İbrahim Su­resi Kaçıncı Sure, Kaç Ayettir, Fazileti, Konuları, Hakkında Bilgi

İbrâhîm Sû­resi. Kur’ân-ı Kerîm’in on dördüncü sûresi.

Mekke döneminde Nuh sûresinden sonra nâzii olmuştur. 28 ve 29. âyetlerin Medine devrinde Bedir Gazvesi’nde öldürülen müşrikler hakkında indiğine dair rivayetler varsa da müfessirlerin çoğunluğu bunlara itibar etmemiş­tir Mushafta elif-lâm-râ harfleriyle başlayan beş sûrenin beşincisidir. Âyet sayısı elü iki olup fasılası harfleridir. İsmini, Mekke’nin güvenliği ve orada otu­ranların İyiliği için dua eden Hz. İbrahim’­den alır.[âyet 35]

Kaynaklarda nüzul sebebiyle ilgili her­hangi bir olaydan söz edilmiyorsa da üs­lûp ve muhtevasından anlaşıldığına göre sûre, Mekke müşriklerinin Hz. Peygamber’e ve ona inananlara karşı sürdüregeldikleri baskıların yoğunlaştığı bir dö­nemde, hicrete yakın günlerde inmiştir. Sûrenin başinda,[âyet 3] dünya hayatının lezzetlerine taparcasına bağlanan ve manevî güzelliklere sırt çeviren müşrik­lerin insanları Allah yolundan vazgeçir­mek için bütün güçleriyle çaba gösterdik­leri, bu tutumlarının anlaşılmaz bir sapık­lık olduğu açıklanır. Müslümanlara uygu­lanan toplu boykot yıllarında onların iba­det ve tavaf için dahi Kabe’ye yaklaştırılmadıkları hatırlanırsa bu âyetlerin o dö­nemde müslümanlara yapılan baskıları dile getirdiği düşünülebilir. Ayrıca sûre içinde namazı sürekli olarak kılmayı ha­tırlatan [âyet 31] ve Hz. İbrahim’in hem kendisi hem de zürriyeti için namaz kıl­makla ilgili duasını [âyet 40] ihtiva eden âyetlerin bulunması bu sûrenin hicretten kısa bir süre önce vuku bulan mi’rac ola­yından, yani beş vakit namazın farz kılın­masından sonra nazil olduğunu gösterir: sûre ile ilgili bütün rivayetler de bunu destekler mahiyettedir.

Sûrenin ana fikri ve amacı, Hz. Peygamber’in davetini reddeden ve ona kar­şı düşmanlıklarını arttırarak sürdüren kâ­firleri sert bir biçimde uyarıp tehdit et­mek suretiyle caydırmaktır. Konusu ise öteki Mekkî sûrelerde olduğu gibi tevhid, vahiy ve peygamberlikle ilgili temel iman meseleleridir. Hak dini yayma uğrunda peygamberlerin katlandığı sıkıntılara dair bilgilerin de yer aldığı sûre beş bölüme ayrılabilir.

Birinci bölümde [âyet 1-12] üç önemli hususa dikkat çekildiği görülür. Bunlar­dan birincisi, Allah’ın vahiy ve peygam­ber göndermedeki esas hedefi insanları küfrün karanlığından kurtarıp hidayete erdirmektir. Ancak diğer peygamberler ve -bir örnek olmak üzere Hz. Mûsâ, sa­dece kendi kavimlerini kurtarmakla gö­revli oldukları halde Hz. Muhammed bü­tün insanları aydınlığa çıkarmakla görev­lendirilmiştir.[âyet 5] Kur’an’ın Arapça gönderilmiş olması Resûl-i Ekrem’e böy­le bir görevin verilmesine engel teşkil et­mez; çünkü yüce ve hikmet sahibi Allah, daha önceki peygamberlere de hep kendi kavimlerinin diliyle vahiy indirmiştir.[âyet 4] İkinci önemli husus vahyin diliyle ilgi­lidir. Yûsuf sûresinin başında (12/2) Kur­’an’ın açık seçik bir Arapça ile gönderildi­ği ifade edildiği halde bunun sebep ve hikmeti açıklanmamıştı. İbrâhîm sûresin­de ise vahyin tebliğinde bir peygamberin kendi kavminin dilini kullanmasının ileti­şimi kolaylaştırmak gibi bir hikmet taşı­dığı açıklanmıştır. Buna rağmen peygam­berler kendi kavimleri tarafından büyük bir direnişle karşılanmışlardır. Üçüncü hu­sus, peygamberlerin tebliği karşısında inanmayanların ortaya koyduğu direniş ve bunun sebepleridir. Peygamberler in­sanların ruhlarında imanı yerleştirip kök­leştirmeye, onları sosyal ilişkilerinde doğ­ruluk ve iyiliğe yönlendirmeye çalışırken inkarcıların bilhassa lider konumunda bu­lunanları daha çok kendi çıkarları için za­rarlı gördükleri peygamberlerle çatışma­ya girerler. Sûrenin ilk bölümünde bu ça­tışmanın iki temel sebebine dikkat çeki­lir: Birincisi dünya hayatının nimetleri­ne aşırı düşkünlük [âyet 3] ikincisi geç­mişten gelen alışkanlıklara, gelenek ve göreneklere şuursuz bağlılık.[âyet 10] Sû­renin birinci bölümü, kendilerine karşı ya­pılan eza ve cefalara rağmen peygamber­lerin Allah’a güvenip yollarına devam et­meleri hususunda gösterdikleri azim ve iradeyi dile getiren âyetlerle son bulur.

Sûrenin ikinci bölümünde [âyet 13-27] inanmayanların peygamberlere karşı sür­dürdükleri düşmanlığın başka bir boyu­tuna dikkat çeken âyetler yer alır. Bu da peygamberlerin öz yurtlarını terketmeye zorlanmasıdır. Aynı âyetlerde peygam­beri yurdundan sürüp çıkarmanın o kav­me neye mal olacağı da bildirilmektedir. Allah onları yok edip yerlerine tekrar mü­minleri yerleştirecek, müşrikleri bu dünyada hezimete uğratacak, âhirette de çe­tin bir azaba çarptıracaktır; onların iyilik adına yaptıkları ameller kabul edilmeyip kül gibi savrulacaktır. Bu âyetler, bir yan­dan kâfirlere uyarıda bulunurken bir yan­dan da hicretten sonra meydana gelecek savaşlara ve bu savaşlarda müslümanla-rın elde edecekleri zaferlere işaret et­mekte, Mekke’nin fethedileceği ve müs-lümanlann yeniden oraya döneceği müj­desini vermektedir. Aynı bölümde kâfir­lerin âhirette hiçbir mazeret bulamaya­cakları, şeytana uyup küfre sapanların şeytan tarafından bile kınanacakları be­lirtilmekte; ardından müminlerin ebedî cennetlerle mükâfatlandırılacağı. Allah’a inanmanın -ve bu inancın veciz bir ifadesi olan kelime-i tevhidin meyvesi bitip tükenmeyen bir ağaç gibi devamlı mutluluk sağlayacağı bildi­rilmektedir.

Üçüncü bölüm [âyet 28-34] Allah’ın ni­metleri ve bu nimetlere karşı nankörlük edenlerin durumlarıyla ilgilidir. Burada, Allah’ın hidayetini reddedip yerine inkar­cılığı yerleştirmeye çalışanların kendile­riyle birlikte kavimlerini de helake sürük­ledikleri ve karar kılacakları son durağın cehennem olduğu bildirilir. Ardından mü­minlerden namaz kılmaları, gizli açık ha­yır yapmaları istenir; kimsenin kimseye yardım edemeyeceği âhiret gününde bu­nun kurtarıcı rolüne dikkat çekilir. Allah’ın yaratıcı kudretiyle ortaya çıkardığı kevnî varlıklara ve insanın yararlarını amaçla­yan bunlardaki düzene işaret edilir. Bu bölümün son âyetinde, Allah’ın kullara saymakla başa çıkamayacakları kadar bol nimetler ihsan ettiği hatırlatılır.

Dördüncü bölüm [âyet 35-41] insanlı­ğın en büyük rehberlerinden olan Hz. İb­rahim’in yüksek dinî kişiliğini yansıtan âyetlerden oluşur. Burada Hz. İbrahim’in, Mekke’nin hem bir güvenlik merkezi hem de tevhid odağı olması dileğini de içeren son derece veciz Örnek dua cümleleri yer alır. Onun duasının, “Rabbimiz! Hesapla­rın görüleceği günde beni, ana-babamı ve bütün müminleri bağışla” şeklindeki son cümlesi, bütün müslümanlarca en çok sevilen ve tekrar edilen dualardan biri olmuştur.

Sûrenin son bölümü [âyet 42-52] yuka­rıdaki hususların genel bir değerlendir­mesi mahiyetindedir. Kim olursa olsun, nerede ve hangi devirde yaşamış bulu­nursa bulunsun, ilâhî hakikatlere karşı savaş açan zalimlerin mutlaka yenilgiye uğrayacakları ve perişan olacakları özel­likle vurgulanır; Allah’ın bildirdiği hak ve adalet yoluna karşı savaş açanların kaçı­nılmaz âkıbetleriyle karşılaştıklarında hissedecekleri derin pişmanlık duyguları, faydasız dilekleri ve nihayet çarptırılacak­ları ağır cezalar kısaca anlatılır. Sûre, bü­tün insanlara bir mesaj niteliği taşıyan şu âyetle son bulur: “İşte bu Kur’an insan­lara bir bildiridir; onunla uyarılmaları, iba­dete lâyık olanın yalnızca Allah olduğunu bilmeleri ve aklı başında kişilerin iyice dü­şünüp anlamaları İçin gönderilmiştir.

Sûrenin faziletine dair bazı tefsirlerde yer alan ‘İbrâhîm sû­resini okuyan kimseye putlara tapan ve tapmayanların on katı ecir verilecektir” anlamındaki hadisin uydurma olduğu ka­bul edilmiştir.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski