Hünsa Nedir, Anlamı, İslam Hukukunda Hünsa Hakkında Bilgi

Hünsa. Çift cinsiyetlî veya cinsiyeti belirsiz kimseler İçin kullanılan bir fıkıh terimi.

Sözlükte “kırılmak, kırılıp bükülmek” mânasına gelen hanes kökünden “kadın­sı davranışlar gösteren erkek” anlamında bir sıfat olup İslâm hukukunda, doğuştan hem erkeklik hem de dişilik organına sa­hip bulunan veya erkek mi kadın mı ol­duğu tesbit edilemeyen kişiyi ifade eder. İnsanlarda çok ender rastlanan bu yapı­sal bozukluk veya çift cinsiyetlilik (er dişi­lik) vücutta hem er bezleri hem de yumur­talıkların bulunması, dış üreme organla­rının her iki cinse ait özellikler taşıması, hatta hücrelerin bazısında erkek bazısın­da dişi kromozom çiftlerinin görülmesi şeklinde ortaya çıkar. Başta ibadetler ve ahvâl-i şahsiyye olmak üzere fıkhın birçok alanında erkek ve kadınlar için farklı dinî ve hukukî hükümler sevkedildiğinden fı­kıh literatüründe çift cinsiyetli veya cin­siyeti belirsiz kimsenin tanımı ve tâbi ola­cağı hükümler konusu ayrıntılı bir şekilde ele alınır.

İslâmî öğreti ve gelenekte, erkek ve ka­dın olarak her cinsin kendine has özellik­lerinin korunması ve kendi yönünde ge­liştirilmesi esas alınmış, kişinin kadınlık veya erkeklik özelliklerini tam olarak ta­şıdığı halde karşı cinse benzeme özentisi içine girmesi kınanmış, cinsiyet farklılığı­nı koruyucu ve sağlıklı bir cinsî gelişmeyi temin edici bir dizi tedbir alınmıştır. Bun­dan dolayı Hz. Peygamber, kadına benze­meye özenen erkeklere (muhannes) veya erkeğe benzemeye özenen kadınlara la­net etmiş ve bu tipler için bazı yaptırım­lar uygulamıştır. Ancak bu tür ruhî-ahlâkî bozukluğun söz konusu kişilere farklı dinî ve hukukî hü­kümlerin uygulanmasını gerektirmeyece­ği ve haklarında tabii cinsiyetleriyle ilgili hükümlerin geçerli olacağı açıktır. Buna karşılık bir kimsenin biyolojik olarak hem kadınlık hem de erkeklik özelliği taşıması veya cinsiyetinin belirsiz olması farklı bir durum olup çok ender rastlanan bu tür yapısal bozukluk İslâmî gelenekte tabii karşılanmış ve tâbi olacağı dinî ve hukukî hükmü belirleyebilmek için bazı kriterler kullanılması ve bazı uyarımların yapılma­sı yoluna gidilmiştir.

Fıkıh literatüründe hünsâ iki gruba ay­rılarak incelenir. Birincisi, erkeklikle dişi­lik belirtilerine birlikte sahip olmakla be­raber biri diğerine baskın olan. yani erkek veya kadın olduğuna kolayca hükmedilen ve “hünsâ-i gayr-i müşkil” olarak adlandı­rılan kimsedir. Bunlar hakkında belirgin olan cinsiyetin hükümleri uygulanır. İkin­cisi, hangi cinsten olduğuna kolayca hük-medilemeyecek tarzda erkeklik ve dişilik organına birlikte sahip olan veya bu or­ganlardan hiçbirini taşımayan kimse olup buna da “hünsâ-i müşkil” denilir. Hünsâ denilince genelde bu ikinci gruba giren kimseler kastedilir. Bunların “müşkil” ola­rak nitelendirilmesi de cinsiyetini ve do­layısıyla haklarında uygulanacak hükmü belirlemenin zorluğunu ifade İçindir.

Hünsâ-i müşkile erkek veya kadın cin­sinden hangisinin hükmünün uygulana­cağını tesbit için fakihlerce önerilen veya tartışmaya açılan kriterler onların bilgi ve tecrübe birikimlerinin ürünü olan, ay­rıca hünsânın cinsiyetini değil ona uygu­lanacak hükmü belirlemeyi hedefleyen pratik çözümler olarak görülmelidir. Me­selâ kaynaklarda, ergenlik çağı öncesinde idrarın hangi organdan geldiği veya her ikisinden gelmesi halinde öncelik sırası ya da nisbeti şeklinde bazı kriterlerden söz edilir. Hz. Peygamber de bu durumdaki birinin mirastaki payının nasıl takdir edi­leceği sorusuna idrarın geldiği organa gö­re hüküm verileceği şeklinde cevap ver­miştir. Ergenlik sonra­sında ise erkeklik ve dişilik belirtilerinde-ki gelişmeler esas alınır.

Hünsâ-i müşkile uygulanacak hukukî ahkâm konusunda kural olarak ihtiyatla hareket edilir. Meselâ fakihlerin çoğun­luğu bu mülâhaza ile hünsânın kadınlar gibi örtünmesi gerektiği, fakat ipek elbi­se ve ziynet eşyası kullanamayacağı görü­şündedir. Ancak birinci görüşe Hanbelîler, ikinci görüşe ise Hanefîler katılmazlar. Halvet, dokunma ile abdestin bozulması, ezan okuma, cenazeyi yıkama, cenazesi­nin yıkanması ve kefenlenmesi, imamet, cemaatle namaza iştirak konularında da benzeri bir ihtiyatın İzlendiği görülür.

Hünsânın erkeklere ve kendi durumun­da olanlara imamlık yapmasının sahih ol­mayacağı hususunda ittifak vardır, kadın­lara İmameti ise sahihtir. Fakihlerin çoğu­na göre hünsâ hac ve umrede ihram ko­nusunda kadının hükümlerine tâbi olur. Yine çoğunluğa göre mahremi olmayan kadın veya erkeklerle halveti caiz olmadı­ğı gibi öldüğünde cenazesi kadın veya er-keklerce yıkanamaz; teyemmüm yaptırı­larak kefenlenir.

Şahitlik konusunda hünsâ kadın gibi muamele görür. Mâliki, Şafiî ve Hanbelî mezheplerine göre hünsânın kadılık göre­vine getirilmesi sahih değildir; Hanefîler ise hadler ve kısasla ilgili konulara bakma­mak şartıyla bu göreve getirilebileceği gö­rüşündedirler.

Hünsânın mirastaki hissesine gelince, Hanefî mezhebine göre erkek veya kadın olarak hangi durumda daha az pay alı­yorsa kendisine o kadar pay verilir; çünkü hak iktisabında ihtimalle değil kesin de­lille hareket edilmesi esastır. Aynı şekilde bir hale göre vâris oluyor, diğerine göre olamıyorsa pay alamaz. Şafiî mezhebin­de hünsâya ve hünsâdan etkilenen diğer mirasçılara alacaklarının en azı verilir. Fazlası hünsânın durumu belli oluncaya ya da vârislerle hünsâ arasında anlaşma sağlanıncaya kadar bekletilir. Mâlikîler ve Hanbelîler ise hünsâya erkek ve kadın ola­rak alacağı hisselerin ortalamasını ver­mişlerdir. Haneffler’den Ebû Yûsuf ve Muhammed de bu görüştedir.

Hünsânın diyeti konusunda da çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Hanefi, Mâliki ve Hanbelîler’e göre hünsâ öldürülüp di­yetle hükmolunduğu zaman erkek ve ka­dın diyetlerinin ortalaması ödenir, Şafiî mezhebine göre ise kadın diyeti ödenir.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski