Osmanlı ve İslam Ülkelerinde Gotik Mimari/Tarz Örnekleri, Hakkında Bilgi

İslâm Ülkelerinde ve Türkiye’de Gotik Mimari.

Gotik mimari Batı Avrupa’da do­ğup yayılmış olmakla birlikte Yakındoğu ile de ilişkilidir. Haçlı seferleri sırasında İslâm mimarisini tanıyan Batılılar’ın ül­kelerine dönerken bazı motif ve formları beraberlerinde götürdükleri söyle­nir. Ayrıca Haçlılar Doğu Akdeniz bölge­sindeki işgalleri sırasında özellikle Suri­ye. Filistin ve Kıbrıs’ta birçok gotik şa­to ve kilise inşa etmişlerdir; bu arada önemli Hıristiyanlık ziyaret yerlerine de eklemeler yapmış oldukları görülür. Ku­düs’te bulunan Saint-Sepulcre Kilisesi’-nin (Merkad-i îsâ) XII. yüzyıla ait ikiz açık-lıklı girişi ve Meryem Kilisesi’nin kabur-galı tonozları bu üslûba işaret eder. Ku­düs’ün kuzeyindeki el-Bîre’de Templier şövalyelerinin 1146’da yaptıkları ve za­manımıza ancak harabesi gelen bina, bölgenin başlıca kilise mimarisi örnek­lerindendir. Akdeniz kıyısında Lazkiye ile Trablus arasında yer alan Tartûs’ta-ki katedral ise gotik mimarinin İslâm ülkelerinde rastlanan en gösterişli yapı­larından biridir.

Tartûs ile Humus arasındaki dağlık bölgede bulunan Haçlılar’a ait Krak Şa­tosu (Hısnü’l-Ekrâd) gotik mimarinin bu­güne gelen başlıca askerî yapısıdır. Trab­lus kontu tarafından Hospitalier şöval­yelerine bırakılan bu şato İslâm güçleri­ne karşı en kuvvetli tahkimatı teşkil edi­yordu; Nûreddin Zengî bunun Önünde yenilgiye uğramış, Selâhaddîn-İ Eyyûbî de şatoyu alamadan geri dönmüştü. An­cak şato 1266’dan sonra İslâm toprak­larında yalnız başına kalmış ve Sultan Baybars’ın kuşatmasına inatla direnmiş-se de 1268’de teslim olmuştur. Bina. askerî mimarisine rağmen gotik taş iş­çiliğinin süs unsurları ile de bezenmiş­tir. Kaburgalı tonozların duvarlardaki başlangıçları kabartmalı konsollara otu­rur. Üst avlu cephesinin kemerleri üze­rinde yer alan gül pencereler yine gotik motifli şebekelere sahiptir. Şato ele ge­çirildikten sonra yeni burçlar eklenerek müslümanlar tarafından da kullanılmış­tır. Haçlılar’ın Suriye-Filistin bölgesinde inşa ettikleri yapılardan Kudüs’teki bir kilise de etrafına birçok ekler yapılmak suretiyle mevlevîhâneye dönüştürülmüş­tür. Deniz kıyısında bulunan Chastetro-uge’un ortasında yer alan kare planlı kule. üst katı taşıyan payenin tek olma­sı bakımından dikkat çeker. Bunun ben­zeri bir mimari uygulama Örneğine, Os­manlı döneminde İstanbul’un Anadolu yakasındaki Merdivenköy Şahkulu Bek­taşî Tekkesinin meydan evinde rastla­nır. Haçlılar Güney Anadolu’da da hâki­miyet kurmuş ve çeşitli kaleler yapmış­lardır. Ancak günümüze gelen yapılar arasında Suriye ve Filistin’deki gibi id­dialı örneklere rastlanmaz. Yalnız Tar­sus’ta bulunan eski bir kilisede bazı go­tik unsurlar görülür.

Haçlılar’ın Kıbrıs’ta kurdukları krallık döneminde birçok gösterişli gotik yapı meydana getirilmiştir. “Ortaçağ mima­risinin en hayret verici örneği” olarak nitelendirilen Hilarion Kalesi 1228’de yapılmış, sonraları çeşitli eklerle büyü­tülmüştür. Bir kale-saray özelliği taşı­yan Hilarion Yakındoğu gotik mimarisi­nin en güzel yapılarından sayılır. Lefko­şe’deki Haydar Paşa Camii, aslında Azi­ze Katerina adına XV. yüzyılda ve gotik sanatın son safhasının “alevli” (flambo-yant) denilen üslûbunda yapılmış bir ki­lisedir. Yine Lefkoşe’de bulunan ve ada­nın en büyük kilisesi olan Ayasofya’nın yapımına 1193-1209 yıllan arasında baş­landığı sanılmaktadır. Ancak gotik sa­natın bu büyük eseri bitirilememiş, ayrı­ca 1303. 1491 ve 1547 yıllarındaki büyük depremlerden zarar görmüştür. 1319-1326 yıllarında bazı eksik kısımları ta­mamlanan kilise Kıbrıs’ın fethinden son­ra camiye çevrilmiştir. Ayasofya Camii bilhassa cephesinin zengin taş süsleme­si bakımından Yakındoğu’daki gotik mimarinin en muhteşem eserlerinden biri olarak kabul edilir. Kıbrıs’ın önemli mer­kezlerinden Magosa’da bulunan Aziz Ni-colaus Kilisesi de Ayasofya veya Selimi­ye adıyla camiye çevrilmiştir. Yapımına 1300’e doğru başlanan binada yine go­tik üslûbun bütün Özellik ve incelikleriy­le uygulandığı görülür. Kıbrıs’taki önem­li gotik eserlerden biri de 1206’da Augus-tin tarikatı için kurulan Bella Paise Ma-nastın’dır. Sonraları ilâveler yapılan ve değişikliğe uğrayan bina. Lusignan ha­nedanı döneminin en muhteşem mima­ri eseri olarak kabul edilir. Burada da büyük toplantı salonunun bitişiğinde bu­lunan kare planlı bir mekânın tonozla­rı ve kemerleri Chastelrouge’da olduğu gibi ortadaki tek paye üzerine oturur.

Gotik üslûbunda inşa edilen Lala Mustafa Pasa Camii’nin içinden birgorunus -Magosa / Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Kıbrıs’tan başka Rodos adasında da go­tik yapılara rastlanır. Nitekim merkez­de olan İlk Mihraplı Cami gotik kemer ve tonozlara sahip bir yapıdır. Santa Ma­na del Castello Kilisesi iken cami haline getirilen bina da (Enderun Camii) gotik unsurlara sahiptir. Ortadoğu’dakilerden başka Osmanlı Devleti’nin Avrupa’daki topraklarında da gotik yapılar bulun­maktadır. Bunların en önemlisi Macaris­tan’da Budin Katedrali’dir. Şehrin fethinden hemen sonra Süleyman Han Ca­mii adıyla camiye çevrilen kilise Türk hâ­kimiyeti boyunca merkez camii görevi yapmıştır; Evliya Çelebi bunun sanatlı bir kilise olduğunu yazar.

İstanbul’da gotik üslûbun kendi döne­minde uygulandığı en önemli yapı Gala-ta’daki Arap Camii’dir. Semtin Cenova idaresinde bulunduğu sırada bir Bizans kilisesinin yerine San Domenico adına yapılan, fakat zamanla çeşitli değişik­liklere uğrayan bu büyük Katolik kilise­si kaburgalı tonozları, eskiden çan kule­si olan minarenin altındaki dehlizi ve güney duvarındaki sivri kemerli penceresiy-le aslında bir gotik yapı olduğunu açık­ça belli eder (bk arap camii). Yine Ga-lata’da Katolik hâkimiyeti yıllarından ka­lan Saint Benoit Manastın’nın yan so­kağa açılan kapısı da gotik üslûbunday-dı. 1956 istimlâklerinde daha geride tekrar yapılmak şartıyla sökülmüş, fa­kat bir daha ihya edilmemiştir. Aslında bir Bizans kilisesi olan Kalenderhâne Ca-mii’nde 196O’lı yıllarda yapılan araştır­ma ve restorasyon çalışmaları sırasında mihrabın yanındaki bir hücrede gotik harflerle yazılmış, Fransisken tarikatı­nın kurucusu Aziz Francesco’nun (ö. 1226) adını veren bir yazı bulunmuştur. Şeh­rin Latin işgali sırasında (1204-1261) bu binanın Katolik rahipler tarafından kul­lanıldığını gösteren yazı aynı zamanda Aziz Francesco ile ilgili en eski belgedir.

Avrupa’nın bütün ülkelerine olduğu gi­bi Haçlılar’la Yakındoğu’ya da giren ve yayılan gotik sanatı, Anadolu Türk sa­natı üzerinde ise herhangi bir etki gös­termemiştir. Yalnız ünlü sanat tarihçisi A. Gabriel, Beylikler dönemine ait Niğ­de Sungur Bey Camii’nde gotik unsur­lar bulduğunu ileri sürmektedir. Ona gö­re, 736’da (1335-36) yapılan, fakat son­raları bazı değişiklikler geçiren camide­ki mihrap sütunçelerinde ve bunların başlıklarında, minare girişini çerçevele­yen süslemelerde, bazı tonozlar ile tah­fif kemeri içinde yer alan alınlık dolgula-nndaki gül pencerelerde (rozaslarda), ku­zey girişinin üstündeki gül pencerede ve daha başka unsurlarda “biraz bece­riksizce” gotik üslûp uygulanmıştır. Ay­rıca mahfilde de aynı sanatın tesirlerini gördüğünü ifade ederek binada Türklerle birlikte Kıbrıslı veya Güney Ana­dolulu hıristiyan ustaların da çalışmış olabileceği sonucuna varır.[289] Osmanlı dö­neminde ise Topkapı Sarayının Mimar Sinan tarafından yapılan mutfaklarına ikinci avludan geçit veren giriş dehlizi tonozunun gotik tarzı kaburgalı olduğu görülür. Mimar Sinan, belki Rodos’ta rastladığı bu tonoz mimarisini burada bir değişiklik yapma düşüncesiyle uy­gulamış olmalıdır. Aynı teknikteki daha büyük bir kaburgalı tonoz da Sultan III. Osman köşkünün altında yer alan ha­vuzun üstünü örtmektedir.

Geç dönemde. Avrupa’nın çeşitli şe­hirlerinde ortaya çıkan neo-gotik kili­se mimarisinin Osmanlı Devleti sınırları içindeki Batılı hıristiyanlar için inşa edi­len küçük ibadet yerlerinde de kendini gösterdiği ve buna paralel olarak yüz­yıllar boyunca gotik mimariye iltifat et­meyen Türk sanatında, XIX. yüzyılın ikin­ci yarısından itibaren yabancı veya hı­ristiyan asıllı yerli mimarlar tarafından bu üslûba ait bazı mimari formların uy­gulandığı görülür. İtalyan mimarı Mon-tani’nin yapısı olan. çeşitli üslûpların bir arada yer aldığı Aksaray’daki Pertevniyal Valide Sultan Camii’nde (1871) pen­cereler tamamen gotik üslûptadır. Yıl­dız bahçesinin Çırağan yönündeki girişi yanında bulunan Küçük Mecidiye Camii ile Sultan Abdülaziz döneminde mimar Balyan tarafından Sâdâbâd’ın yerine ya­pılan Çağlayan Camii’nde de üstlerinde­ki saçakları taşıyan ince sütunların ara­lıkları gotik kemerlerle doldurulmuş olan minare şerefeleri gotiktir. Aynı yıllara ait Sultanhamamı semtinde Hacı Küçük (Kö­çek) Mescidi’nin minare şerefesi de bir neo-gotik eserdir. Çırağan Sarayı’nın pencerelerinde gotik üslûp gayet belirli biçimde uygulanmıştır. II. Abdülhamid zamanında Yıldız civarında Ihlamur’a inen yokuşun kenarında yapılan ve halk tarafından “Süslü Karakol” adıyla bili­nen bina da aynı mimarinin yakın tarih­lerdeki örneklerindendir. Ankara yolu­nun Hasköy-Halıcıoğlu köprüsüne inen ucunun sağ tarafında İstanbul’un Mu­sevî zenginlerinden Camando’nun me­zarı olarak yapılan dikdörtgen planlı bü­yük bina, pencere kemerlerinden açıkça anlaşıldığı gibi yine neo-gotik üslûpta inşa edilmiştir.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski