İlim Nedir -Allah'ın Subuti Sıfatı- Anlamında, Hakkında Bilgi

İlim. Allah’a nisbet edilen sübûtî sıfatlardan biri.

Sözlükte ilim. “bir şeyin hakikat ve ma­hiyetini kavrayıp idrak etmek” demektir. İlâhî bir sıfat olarak “Allah’ın gerek du­yular âlemine gerekse duyu ötesine ait bütün nesne ve olayları bilmesi” diye ta­nımlanabilir. Kur’an’da Allah’ın en yetkin şekliyle bilen bir varlık olduğu alîm, habîr, şehîd. hafız, muhsî, vâsi’ gibi isimler­le ifade edilmiştir. Bu kavramlar çerçeve­sinde ilim “zaman ve mekân sınırı olmak­sızın küçük büyük, gizli aşikâr her şeyi ve her hadiseyi müşahede etmişçesine hak­kıyla bilmek” mânasına gelir. İlim Kur’ân-i Kerim’in yaklaşık 380 âyetinde isim, muh­telif fiil sığaları ve sıfat [âlim, alîm. allâm, alem] şeklinde Allah’a nisbet edilmiştir. Fahreddin er-Râzî, Kur’ân-ı Kerîm’de “talîm” kökünden türemiş fiiller Allah’a iza­fe edilmekle birlikte “muallim” isminin O’nun için kullanılamayacağı konusunda ittifak edildiğini kaydeder. İlim sıfatının Kur’an örgüsündeki ilgi alanları çok geniş olup çe­şitli münasebetlerle onun kapsamına gi­ren birçok nesne ve olaya temas edilir. Meselâ göklerde ve yerde bulunan her şe­yi, insanların kalplerinde gizledikleri veya açıkladıkları bütün düşünceleri, yere gi­reni ve yerden çıkanı, karadaki ve deniz-dekileri, insanların bildikleri ve bilmedik­lerini Allah bilir. Bununla birlikte Allah kimin daha güzel davranacağını, kimin hayır, kimin şer işleyeceğini, Allah’a ve peygamberlere kimin yardım edeceğini herkese göstermek amacıyla insanları im­tihana tâbi tutmuştur. İbnü’l-Cevzî Kur’an’da yer alan ilmin “bilmek, anlamak, ayırt etmek, görmek, akıl. izin. kitap. Kur’an, resul, üstün yete­nek ve isabetsiz bilgi” mânalarına gel­diğini kaydeder. İlim hadislerde de Allah’a nisbet edilmiş, ilâhî ilmin hem duyu hem du­yular ötesi âlemi kapsadığı belirtilmiş ve mugayyebâtın sadece O’nun tarafından bilindiği ifade edilmiştir. Ayrıca Hz. Peygamber. Allah’ın dine ve dünyaya ait konularda hangi işin insan hakkında ha­yırlı olacağını bildiğinden bu tür işi nasip etmesi için O’na niyazda bulunmayı tav­siye etmiştir.

İlim Allah’ın zâtına nisbet edilen sübûtî sıfatlar içinde yer alır ve bunların en kap­samlısını oluşturur. Bu sıfatın zât ile mü­nasebeti ve dolayısıyla mahiyeti hakkın­da ileri sürülen görüşleri iki noktada özet­lemek mümkündür. Selef âlimleriyle Sün­nî kelâmcılar, bütün sübûtî sıfatları ve bu arada ilmi zihnen müstakil bir “mâna” olarak düşünmüş ve bunları zâta izafe et­mişlerdir. Bu bağlamda sözü edilen kav­ramlar “hayat, ilim şeklinde mâna sı­fatları ve “hay, âlim …” şeklinde manevî sıfatlar grubuna ayrılmıştır. Zira zât-ı ilâhiyyeye “alîm” sıfatını nisbet edip de O’nun ilminin olmadığını söylemek müm­kün değildir. Ayrıca muhtelif âyetlerde ilim Kavramı Allah’a izafe edilmiştir. Mutezile kelâmcılarının çoğu ile Ha-vâric ve Şîa âlimleri, sadece zihinde de olsa zâttan bağımsız olarak düşünülecek kavramların zâta atfedilmesin in kadîm­lerin çoğalmasına sebep teşkil edeceğini kabul ederek mâna sıfatlarını varit gör­memiş ve Allah’ın zâtıyla âlim olduğunu, başka bir ifadeyle ilmin zâtta mündemiç bulunduğunu söylemişlerdir. İslâm filo­zoflarının kanaati de bu şekildedir. Hat­ta filozoflar, tevhid ilkesini tam anlamıy­la gerçekleştirebilmek için zâtı daha çok selbî sıfatlarla nitelemeyi tercih ederek Allah’ın âlim olmasını bilgisizlikten mü­nezzeh bulunması mânasına almışlardır.

İslâm âlimlerinin büyük çoğunluğu ge­nelde diğerleri gibi ilim sıfatının da kadîm olduğunu kabul eder. Çünkü ibtidâen ya­ratmayı gerçekleştirmek ve bunu sürdür­mek Önceden ilim sahibi olmaya bağlıdır. “Yaratan bilmez olur mu?” [Mülk 67/ 14] âyeti de bu gerçeği ifade etmektedir. İç içe sistemlerden oluşup çok kompleks bir işleyiş ortaya koyan tabiatın belli bir plan ve ön düzenleme olmadan ahenkli bir şekilde devam ettirilmesi mümkün değildir. Birçok âyette Cenâb-ı Hakk’ın âlemlerin, semâvâtve arzın (tabiat) rabbi olduğunun vurgulanması da bunu gösterir. Ancak Cehm b. Safvân’dan baş­ka Hişâm b. Hakem ve Zürâre b. A’yen gi­bi bazı Şiî âlimleri, dünya hayatının mü­kellefler için bir imtihan vesilesi olduğu, muhtelif âyetlerde bu imtihanı başaran­larla başaramayanların Allah tarafından bilinmesi için mükelleflerin sürdürecek­leri hayat şekline atıflar yapıldığı gerekçe­siyle [meselâ bk.Âl-i İmrân 3/142; Ankebût 29/2-3; Muhammed 47/31; Mülk 67/2] ilâhî ilmin hadis olduğunu iddia et­miş, fakat bu telakki itibar görmemiştir.

İlim sıfatının kadîm olmasının gereği üzerinde önemle duran İslâm filozofları, ilâhî ilmin sadece prensipler niteliğinde­ki küllilere yönelik olduğunu, temel vasfı değişiklikten ibaret bulunan tek tek olay­lara (cüz’iyyât) taalluk etmediğini ileri sür­müşlerdir. Zira realitede gerçekleşen her ftlay sonradanlik özelliği taşır, ona taalluk edecek olan ilim de aynı statüde bulunur, bu durumun ise Allah’a izafe edilmesi mümkün değildir. Ancak filozofların bu telakkisi hem naslar hem de aklî İstidlal açısından İsa­betsiz görülmüştür. Kur’ân-ı Kerîm’de Allah’ın ilmini konu edinen birçok âyet, bu ilmin hiçbirsmır getirmeksizin her şeyi kuşattığını ifade ettikten başka [me­selâ bk. Âl-i İmrân, 3/120; Nisâ 4/108, 126; Talâk 65/12] birçok cüzi hadiseye de taalluk ettiğini haber vermektedir. Meşşâî felsefesine karşı yönelttiği önemli tenkitleriyle tanınan Ebü’l-Berekât el-Bağdâdî, İbn Sînâ’nın “vahdetten kesret çıkmaz” telakkisiyle bütün ilâhî sı­fatlan ilim sıfatına irca edip ilmi de külli­lerle sınırlandıran anlayışının tutarlı olma­dığını belirtmiştir.

Kelâm literatüründe ilim sıfatıyla ilgili olarak daha çok ilâhî ilmin ezelî oluşu ve bütün varlık ve olayları kapsaması üzerin­de durulduğu anlaşılmaktadır. Büyük ço­ğunluğun ilâhî ilmin ezelî olduğunu ve bütün varlık olaylarını kapsadığını kabul etmesine karşılık Cehm b. Safvân, Zürâ­re b. A’yen ve Hişâm b. Hakem gibi bazı kelâmcılann, ayrıca bir kısım İslâm filo­zofunun ileri sürdüğü muhalif görüşlerin kesin delillere dayandığını söylemek ol­dukça zordur. Zira varlık ve olayları bütün yönleriyle kuşatmayan ve ezelî olmayan ilim Allah’a ait bir sıfat olamaz. Bu husus, Allah’ın en yetkin varlık olduğuna ilişkin temel prensiple bağdaşmadığı gibi O’nun gaybı bildiğini ifade eden naslarla da çe­lişir.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski