Halvet Der Encümen Nedir, Prensibi, Nakşibendilerde, Hakkında Bilgi

Hâcegân silsilesi ve Nakşibendiyye tarikatının temel prensiplerinden biri.

Zâhid ve sûfîlerin sürekli biçimde veya belirli aralıklarla toplumdan ayrı yaşa­malarına “halvet, uzlet, vahdet, inziva” gibi isimler verilir. Tasavvufta genellikle halk ile beraber olan bir kimsenin Hak’­tan uzak kalacağına inanılır. Ancak zâhid ve sûfîler. gerçek halvetin kalben ve zih­nen halktan ayrı kalarak kendini Allah ile birlikte hissetmekle yaşanabileceğini, bu durumda toplum içinde yaşamanın kal­ben Hak ile birlikte olmaya engel teşkil etmediğini belirtirler. Nitekim bedenen halktan ayrı olan bir kimse zihnen onlar­la birlikte olabilir.

İlk sûfî müelliflerden Abdülkerîm el-Kuşeyrî arifi “kâin ve bâin” (halk içinde İken onlardan ayrı olan kişi} diye tarif eder {er-Risâle, s. 608). Tevhid ehli, be­denleriyle eşyada (dünyada) bulunur, an­cak ruhlarıyla dünyadan ayrı olurlar” di­yen Cüneyd-i Bağdadî fbk. Serrâc, s. 432), “Bedenimle halk içindeyim, fakat ruhum­la dostum olan Hak ile birlikteyim” diyen Râbia el-Adeviyye aynı düşünceyi ifade etmişlerdir. Şöhretten kaçınan ve sıra­dan insanlar gibi yaşamaya önem veren melâmet ehli de bu anlayışa bağlıdır. Ni­tekim ilk Melâmîler’den Hamdûn el-Kas-sâr, çalışmayı bırakıp kendini ibadete ver­mek isteyen Abdullah el-Haccâm’ı bun­dan menederek ona, “Hacamatçı Abdul­lah diye tanınman zâhid veya arif Abdul­lah diye tanınmandan daha iyidir” demiş­ti. Melâmet ehlinin büyüklerinden Bâye-zîd-i Bistâmî, arifin halkla ilişkilerini sıra­dan bir insan olarak sürdürürken gön­lünün kutsiyet âleminde bulunmasını en açık marifet alâmeti saymıştır (Sülemî, s. 156). Hücvîrî de zahirde halkla iken bâ­tında Hak’la olmanın gerekliliğini önemle vurgular {Keşfü’t-mahcûb, s. 101, 140).

Tarikatların ortaya çıktığı, halvethâne ve çilehânelerin yaygınlaştığı dönemler­de sûfîler zahirde halk ile, bâtında Hak ile olmanın önemi üzerinde ısrarla dur­muşlardır. İbnü’l-Arabî, maddî ilişkiler­den sıyrılıp Hak ile birlikte olma merte­besine ulaşmış bir sâlikin artık bedenî halvete ihtiyacı olmadığını söyler. Çünkü halk ile olma hali de (celvet) artık halvete dönüşmüştür. Bu mertebedeki sâlik. ya­ratılmışlardan gelen bütün sesleri ve sözleri ilâhî hitaplar şeklinde algılar. Şu halde celvet halvetten daha üstün bir haldir {el-Fütûhât, II, 484).

Sohbeti ve hizmeti bir tarikat esası olarak kabul eden Hâcegân silsilesinin kurucusu Abdülhâlik-i Gucdüvânî, top­lumla ilişkiyi kesmeden manen Hak ile birlikte olmaya büyük önem vermiş ve bu düşünceyi “halvet der-encümen” ta­biriyle ifade etmiştir. Gucdüvânfnin hali­fesi Hâce Evliyâ-yı Kebîr’e göre bu şekil­de kendini tam anlamıyla zikre veren bir sâlik öyle bir mertebeye ulaşır ki çarşı pazarda dolaşırken bile kendi zikrinden başka bir ses işitmez {Reşehât Tercüme­si, s. 36). Bahâeddin Nakşibend, “Sizin tarikatınız hangi esasa dayanır?” soru­suna “halvet der-encümen” diye cevap vermiştir. Câmî. “Öyle adamlar vardır ki ticaret ve alışveriş onları Allah’ı zikret­mekten alıkoymaz” (Nûr 24/37) mea­lindeki âyetin bu prensibe işaret ettiğini söyler (Lâmiî, s. 419). Nakşibendiyye ta­rikatının temeli sohbettir. Buna göre hal­vette şöhret, şöhrette âfet. toplum için­de yaşamakta hayır vardır. Gönül huzuru halvetten çok sohbette bulunur (Reşehât Tercümesi, s. 36-37).

Tasavvuf literatüründe “el kârda, gö­nül yarda”; “kalbin halktan gâib, Hak ile hâzır olması” gibi özdeyişlerle de ifade edilen halvet der-encümen, murakabe veya zikir halindeki kişinin bir istiğrak içinde hiçbir ses işitmeyecek derecede kendinden geçmesi şeklinde açıklanır; ay­rıca “nîsbet-i aliyye” terkibi de bu anlam­da kullanılır. Nakşibendiyye tarikatında halvet maddî ve manevî olmak üzere iki­ye ayrılır. Gerçek halvet, halvet der-en­cümen denilen halden ibarettir.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski