Hamdun Kassar Kimdir, Hayatı, Melamiliğin Kurucusu, Hakkında Bilgi

Hamdûn el-Kassâr. Mutasavvıf, Melâmetiyye akımının ilk temsilcisi.

Hayatı hakkında yeterli bilgi yoktur. Kaynaklardan dinî tahsilini Horasan böl­gesinde tamamladığı, Süfyân es-Sevrî mezhebine bağlı olduğu, hadis öğrendiği ve rivayet ettiği anlaşılmaktadır. Hücvîrî, onun fıkıh ve hadis­te en yüksek dereceye ulaştığını bildirir. Daha sonraki yıllarda tasavvufa ilgi duydu. Ali en-Nasrâbâdî ve Selm b. Hasan el-Bârûsfnin sohbetlerine katıldı. Hamdûn’u Melâmî fikirlere yönlendiren sûfî Ebû Türâb en-Nahşebî (ö. 245/859) olmuştur. Ebû Ha­tim el-Attâr ve Hatim el-Esam’dan feyiz alan Ebû Türâb safîlere has şekil ve kıya­fetlere ilk karşı çıkanlardandır. “Kim hır­ka giyerse, kim hankaha gidip oturursa dilencilik yapıyor demektir” sözü bu alan­da söylenen en eski sözlerden biridir. Zehebî, Hamdûn’un kabrinin Nîşâbur yakı­nındaki Hîre’de bulunduğunu, Sülemf-nin onun hakkında bir menâkıbnâme yaz­dığını kaydeder.

III. (IX.) yüzyıldan itibaren tasavvuf! ha­yatta şekil ve merasimin fazla itibar gör­meye başlaması, ihlâs ve öze önem ve­ren bu harekette bir sapma olarak de­ğerlendirildi ve şekilciliğe şiddetle tepki gösteren yeni bir akımın doğmasına yol açtı. Melâmiyye veya Melâmetiyye adını alan bu akımın ilk temsilcisi Hamdûn el-Kassâr’a göre “kınayanın kınamasından korkmama” (bk. el-Mâide 5/54} esasına dayanan melâmet selâmeti terketmektir. Onun özellikle üzerinde durduğu ko­nular ihlâs, tevazu, nefsin arzularına kar­şı çıkmak ve hayattan kopmadan çalışıp çabalamaktır. Nefsin arzularına karşı ko­yabilmenin en emin yollarından biri yük­sek duygu ve davranışları gizli tutmak, günah ve kusurları ise insanlardan gizle-memektir. Melâmet yolunun çetin oldu­ğunu, bu yolun gereklerini herkesin yeri­ne getiremeyeceğini belirten Hamdûn el-Kassâr, Melâmetîler’in Mürcie kadar Al­lah’ın rahmet ve merhametinden ümitli. Mutezile kadar da azabından endişeli ol­ması gerektiğini söyler. Müridi Abdullah b. Muhammed b. Münâzil’e hiçbir dünyevî sebepten dolayı kızmamasını tav­siye eden Hamdûn, kürsülerden büyük kalabalıklara hitap etmenin insanın kibir duygusuna kapılmasına sebep olabile­ceğini belirtmiş ve bu yüzden kendisine teklif edilen vaizlik görevini kabul etme­miştir. Zühdü, “Allah’ın teminatı altında olana güvenip huzur ve sükûn içinde ol­maktır” şeklinde tarif etmiş, bunun ya­nında herkesin basit de olsa bir işte ça­lışmasını şart koşmuştur.

Ebû Nuaym’ın naklettiğine göre Ham­dûn el-Kassâr selefe ve döneminin âlim­lerine saygı duymuş, dostlarını onların sohbetlerine katılmaya teşvik etmiş; el­biselerinin huşu, süslerinin vera’, ziynet­lerinin haşyet, sözlerinin zikrullah, sus­malarının tefekkür olduğunu söylemiştir.

Hamdûn el-Kassâr tevazuu, bir insa­nın dünyada ve âhirette hiçbir kimsenin kendisine muhtaç olmadığını düşünme­si, tevekkülü de Allah’a sımsıkı bağlan­ma olarak tarif etmiş, ancak kendisinde tevekkül hakkında konuşma ehliyeti gör­memiştir, Sabırsız­lığı da musibet ve sıkıntılardan dolayı bir bakıma Allah’ı itham etmek şeklinde de­ğerlendirmiştir. “Bir sarhoş gördü­ğün zaman hemen kendine gel. kendi günahlarını hatırla, o sarhoşu kınayarak yeni bir günah işleme” ikazında bulun­muş; kendisini tenkit eden bir kişiye de, “Ne yaparsan yap benim kendimi eleştir­diğim kadar beni eleştiremezsin” demiş­tir. Bir mahlûkun başka bir mahlûktan yardım istemesini hapis­te olan bir kimsenin hapis arkadaşından yardım dilemesine benzeten Hamdûn el-Kassâr (Sülemî, Tabakât, s. 126), “Hak­kın seni bilmesi halkın bilmesinden daha önemlidir” diyerek kusurları gizlemenin anlamsızlığına işaret etmiştir. Kendi nefsini Fİravun’un nefsin­den daha üstün görmediğini söylemiş, nefis eğitiminde Hz. Yûsuf’un, “Muhak­kak ki nefis kötülüğü emreder” (Yûsuf 12/53) sözüne atıfta bulunarak bu pey­gamberin başlı başına bir “âyet” olduğu­nu ifade etmiştir.

 

Tasavvufı hal ve makamları değerleri bakımından derecelendirmede diğer ba­zı sûfflerden farklı düşünen Hamdûn el-Kassâr. huzurun gaybetten daha üstün olduğunu belirten görüşüyle Haris el-Muhâsibî, Cüneyd-i Bağdadî, Sehl b. Ab­dullah et-Tüsterî İle aynı safta yer alır­ken Hailâc-ı Mansûr, Şiblîve İbn Atâ’dan ayrılmıştır. Diğer bir görüş farklılığı da velînin masum ve mahfuz oluşu meselesiyle ilgilidir. Hakîm et-Tirmizî ve Cüneyd’in de aralarında bulundu­ğu bir grup sûfî. velînin günah işlemek­ten değil küfür ve şirkten mahfuz oldu­ğunu ileri sürerken Hamdûn el-Kassâr’ın da içinde yer aldığı bazı sûfîler. “Velayet­te taata devam etmek şarttır, aksi halde günahlar velîyi velayet makamından dü­şürür” demişlerdir.

Hamdûn el-Kassâr’ın düşünceleri ve yorumları kısa sürede Nîşâbur ve Hora­san sınırlarını aşarak başka bölgelerde yaşayan safîlerin de takdirini kazanmış­tır. Onun hakkında söylenen sözlerin en meşhuru Cüneyd-i Bağdâdî”ye nisbet edi­len, “Hz. Muhammed’den sonra peygam­ber gelseydi Hamdûn el-Kassâr olurdu” sözüdür.

Hamdûn el-Kassâr ile başlayan Melâmetiyye anlayışı lehinde ve aleyhinde ile­ri sürülen görüşlerle bugüne ulaşmıştır. Özellikle “iyilikleri gizleyip kötülükleri açı­ğa vurmak” ilkesi âlimlerce tenkit edildi­ği gibi bazı sûfîler de bu anlayışı pek be-nimsememişlerdir.

Kelâbâzî et-Tahrrufta, Serrâc el-Lüma’da Hamdûn el-Kassâr’a yer verme­dikleri gibi Melâmetiyye’den de söz etme­mişlerdir. Kuşeyrî er- Risale ‘sinde Hamdûn’u tanıtırken Meiâmetiyye’nin Nîşâ-bur’da onun vasıtasıyla yayıldığını söyle­mekle yetinmiştir. Kuşeyrî ile çağdaş olan Hücvîrî eserinde Melâmetiyye’ye geniş yer vermiş ve Hamdûn el-Kassâr’ı melâmet ehlinin önderi olarak tanıtmıştır . cAvdn/ü7-macâri/’in sekizinci babını Melâmetiyye’ye ayıran Sühreverdî ise Hamdûn el-Kassâr’ın adı­nı anmamış, “Sûfî mi üstündür Melâmî mi” tartışmasında birinci görüşü tercih etmiştir. Muhyiddin İbnü’l-Arabî el-Fütûhâtü’l-Mekkiyye’nin 309. babında Melâmetiyye’yi anlatırken bu makamın Hz. Peygamber ve sıddîkların makamı oldu­ğunu, bu dereceye Hamdûn el-Kassâr, Ebû Saîd el-Harrâz ve Bâyezîd-i Bistâmi-nin ulaştığını söyler.

Abdullah b. Muhammed b. Münâzil, Mahfuz b. Muhammed. Ebû Ali es-Seka-fî, İbrahim el-Kannâd. Ebû Amr b. Nüceyd Hamdûn’un en meşhur takipçileri­dir. Melâmet ehlinin öncülerinden olan çağdaşı Ebû Hafs en-Nîsâbûrî ibadet ve mücâhedenin faydalarından bahsedip müridlerini iyi işlere özendirirken Ham­dûn tam aksine müridlerin şımarmama-ları için onları amel ve ibadetlerdeki ku­surlarını görmeye çağırmış, bu yolun ön­cüleri arasında yer alan Ebû Osman ise bu iki yolu birleştirmeye çalışmıştır. Melâmetî tavır Türk tasavvufunda Hacı Bayrâm-ı Velî ve Dede Ömer Sikkînî tarafın­dan sürdürülmüştür.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski