Hazarat-ı Hams Nedir, Ne Demek, Tasavvufta Anlamı, Hakkında Bilgi

Hazarât-ı Hams. Mutasavvıfların, varlığın beş küllî mertebesini ifade etmek için kullandıkları bîr tasavvuf terimi.

Muhyiddin İbnü’l-Arabi’ye ve onu takip eden bazı mutasavvıflara göre Allah’ın isim, fiil, sıfat ve tecellîleri sonsuz oldu­ğu gibi bunların mazharları olan kâinat da sonsuzdur. Allah her an zuhur ve te­cellî halinde olduğundan bu zuhur ve tecellîler tekerrür etmemektedir. Kâinat her an yeni bir tecellî ve yeni bir yaratılış durumundadır. “O her gün bir iştedir” (Rahman 55/29) mealindeki âyeti, “O her an yeni tecellîlerle ve sürekli olarak zu­hur etmektedir” şeklinde yorumlayan mutasavvıflar, bu tecellîleri “hazarâtü’l-hams” adını verdikleri beş genel merte­bede (hazret) toplamışlardır. Bu merte­belerin ilkine “gayb-ı mutlak” adı verilir. Bu hazrette Allah mutlak kemal ve mut­lak gayb halinde olup henüz isim ve sıfat dairesine inmediğinden isim, sıfat, tecel­lî ve taayyün söz konusu değildir. İnsan bilgisinin hiçbir şekilde ulaşamadığı gayb-ı mutlak hazretinde Allah’ın zâtını ancak yine Allah bilir. Bu sebeple gayb-ı mutlak hazretine “hazret-i zât, âlem-i lâ taayyün, amâ-yı mutlak, vücûd-ı mahz, vücûd-ı mutlak, gaybü’l-gayb” da denir. “Gayb-ı izafî” adı verilen İkinci hazret iki kısma ayrılır. Bu hazretin gayb-ı mutlaka yakın olan kısmına “hazret-i ukül, hazret-i er­vah, âlem-i ceberut, taayyün-i evvel, akl-ı evvel. hakîkat-ı Muhammediyye, rûh-ı izafî, âlem-i ahadiyyet, kitâbü’l-mübîn” gibi isimler verilir. Bu mertebe mücerret ruhlar ve akıllar âlemidir. Gayb-ı İzafînin şehâdet âlemine yakın olan kısmı aynı za­manda hazarât-ı hamsın üçüncü hazretidir ki buna “hazret-i misâl, âlem-i vâhi-diyyet, taayyün-i sânî, tecellîyi sânî. sidretü’l-müntehâ, âlem-i emr, âlem-i melekût. âlem-i tafsil” denir. İlk hazretin mukabili olan dördüncü hazret “şehâdet-i mutlak”tır. Bu hazret “âlem-i mülk. âlem-i his, âlem-i nâsût, âlem-i anâsır, âlem-i felekiyyât” gibi adlarla da anılır. İlk üç mertebe gayb sayıldığından varlık ve kâinatta gayb ve şehâdet olmak üzere başlıca İki âlem bulunmaktadır. Kur’ân-ı Kerîm’de, “O gaybı da şehâdeti de bilen­dir” (Ra’d 13/9; Nahl 16/77; Cum’a 62/8) denilmiştir. Mutasavvıflar bu dört hazreti dört denize benzetmişlerdir. Bi­rinci denizin (gayb-ı mutlak) dalgalanma­sından ceberut âlemi (gayb-ı izafî), onun dalgalanmasından melekût âlemi (haz­ret-i misâl), bu âlemin dalgalanmasından da mülk âlemi (şehâdet-i mutlak) meydana gelmiştir. Beşinci mertebe, ilk dört haz­reti kendinde toplayan “hazret-i camia” mertebesidir. Buna “âlem-i insan” da de­nir. İnsan önceki bütün âlemleri de İçine alır. Nitekim kutsî hadis olduğu rivayet edilen bir sözde Allah, “Yere göğe sığmadım, ancak mümin ku­lumun kalbine sığdım” buyurmuştur. Kâ­inatta bulunan her şeyin insanda bir ör­neği vardır. Kâinat Allah’ın isim ve sıfat­larının toplamı olduğu gibi kâinatın küçük bir örneği olan insan da Allah’ın isim ve sıfatlarının toplamı olduğundan Hz. Peygamber, “Allah Âdem’i kendi suretin­de yarattı” demiştir.

Allah bu hazretlerin her birinde çeşitli şekillerde tecellî eder. Son hazret olan insan, yüksele yüksele bütün hazretlerin kendisine görüneceği bir hale geldiği za­man İnsân-ı kâmil mertebesine ulaşmış olur. Bu hazretlerden Hakk’a ait olanı halka, halka ait olanı Hakk’a nisbet et­mek caiz değildir. Mutasavvıflar hazarât-ı hamse “avâlim-i hamse” de demişler ve bunları a’yân-ı sabite, ceberut, melekût, mülk ve insan âlemleri şeklinde sıralamış­lardır. Zât-ı ilâhiyyeden başlayan zuhur ve tecellîler kademe kademe aşağıya doğ­ru indiği için bu hazretlere “tenezzülât-ı hams” adı da verilmiştir. Aşağıda olan âlem kendisinin üstündeki âlemin maz-harı ve tecellîgâhıdır. Meselâ mülk âlemi melekût âleminin, melekût âlemi cebe­rut âleminin, ceberut âlemi de a’yân-ı sa­bitenin tecellî mahallidir. Alttaki âlem üs­tündeki âlemin aynası gibidir. Alt âlem­lerde bulunan her şeyin aslı üstteki âlem­lerde mevcuttur. Fakat üst âlemlerde bu­lunan her şey alttaki âlemlere yansımaz. Bazı şeyler beş hazrette de bulunduğu halde bazıları sadece üst hazretlerde bu­lunur.

Genellikle beş olarak kabul edilen haz­retlerin sayısını bazı mutasavvıflar altı­ya, bazıları da yediye çıkarırlar. Bosnevî, Fusûsü’l-hikem şerhinde mutlak gayb, ceberûtî ruhlar, mutlak misal, mukayyed misal, his ve insan olmak üzere altı haz­ret tesbit etmiştir. Burhânpûrî’nin et-Tuhfetü’l-mürsele’smüe ise lâ taayyün, taayyün-i evvel, taayyün-i sânî, mücerred ruhlar, misal, şehâdet ve insan şeklinde yedi hazret sıralanmıştır.

Varlık ve yaratılış görüşlerini hazarâ-tü’l-hams nazariyesiyle açıklayan Muhyiddin İbnü’l-Arabî ve onun yolundan giden­ler bu görüşlerini bazı âyet ve hadislere, özellikle esmâ-i hüsnâ anlayışına dayan­dırmak istemişler, bu hususların nakle da­yanıp açıklanması çok zor, akılla açıklan­ması ise imkânsız olduğundan bu bilgile­ri keşf metoduyla elde ettiklerini söyle­mişlerdir. İbn Haldun “ashâb-ı hazarât” dediği İbnü’l-Arabî, İbnü’l-Fârız. İbn Berrecân ve Ahmed b. Ali el-Bûnî gibi mu­tasavvıfların bu görüşü filozoflardan al­dıklarına İşaret eder. Kaynağı ne olursa olsun hazarât-ı hams görüşü, özellikle vahdet-i vücûdu benimsemiş olan mutasavvıfların varlık, yaratılış ve vahdet-i vü-cûd nazariyesini açıklamak için dayandık­ları vazgeçilmez bir temel düşünce ol­muştur.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski