Irz. İnsanın manevî kişiliğini, haysiyet, şeref ve saygınlığını ifade eden bir terim.
Sözlükte “kişinin bedeni, ruhu, övgüye değer yaratılışı, soyu sopu” gibi anlamlara gelen ırz kelimesi (çoğulua’râz) örfteki kullanımında daha ziyade insan varlığıyla, özellikle de onun dokunulmazlığı bulunan manevî, ahlâkî yönleriyle ilgili mânaları ifade eder. Dil bilginlerinin, ırz kelimesinin asıl anlamı itibariyle beden (cesed), ruh (nefs) veya soy soptan [haseb. selef, âbâ] hangisini karşıladığı konusunu tartıştıkları bilinmekle birlikte görüş ayrılıklarının bu hususta farklı örneklere başvurmaktan kaynaklandığı söylenebilir. Hepsinin üzerinde anlaştığı nokta ise ırzın sövme, aşağılama ve tecavüzden korunmak istenen bir insanî değer olduğudur.[Lisânü’l-‘Arab, ‘”irz” md] Nitekim İbnü’l-Esîr ırz kelimesini, “insanın ister kendisine ister soyuna sopuna isterse sosyal çevresine yönelik olsun övgü ve yergiye konu olan varlığı” şeklinde tanımlamıştır.
Terim olarak ırz insanı insan yapan, ona toplum içinde şeref ve saygınlık kazandıran, bu sebeple de her türlü tecavüz karşısında dokunulmazlığı bulunan kişilik değerlerini ifade etmektedir. Maddî ve manevî kişiliği itibariyle herkesin insan sayılma ve aşağılanmama konusundaki tabii temayülü ırz kavramının psikolojik zeminini oluşturmaktadır. Bunun sonucu olarak ferdin toplum içindeki konumunu güvence altına almayı amaçlayan şeref, namus, izzet, itibar gibi kavramlar ırz kavramıyla bağlantılı hale gelmiştir. Bu kavramların yalnızca ferdin kendisiyle ilgili kişilik değerlerini değil eş dost ve akrabanın, hatta mensubu bulunduğu kabile ve milletin manevî kişiliğini de ilgilendirdiği anlaşılmaktadır. Irz kelimesinin sözlük anlamında soy sopun yer alması, ferdin ve mensubu olduğu sosyal çevrenin manevî kişiliği içine geçmişteki atalara ait övünülecek değerlerin de girdiğini göstermektedir. Bir kimsenin insan olarak kendisine saygınlık kazandıran ve bu sebeple övünç konusu olan bütün kişilik değerlerinin herhangi bir hakarete mâruz kalması doğrudan doğruya onun ırzına yönelik bir saldırı sayılmış ve “ırza tecavüz” deyimi en geniş anlamıyla “kişilik haklarının çiğnenmesi” şeklinde tanımlanmıştır.
Câhiliye Arapları arasında ırz daha ziyade “serer anlamını taşımaktaydı. Güce dayalı bir üstünlük fikrinin hâkim olduğu Câhiliye toplumunda cesaret, hürriyet, kadının iffeti, soyluluk, himaye, cömertlik ve mesken dokunulmazlığı gibi ahlâkî temalar da bu üstünlük fikrinin birer yansımasıydı ve bundan dolayı ırz kavramıyla irtibatlandırılıyordu. Bir kişinin cesaretine, atalarına veya cömertliğine yönelik herhangi bir küçümseme, iffetinden sorumlu olduğu bir kadına yahut şahsî meskenine yönelik bir tecavüz onun ırzına yapılmış bir saldın olarak nitelendirilirdi. Böyle bir saldırıya mâruz kalma çok büyük bir utanç sayıldığı için de ırza tecavüzün intikamı neredeyse cana kastetmenin intikamına eşdeğer tutulurdu. Bu anlayış içinde başkalarının ırzını koruma ve gözetme de ırzdan sayılmaktaydı.
Kur’ân-ı Kerîm’de ırz kelimesi geçmemekte, ancak insanın öteki yaratıklar arasındaki üstün ve şerefli konumu açıkça vurgulanmaktadır [Bakara 2/30; İsrâ 17/70] Kur’an’a göre insan olmak başlı başına bir değerdir. Hadislerde ise manevî kişilik değerlerini ifade etmek üzere ırz kelimesinin sıkça kullanıldığı görülmektedir. Hz. Peygamber Veda hutbesinde müslümanların kanlan, malları ve ırzlarının haram (dokunulmaz) kılındığını açık şekilde belirtmiştir. Bu üç haramın beraber zikredildiği başka bir hadiste de kişiye kötülük olarak müs-lüman kardeşini küçük görüp aşağılamasının yeteceği ifade edilmiştir. Can, mal ve ırz dokunulmazlığının birlikte anılmasından İslâm’ın yaşama hakkına, mülkiyete ve manevî kişiliğe ilişkin bütün haklan aynı ölçüde güvence altına aldığı sonucu çıkmaktadır. Diğer bir hadiste ise şüpheli şeylerden kaçınan müslümanın dinini ve ırzını korumuş olacağı belirtilirken insanın manevî kişilik değerlerini ifade eden ırzın din gibi temel bir kavramla yan yana zikredilmesi ilgi çekicidir. Bu ifadeden, kişilik değerlerinin dinî değerler için hakiki zemini teşkil ettiğini, sağlam bir dindarlığın sağlam ve korunmuş bir kişilikte daha da mükemmel olacağını anlamak mümkündür. Ayrıca bundan, manevî kişiliğe saldırının dinin özünü İlgilendirdiği ve bazı şeklî ihmallerden daha önemli sayıldığı anlaşılmaktadır. Nitekim Resûl-i Ekrem, hac ibadetinin kurallarını sırasıyla yerine getirmekte hata eden bir sahâbîye bunun fazla bir sakıncası bulunmadığını, herhangi bir müslümanın ırzına dil uzatmanın daha büyük bir günah olduğunu söylemiştir.
İslâm’da ırza yönelik haksız saldırılar kul hakkını ihlâl sayılmıştır. Bir kimsenin böyle bir davranışta bulunması durumunda tıpkı malına tecavüz eden kimse gibi ondan helâllik dilemesi gerekmektedir. Irza yapılan saldırıya meşru ve mâkul ölçüler çerçevesinde karşılık vermek ise ahlâkî bir ödev sayılmıştır. Meselâ Hassan b. Sâbit’ten. bazı müşriklerin Hz. Peygamber’in “ırzına yönelik hicivlerine karşı “babasını, dedesini ve ırzını” siper edeceğini belirten bir şiir rivayet edilmiştir.İbnü’l-Esîr bu rivayette geçen “ırz” kelimesinin “manevî kişilik” şeklinde anlaşılması gerektiğini belirtmiştir. Buna karşılık, borcunu ödeyecek gücü olduğu halde ödemeyen kimsenin tutumu gibi bir hak ihlâli söz konusu olduğunda şeref ve saygınlık anlamındaki ırzın yara alacağı belirtilmiştir. Böyle bir durumda haksızlık eden kişinin ırzı sorgulanmaya açık hale gelmiş demektir.
Irz kelimesi zaman içinde, korunması gereken manevî kişilik değerlerinden yalnızca iffetle ve cinsî hayatla ilgili olanlarına hasredilmiş, “ırza tecavüz” tabiri de özellikle Türk örfünde ve hukuk dilinde cinsel tecavüzü ifade eder olmuştur. Bu çerçevede ırzın korunması İslâm hukukunda hem fertlerin temel hak ve sorumlulukları arasında yer almış hem de pozitif hukukun önemli ilgi alanlarından birini teşkil etmiştir. İslâm hukukunda zina ve zina iftirası (kazf) suçları için öngörülen cezalar ve kadın-erkek ilişkilerine getirilen sınırlamalar da esasen bu amaca yönelik tedbirlerdir.
TDV İslâm Ansiklopedisi