Hazret Nedir, Ne Demek, Tasavvufta Anlamı, Hakkında Bilgi

Hazret. İlâhî veya kevnî herhangi bir hakikat ve bunun âlemdeki tecellileri anlamında bîr tasavvuf terimi.

Hazret sözlükte “yakında ve yanında olmak, Önünde bulunmak” anlamına ge­lir. Kavram, Rûzbihân-ı Baklî gibi bazı mutasavvıflarda da görülmekle beraber [Meşrebü’i-erüâh, s. 2531 Muhyiddin İb-nü’l-Arabî’de önemli bir tasavvuf terimi haline gelmiş, “varlığın genel mertebele­ri ve âlemdeki bütün tecellileriyle birlik­te İlâhî veya kevnî hakikat” anlamında kullanılmıştır. Meselâ kudret, ilâhî bir ha­kikat (sıfat) olup âlemdeki her çeşit kud­retin onunla bağlantısı vardır. Çünkü kâ­inattaki bütün kudretler ilâhî kudretin tecellî ve zuhur mahalleridir. Diğer ilâhî hakikatlerden farklı olan ilâhî kudret, bü­tün mazhar ve tecellileriyle birlikte bir hazret (birvarlıkalanı, bir makam) oluş­turur ve buna “hazretü’ I -kudret” denir. Allah’ın her sıfatı, her ismi ve her fiili bir hazret meydana getirdiği gibi belli bir sı­fatın, ismin ve fiilin her bir tecellisine de hazret denir. Buna göre Allah’ın sıfat, isim ve fiillerinin sayısı kadar, diğer bir ifadeyle sonsuz sayıda hazretler (hazarât) vardır. Zira Allah’ın tecellilerinin sonu yok­tur [el-Fütûhât, II, 582). Bununla beraber İbnü’l-Arabî bu hazretleri çeşitli grupla­ra ayırır. Meselâ varlığın en genel beş ka­tegorisine “hazarât-ı hams” adını verir. Öte yandan bütün hazretlerin Allah, rab ve rahman adları altında üç grupta top­landığını, birincisine “ilâhî”, ikincisine “ra-hîmî”, üçüncüsüne “rahmani” hazret denildiğini söyler. Bazan hazret sözüyle sûfînin içinde bulunduğu ilâhî isimle ilgili hal de İfade edilir. Meselâ sûfî Allah’ın rahman İsminin tecellîsine mazhar ol­muşsa o rahmânî hazrette sayılır (a.g.e., II, 176).

Hazret, değişik hakikatlerin özel bir bi­çimde birleşmesinden meydana gelen yeni bir hakikati ifade etmek için de kul­lanılır. Meselâ hayal, farklı birtakım haki­katlerin bir araya gelmesinden oluşan birleşik bir hakikattir. Bu birleşimin belli bir şekilde oluşu ona ayrı bir özellik kazan­dırır, buna da “hazret-i haya!” (hayal alanı) denir. Hazret-i insâniyye ve hazret-i İlâ-hiyye de böyledir. İbnü’l-Arabî rüya olayı­nı, bu arada Hz. İbrahim’in oğlu İsmail’le ilgili olarak gördüğü rüyayı (bk.Sâffât 37/102) hayal hazretiyle açıklar. Ona gö­re haya! hazretindeki her tecelli, bunun yorumunu yapacak ve Allah’ın ondan ne­yi kastettiğini anlamayı sağlayacak baş­ka bir bilgiye ihtiyaç gösterir. Buna da “tâ­bir” adı verilir. Tâbir “görülen bir suret­ten başka bir hususa geçmek” demektir.

İbnü”l-Arabî, Hak’la halk arasındaki her nisbetin bir hazret meydana getirdiğine, kulun bu hazret nisbetinde Hak’la bulun­duğuna inanır. Meselâ müşahede, mükâleme ve semâ hazretleri böyledir {a.g.e., 11,601).

Hazret-i ilâhiyye Allah’ın zât, sıfat ve fiillerinden ibarettir. Hazret-i ilâhiyyenin mazhar ve tecellilerine “hazret-i insâniy­ye”, akl-ı evvele “hazret-i ahadiyyet”, ilâ­hî isimler mertebesine “hazret-i esmâiy-ye”, Allah’ın zâtından başka hiçbir şeyin nazarı itibara alınmamasına da “hazret-i hüviyyet” denir.

Âlemin oluşumunu sudur ve tecellî te­orisine göre açıklayan sûfîlere göre var­lıklar Atlahtan zuhur etmek suretiyle de­rece derece O’ndan uzaklaşarak ve aşa­ğıya inerek meydana gelir. Bu durum “te-nezzülât” sözüyle ifade edilir. Allah’a ulaş­mak isteyen bir sâlik, aynı yoldan bu te-nezzülâtı teker teker aşarak yukarıya doğru çıkmak zorundadır. Bu çıkışlara da “hazarât” denir. Hazretin her basamağın­da gaip olan bir durum hazır, ötedeki bir makam beride, uzaktaki bir hal yakında olur. Bilinmeyen şeylerin bilindiği, görün­meyenlerin göründüğü, yani gaiplerin hazır hale geldiği bu mertebelere de haz­ret denilmiştir. Bir sâlik bu hazretlerden ne kadar çoğunu katederse manevî de­recesi o kadar yükselir ve kutsiyet kaza­nır. Velî ve şeyhlerin isimleri anılırken ba­şına “yâ Hazret-i Mevlânâ, yâ Hazret-i Abdülkâdir-i Geylânî” gibi hazret unvanı-
nın getirilmesinin sebebi budur. Burada hazret, “pek çok makamı aşarak en yük­sek hazrete, ilâhî huzura çıkan ve kutsi­yet kazanan şahsiyet” anlamına gelir.

Kuzey Afrika tarikatlarında semâ ve zi­kir meclislerine de hazret (hazre) adının verilmesi, kulun semâ meclisinde en ulvî haller içinde en kutsî makama ve ilâhî huzura çıktığı yolundaki inanca dayanır. İbnü’l-Arabî buna “hazret-i semâ” adını vermektedir. Kuzey Afrika’da hazreler, semâ ve zikir İçin düzenlendiği gibi ilim ve ders için de düzenlenir. Sadece ileri derecedeki müridler için düzenlenen özel hazreler de vardır (Hasan eş-Şerkâvî, s. 124).

Özellikle İbnü’l-Arabî’nin geliştirdiği hazret teorisi yavaş yavaş dinî ve siyasî hayatı da geniş ölçüde etkilemiş, bunun neticesi olarak terim sûfî olmayan din ve devlet adamları hakkında da kullanılmış­tır. Arapça’da “hazretü’ş-şeyh”, Farsça’­da “hazret-i şeyh”, Türkçe’de “şeyh haz­retleri” şeklinde kullanılan kelime son asırlarda daha çok Allah, peygamberler, sahabe, melekler, padişah ve devletin ile­ri gelen şahsiyetleri İçin de kullanılmaya başlanmıştır. Araplar ise hazret yerine daha çok “seyyidünâ” (efendimiz) ifadesi­ne yer verirler.

Edebî metinlerde kelime, daha ziyade dinî muhtevası ile ve genellikle Allah (Hakkıdır Hazret-i Hakk’ın ol mâl / Sen dahi etme edada İhmâl fNâbî); Ey Haz­ret-i Rahmân’ım / Tevfîk ü hidâyet et / Âlemlere sultânım /Tevfîk ü hidâyet et | Hüdâîl); Peygamber (Seyr eden mu’ci-ze-İ kametini / Dedi hep medh edüben hazretini jHâkânî|) ve velîler (Nakd olur gencûr-i hâs-ı himmet-i Zerkûb’dan / Ey­leyenler hazret-i hünkâra arz-ı ihtiyâç (İz­zet Molla]) hakkında kullanılmıştır.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski