Osmanlıda Hekimbaşı/Hekimbaşılık Nedir, Tarihi, Hakkında Bilgi

Osmanlılar’da hekimbaşılığın bir makam olarak teşkilâtlandı­rılması ve buraya ilk tayin edilen kişinin kimliği konusu tartışmalıdır. Osmanlı Beyliği’nin ilk dönemlerinde sarayda sağ­lık hizmeti veren bir tabibin bulunup bu­lunmadığı tesbit edilememekteyse de Germiyan, Aydın, Saruhan beyliklerinin saraylarında tabiplerin görev yaptığı bi­linmektedir. Ancak hem bunların, hem de Osmanlılar’da Çelebi Mehmed ve II. Murad döneminde görev yapan Şeyhî di­ye ünlü Hekim Sinan ve oğlu, Fâtih Sultan Mehmed devrindeki Kutbüddin Ahmed Efendi, Ahî Çelebi ve Yâkub Paşa gibi he­kimlerin teşkilâtlı bir kurumun başında­ki hekimbaşı değil, hükümdar ve ailesi­nin tedavilerini üstlenen saray hekimleri olmaları daha kuvvetli bir ihtimaldir. Ge­nel anlamda sağlık hizmetlerinin idare­siyle de yükümlü ilk hekimbaşı, II. Bayezid döneminde (1481-1512) görevlendiri­len Mehmed Muhyiddin İzmiti’dir. Bunun­la beraber Orhan Bey’den II. Bayezid’e ka­dar gelen sultanların nezdinde de ben­zer görevleri yürüten saray hekimlerinin bulunduğu muhakkaktır. Sarayın bîrun ricali arasında yer alan ve sadârete bağlı olan hekimbaşılar resmî kayıtlarda daha çok “reîsületıbbâ, seretıbbâ-i sultanî, se-retıbbâ-i hâssa” ve halk arasında da “he­kimbaşı efendi” adıyla anılırlardı.

Hekimbaşılar ilmiye sınıfına mensup, tıp ilmine vâkıf, çok iyi yetişmiş ehliyetli kişiler arasından seçilirdi; 1836 yılından sonra ise ilmiye sınıfı dışından da tayin­ler yapılmıştır. Bu makama getirilen kişi­ye ilk dönemlerde sadrazam, daha son­raları Dârüssaâde ağası, XVIII. yüzyıl son­larında padişah huzurunda yapılan me­rasimle samur kürk giydirilir ve görevi ilân edilirdi. Hekimbaşı ayrıca “sancaklı” denilen abâ giyer, başına da tepesi eğik, sarı çuha börk üzerine beyaz sarık {örfî destar) sarardı. Hekimbaşılar protokolde önemli bir yere sahiptiler. İlk dönemler­den itibaren padişahın eceliyle ölmesi du­rumunda hekimbaşı ihmali veya hatası bulunduğu düşüncesiyle görevinden alınır, padişahın hal’edilmesi veya başka se­beplerle tahttan ayrılması halinde yerin­de bırakılırdı. Önceleri ehliyetli kişilerin hekimbaşı olmasına özen gösterilirken XVIII. yüzyılın sonlarında bu makama Dârüssaâde ağalarının etkisiyle tayinler ya­pılmış, bu arada yeteneksiz hekimler de iş başına getirilmiştir.

İlmiye sınıfına mensup olmaları sebe­biyle hekimbaşılar Anadolu ve Rumeli ka­zaskerliğine kadar yükselebilir, ayrıca mü­derrislik ve kadılık gibi görevlere de ta­yin edilebilirlerdi. Has Odalılar’dan başla-laya tâbi olan silâhdar ağanın maiyetinde idiler ve XIX. yüzyıla kadar Tbpkapı Sarayı’nın “başlala kulesi” denilen ve hekim­başı dairesi / eczahane olarak kullanılan yerde otururlardı. Padişah ve yakınları­nın ilâçları buradaki eczahanede hekim-başının tarifine göre, onunla başlala kul-lukçusunun ve zülüflü baltacının gözleri önünde eczacıbaşı tarafından hazırlanır, daha sonra kâse, hokka veya kutuya ko­nulup üzerine târifnâmesi yazılarak baş­lala ve hekimbaşı tarafından mühürlenirdi.

Hekimbaşının XVI. yüzyılda aylığı 2360 akçe idi ve hazîne-i âmireden ödenirdi; son devirlerde bu miktar 6500 akçeye ka­dar çıkmış. 1837’den İtibaren de Mansû-re Hazinesi’nden karşılanmıştır. Hekim­başı ulufelerini de aylık olarak alır ve kendisine tahsis edilen Altıntaş malikânesin­de otururdu. Ayrıca 600 kuruş gelirli Tekfurdağı (Tekirdağ) arpalığı hekimbaşılara ayrılmıştı, buna zaman zaman Aydın ve Gelibolu arpalıkları da eklenirdi. Bunlar­dan başka kendilerine hazîne-i âmireden kışlık ve “bahâriyye avâidi” adı altında kumaş verilirdi. Hekimbaşılar, zaman zaman padişahın emriyle hasta devlet adamlarının tedavisine gider, onlardan da ücret ve çeşitli hediyeler alırlardı. He-kimbaşılann hizmetinde muhzırlar, hün­kâr kapıcısı, yeniçeri çuhadarı, baltacılar ve 100 kadar iç hademesi bulunmaktaydı.

Hekimbaşıların, başta padişah ve ha­nedan mensuplarının sağlığıyla ilgilenme işi olmak üzere sarayın içinde ve dışında çeşitli görevleri vardı. Özellikle padişahın hasta olmamasına dikkat ederler, yemek­lerde dahi yanından ayrılmaz, her nereye giderse beraberinde bulunurlardı; se­fere katıldıklarında da menzil tayinatı alırlardı. Aynı zamanda padişaha sağlık konularında danışmanlık yapan hekim-başılar ilâçların dışında onlara kuvvet ve­rici, iştah açıcı çeşitli şuruplar da hazır­larlardı. Hekimbaşılar her sene nevruzda (21 Mart) amber, afyon hulâsası ve bir­çok baharattan yapılan kırmızı renkli ko­kulu, “nevrûziyye” adında bir macunu, porselen kaplar içinde ve değerli kumaş­lara sarılı bir halde padişah, şehzade ve sultanlara, kadinefendilere. sadrazama ve sarayın diğer ileri gelen devlet adam­larına merasimle takdim ederlerdi. Mü-neccimbaşının da yeni yılın takvimini sun­duğu bu törende kendilerine kürk giydi­rilir ve çeşitli hediyeler verilirdi.

Saraydaki hastahane ve eczahaneleri yöneten hekimbaşı etıbbâ-i hâssa, cerrâ-hîn-i hâssa, kehhâlîn-i hâssa ve münec­cimlerin de reisiydi: bu kişilerin seçimini yapar, onları tayin ve azlederdi. Saray dı­şında da ülkenin her yerindeki sağlık iş­leri onun denetimi altında bulunurdu. Osmanlı Devleti sınırları içindeki bütün sağlık kurumlarında görevli tabiplerin, cerrahların, kehhâllerin ve eczacıların tayini, ayrıca ordu tabiplerinin belirlenmesi onun tarafından yapılırdı. Tabip ve cer­rahların özellikle İstanbul’da muayeneha­ne açabilmeleri için hekimbaşının müh­rünü taşıyan bir çalışma izin belgesi al­maları gerekiyordu. Hekimbaşı zaman za­man İstanbul’daki müslüman ve gayri müslim tabip, cerrah, kehhâl ve artarları cerrahbaşı ve kehhâlbaşı İle birlikte tef­tiş ve imtihan eder. icazeti bulunmayan ehliyetsiz kişilerin dükkânlarını kapattı­rır ve onları meslekten menederdi. Sa­ray içinde ve dışındaki tıp eğitim ve öğ­retimiyle de doğrudan ilgiliydi; nitekim XIX. yüzyılda özellikle Hekimbaşı Behçet Mustafa Efendi çağdaş tıp eğitiminin başlatılmasında Öncü olmuştur

1837’de Bâb-ı Seraskerî Harbiye Nezâ-reti’nde Sıhhiye Dairesi’nin oluşturulma­sıyla hekimbaşının yetkileri kısıtlandı. Hekimbaşılar 1840’ta Mekteb-i Tıbbiyye-i Şâhâne’de kurulan Meclis-i Umûr-ı Tıbbiy-ye’ye de 1850 yılına kadar başkanlık etti­ler. 17 Nisan 18S0’de Tıbbiye Nezâreti’-nin ihdası ve hekimbaşının sağlık teşkilâ­tının tamamını kapsayan yetkilerinin kal­dırılması üzerine görevleri saray başhe­kimliği ile (sertabâbet-i hazret-i şehriyârî) sı­nırlandırıldı; makam unvanı ise Mekteb-i Tıbbiyye nezâretine çevrildi. Son hekim­başı, Sultan Abdülmecid döneminde üçüncü defa görev yapan Abdülhak Mol-la’dır. Elde bulunan belgelere göre kırk hekim hekimbaşılık görevini yürütmüş, bunların bazıları iki veya üç defa iş başı­na getirilmiştir.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski