İhlas Suresi Nedir, Kaçınıcı Sure, Kaç Ayettir, Fazileti, Hakkında Bilgi

İhlâs Suresi. Kur’ân-i Kerîm’în yüz on ikinci sûresi.

Çok sayıdaki adlan arasında. İslâm di­ninin temel ilkesi olan tevhid inancının veciz bir ifadesi olduğu için verildiği an­laşılan İhlâs ve aynı zamanda sûrenin ilk âyeti olan “Kul hüvallâhü ahad” en çok kullanılanlarıdır. Sûre özellikle Türk sözlü kültüründe “Kul hüvallah”, bunun da kı­saltılmışı olan “Kul hü” şeklinde, ayrıca “İhlâs-ı şerif” diye de anılır. Sûreye. Al­lah’ın birliği inancını öz olarak ifade etti­ği için “tevhid”, aynı inancın İslâm’da te­mel akîdeyi oluşturması sebebiyle “esâs”, sûrede hiçbir şeyin Allah’a benzetilemeyeceği, O’nun her şeyden başka ve üstün olduğu anlatıldığı için “tecrîd”, Allah’a burada anlatıldığı şekilde inananlar bu saye­de kurtuluşa erecekleri için “necat”, kişi bu sûrede anlatıldığı şekilde iman ettiği takdirde Allah’ın sevgisi ve dostluğunu kazanacağı için “velayet” adlan da veril­miştir. Fazla yaygın olmamakla birlikte “tefrid, marifet, cemâl, nisbet, bereket, berâet, müzekkire, nûr, mania, eman” gibi isim ve niteliklerin kullanıldığı da belirtilmektedir. İhlâs sûresi Kâfirûn ile birlikte “İhlâseyn” ve “Mukaşkışateyn, Felak ve Nâs süreleriyle bir­likte “Muavvizât adlarıyla da anılır. Dört âyetten ibaret olup fasılası dâl ( ) harfidir.

İbn Mes’ûd, Hasan-ı Basri, Câbir b. Ab­dullah, Mücâhid b. Cebr, Zemahşerî, Fah­reddin er-Râzî gibi birçok müfessir ve âlim İhlâs sûresinin Mekke döneminde nazil olduğunu ileri sürerken İbn Abbas. Muhamrned b. Kâ’b el-Kurazî. Ebü’l-Âliye er-Riyâhî, Dahhâk b. Müzâhim ve Sü-yûtî Medine döneminde indiğini söyler­ler. Önce Mekke’de, ardından ikinci defa olmak üzere Medine’de indiği de ileri sü­rülmüştür. Mekkî olduğu görüşünü benimseyenler, Mekke’de müşriklerin Hz. Peygamber’e gelerek, “Bize rabbinin nesebini söyle” dedikleri, Resûl-i Ekrem’in de onlara bu sûreyi okuduğuna dair rivayeti Medenî olduğunu söyle­yenler, Medineli yahudilerin ulûhiyyetle ilgili bazı sorularına Allah tarafından bir cevap olmak üzere Cebrail’in Hz. Peygam­ber’e gelip “Kul hüvallâhü ahad” sûresini okuduğunu bildiren rivayetleri delil göstermiş­lerdir. Fahreddin er-Râzî’nin tefsirinde Atâ b. Dînâr ile İbn Abbas’ın rivayeti olarak yer alan  Necran hıristiyanları heyetiyle iigili bir ri­vayet de sûrenin Medenî olduğunun bir delili olarak ileri sürülmüştür. Rivayetlerden anlaşıldığına göre Resûl-i Ekrem, gerek müşriklerin gerekse yahudilerle hıristiyanların Allah hakkında­ki sorularına cevap olarak İhlâs sûresini okumuştur. Onun farklı zamanlarda so­rulan sorulara bu sûre ile cevap vermesi sûrenin o sırada nazil olduğunu göster­mez. Gerçi yahudilerle ilişkiler Medine’ye hicretten sonra başlamış, Necran hıristiyanlarıyla olan münasebetler de hicretin 3. yılında ve Uhud Gazvesi’nden sonra ortaya çıkmıştır. Bazı kaynaklarda yer aldı­ğına göre, “Bize rabbinin nesebini bildir” diyen müşrik kişi Hendek muhasarası ku­mandanı olup bu muhasara da hicretin S. yılında gerçekleşmiştir. Ancak İslâm’ın temel iman ilkesini belirleyen bir sûrenin bu kadar geç bir zamanda gelmiş olabi­leceği zayıf bir ihtimal olarak görülmek­tedir. Ayrıca dili. üslûbu ve içeriği de Mek­kî sûreleri andırmaktadır. Sûre hangi di­nî inanıştan gelirse gelsin, hangi fikir ve felsefî düşünceden kaynaklanmış olursa olsun Allah hakkındaki bütün yanlış inanç ve telakkileri ortadan kaldırmak, Allah’ı doğru sıfatlarıyla ve lâyık olduğu özellik­leriyle tanıtmak için inmiştir.

İhlâs sûresinin muhtevasıyla ilgili ola­rak müfessirlerin üzerinde durdukları en önemli konu, ilk iki âyette yer alan “ahad” ve “samed” kelimelerinin anlam ve içe­rikleridir. Ahad sıfatı Allah’a nisbet edil­diğinde O’nun birliğini, tekliğini ve eşsiz­liğini ifade eder; bu anlamıyla tenzihî ve­ya selbî sıfatlan da içerir. Bu sebeple ahad sıfatının bazı istisnalar dışında Allah’tan başkasına nisbet edilemeyeceği düşünü­lür. Aynı kökten gelen “vâhid” ise Kur’ân-ı Kerîm’de ve hadislerde Allah’ın sıfatı ola­rak geçmekle birlikte Allah’tan başka var­lıkların sayısal anlamda birliğini ifade et­mek için de kullanılmaktadır. Sûrenin ilk âyetinde Allah lafzıyla bütün sübûtî sıfat­lara, ahad lafzıyla da selbî sıfatlara işa­ret edildiği anlaşılmaktadır.

Samed kelimesi “bir kavmin ilk atası, herkesin kendisine ihtiyacını arzettiği, fa­kat kendisinin kimsenin yardımına muh­taç olmadığı ulu başkan” gibi anlamlara gelir. Sûredeki bağlamına göre samed, “var oluş bakımından kimseye muhtaç olmayıp her şeyin varlığını kendisine borç­lu olduğu vâcibü’l-vücûd” demektir. Bu­na göre samed kelimesi doğrudan doğ­ruya ahad isminin açıklaması, daha son­ra gelen “doğurmamış ve doğmamıştır” âyeti de samed isminin açıklamasıdır. “Onun bir dengi de olma­dı” mealindeki son âyet ise hem birinci âyetin açıklaması hem de bütünüyle sû­renin bir özetidir.

Sûrenin iki İspat cümlesiyle iki nefiy cümlesinden meydana gelmesi, Allah’ın sübûtî sıfatlarıyla selbî sıfatlan arasında bir dengenin kurulması gerektiğine işa­ret eder. Zira sübûtî sıfatlarda aşın gidip Allah’ı yalnızca teşbih ve temsil yoluyla ta­nımaya çalışmak sonuçta insanları teşbih ve tecsîme, hatta çok tanrıcılığa götürebildiği gibi selbî sıfatlarla tanımlamada aşırılığa kaçıp O’nu sadece tenzih yoluyla tanıtmanın da insanları büsbütün red ve inkâra götürme tehlikesi taşıdığı görül­müştür. Böylece sûre, bir yandan İslâm’­daki tanrı tasavvurunu açık bir biçimde ifade ederken öte yandan dolaylı olarak diğer dinlerdeki tanrı tasavvurlarının yanlışlığını ortaya Koymaktadır.

Kur’ân-ı Kerîm’in bir din kitabı olduğu ve onun âyetlerinin Allah’ı doğru tanıtma­yı ve O’na karşı kulluk görevlerini bildir­meyi hedeflediği dikkate alınınca İhlâs sûresinin bütün sûrelerle ilişkisinin bu­lunduğu görülür. Meselâ Fatiha süresin­deki. “Biz ancak sana ibadet eder ve an­cak senden yardım dileriz” mealindeki âyetle Allah’ın samed ismi arasında böy­le bir ilişkinin varlığı dikkat çekmektedir. İhlâs’tan sonra gelen Felak ve Nâs sûre­lerinde ise insanlar, “samediyyet” diye ifa­de edilen Allah’ın büyük lütufkârlığından ve koruyuculuğundan istifade etmeye çağrılmaktadır.

Fazileti

Sûrenin faziletiyle ilgili olarak Zemahşeri’nin naklettiği, İhlâs sûresinin Kur’an’ın bütününe eşdeğer olduğu yolunda­ki rivayet zayıf görül­müşse de Kur’an’ın üçte birine denk ol­duğuna dair rivayet sahih hadis kitapları ile önemli tefsir kaynaklarında yer almış­tır. Bu hadisi yorumlayan âlimlerden bir kısmı İhlâs sûresinin sevabı itibariyle, bir kısmı da konusu ve mânası yönünden Kur’an’ın üçte birine denkolduğunu söy­lemiştir. İkinci görüşe göre sûre. Kur’an’ın üç ana konusundan ilki olan tevhid-le alâkalı olup bu sûrenin anlamını iyice kavrayan ve itikadını onunla oluşturan bir insan Kur’an’ın tevhid ve akaid bölümünü de kavrayıp benimsemiş olur. İmam Gazzâlî Cevâhirü’l’Kur’ûrida Kur-‘ân-ı Kerîm’deki bilgilerin ana hatlarıyla Allah hakkında bilgi, âhiret bilgisi ve doğru yol bilgisi olmak üzere üçe ayrıldığını, İhlâs sûresinin bunlardan mânfetullah ve tevhid konusunu ihtiva ettiği, Kur’an’daki diğer hükümler bu sûredeki tevhid te­meline dayandığı için Kur’an’ın üçte biri değerinde görüldüğünü ifade etmiştir. Hz. Peygamber’in namazlarda İhlâs sû­resini birkaç defa okuyanları müjdelediği yolunda rivayetler bulunmaktadır. Resûl-i Ekrem, Felak ve Nâs süreleriyle birlikte İhlâs sûresinin de istiâze maksadıyla oku­nabileceğini ve kendisinin yatarken bu sûreleri okuduğunu bildirmiştir.

İhlâs sûresi tefsir kitaplarında muhte­lif yönleriyle ele alınıp geniş olarak tefsir edilmiştir. Ayrıca felsefeden tasavvufa ka­dar çeşitli ilim dallarında meşhur âlimler tarafından sûre üzerinde pek çok müsta­kil çalışma yapılmıştır.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski