların bütün var­lıklardan yüz çevireceğini söylemiştir. Muhyiddin İbnü’l-Arabî’ye göre ise hakka’l-yakin mü­şahededen sonra ulûhiyyeti zâta nisbet etmektedir. Nefsini müşahede eden kişi rabbini de müşahede etmiş olur ve ay-ne’l-yakine ulaşır, bu kişi kabre girince hakka’l-yakin’e erer. Bazı sûfîlerce ilme’l-yakin şeriatın zahiri, ayne’l-yakin şeriatta ihlâs. hakka’l-yakin ise müşahede yoluyla
şeriatın iç yüzüne vâkıf olmak diye anla­şılmıştır.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski