Gurbet. Sâlikin vatanından ayrı yaşaması veya halkın davranış ve düşüncelerinden uzak katması anlamında tasavvuf terimi.
Mutasavvıflar genellikle cismanî ve manevî olmak üzere iki türlü gurbetten bahsederler. Birincisi kişinin memleketinden uzak kalmasıdır. Çeşitli sebeplerle seyahate çıkan gezgin mutasavvıflar bu an-, lamdaki gurbete büyük önem verirler; gurbete çıkmaya arzu duyar, gariplere sahip çıkmanın faziletinden söz ederler. “Gurbette iken ölen şehiddir” {İbn Mâce, “Cenâ’iz”, 61) mealindeki hadise bu bağlamda önemle işaret edilmiştir.
Manevî gurbetin, biri tutum ve davranışlarla, diğeri düşünce ile (himmet) ilgili olmak üzere iki şekli vardır. Bir toplumun yaşama tarzı dine uygun değilse o toplumda yaşayan dindar İnsan öz yurdunda da olsa garip sayılır. Nitekim İslâm’ın ilk yıllarında Mekkeli müslümanlar kendi yurtlarında böyle bir gurbet hayatı yaşamışlardı. “İslâm garip olarak başladı, ileride yine garip olacaktır, ne mutlu o gariplere!” mealindeki hadiste bu duruma işaret edilmiştir. Mekke müşrikleri arasında azınlık olarak yaşayan ashap garip sayıldığı gibi benzer şartlar altında zor bir hayat geçiren dindar müslümanlar da garip sayılır. “Güç şartlar altında sıkıntılı bir hayat yaşamak” anlamına gelen gariplik bu sebeple fazilet kabul edilmiştir. Nitekim. “Toplum bozulduğu zaman sünnete sarılan kimse elinde ateş tutan insan gibidir” mealindeki hadis de bunu ifade etmektedir. Bazı hadislerde. İslâmî hayattan uzaklaşmış kişiler arasında yaşamak zorunda kalan dürüst müslüman, toplumda kendi hayat anlayışında kimse bulunmadığı için yalnız yaşayan takva sahibi kişi, sünneti halka öğretip yaymaya çabalayan mümin garip olarak nitelendirilmiştir.
“Dünyada bir garip veya bir yolcu gibi yaşa” mealindeki hadisle gariplik teşvik edilmiştir. Ebü’l-Hasan es-Subey-hî, “Garip vatanında iken ondan uzak olan kişidir”; “Garip kendi meşrebinde olmayanlar arasında kalan kişidir” derken bu tür garipliği anlatmak istemiştir. İbn Kayyim el-Cevziyye riyakâr, haram helâl tanımayan cahil zümreler arasında yaşamaya katlanan ihlâslı, dindar ve âlim kişileri garip sayar. Aynı şekilde Hakk’a ermek için manevî sefere çıkan velîler, kendi hallerine ve eriştikleri makamlara yabancı olanlar arasında gariptirler.
Manevî gurbetin en yüksek derecesi. “kişinin himmetiyle çevresindekilerden ayrılması” şeklinde açıklanan ariflerin gurbetidir. Arif sadece Hakk’ı ister, O’nunla teselli bulur; 0’ndan başkasıyla olduğu zaman kendini garip hisseder; arif dünya ve âhiret garibidir.
Muhyiddin İbnü’l-Arabfye göre. a’yân-ı sâbite’lerini bilen ve kendi aslî vatanlarından hiçbir zaman ayrılmayan kâmil arifler için gurbet söz konusu olmaz. Çünkü onlar Hakk’ın kendilerine ayna olduğunu, suretlerinin onda zuhur ettiğini bilirler.
Mutasavvıflara göre ruhların esas vatanı bu dünya ve bu beden değildir, ruhlar âlemidir. Asıl vatanlarından ayrılan ruhlar dünyada ve bedende iken gariptirler ve kendi vatanlarına dönmenin özlemi içinde yaşarlar. Bu anlamdaki gurbet hayatı özellikle tasavvuf edebiyatının en canlı temalarından olmuştur.
TDV İslâm Ansiklopedisi