İskender Paşa Camii/Külliyesi -Kanlıca- Tarihçe, Mimari, Hakkında Bilgi

İskender Paşa Külliyesi. Kanlıca’da Mimar Sinan’ın eseri olan bir külliye.

İstanbul’un Beykoz ilçesine bağlı Kan­lıca semtinde ve iskele meydanında bu­lunmaktadır. Orijinal tasarımına göre ca­mi, medrese, türbe ve hamamdan mey­dana gelen külliyenin tamamı Mimar Si­nan’ın eseri olup banisi “Magosa fâtihi” lakabı ile meşhur. Kanunî Sultan Süley­man ve II. Selim dönemlerinin devlet ri­calinden Gazi İskender Paşa’dır. Günü­müzde külliyeden ayakta kalan kısımlar cami ve türbedir. 1917 yılında geçirdiği yangın sonrası harap bir duruma gelen hamam, 1925’te Üsküdar-Beykoz yolu­nun genişletilmesi çalışmaları kapsamın­da külliyenin çevre duvarları, üç adet avlu kapısı, mihrap duvarının arkasında yer alan ahşap imam meşrutası, yanındaki İmaret ve camiyi üç yönden çevreleyen hazîre ile birlikte ortadan kaldırılmıştır. Hadîkatü’l-cevâmi’de Şeyhülislâm Yenişehirli Abdullah Efendi’nİn cami­nin sağ tarafında medfun olduğu yazılıdır. İçinde Abdullah Efendi ve eşi Afîfe Hanım’ın mezarlarının da bulunduğu hazî-redeki mezar taşlan Kanlıca Mezarlığı’na nakledilmiştir. Mimar Sinan’a ait eserle­rin dökümünün yapıldığı tezkirelerde adı geçmesine rağmen caminin çevresinde külliyenin bir birimi olan medresenin izine rastlanmamıştır. Ancak caminin doğu­sunda XIX. yüzyıl sonunda tâdil edilerek ilkokula, 1938’den sonra tekrar tâdil edi­lerek karakola dönüştürülen bir sıbyan mektebinin varlığı bilinmekte, bunun da tezkirelerde medrese diye adlandırılan yapı olduğu tahmin edilmektedir.

Enine dikdörtgen planlı, kagir bir ha-rimle sonradan ahşapla kapatılmış bir son cemaat yerinden meydana gelen ca­mi Mimar Sinan’ın çatılı camilerindendir. Caminin duvarları moloz küfeki taşı ile örülmüş olup cephelerde klasik Osmanlı üslûbundaki düzene uygun olarak iki sıra halinde pencereler açılmıştır. Bu pencere­lerden alt sıradakiler, kesme küfeki ta­şından sövelerle çerçevelenmiş dikdört­gen bir forma sahiptir ve tuğla örgülü sivri hafifletme kemerleriyle taçlandırılmıştır. Üst sıradaki pencereler ise alçı şe­bekeli revzenlerle kaplı, sivri kemerli tepe pencereleri şeklindedir. Yapının yan cep­helerinde bu pencere gruplarından ikişer adet, kuzey cephesinde dört adet, mih­rap cephesinde ise altta iki, üstte üç adet bulunmaktadır.

Aslında ahşap direklerle taşınan bir mekân olarak tasarlanan son cemaat ye­ri, sonradan ahşap duvarlarla kapatılıp içine bir kat ilâve edildiğinden orijinal ha­lini kaybetmiştir. Cümle kapısının bulun­duğu kuzeye bakan bu cephede üstte ye­di, altta altı adet dikdörtgen pencere yer almaktadır. Yan cephelerden biri tama­men sağır bırakılmış, diğerine ise dik­dörtgen biçimli bir pencere açılmıştır.

Harimin kuzeybatı köşesinde yer alan minare dışa taşkın, kare tabanlı bir kai­deye oturan çokgen kesitli bir gövdeye sahiptir. Petek kısmı 1894 depreminden sonra yenilenmiştir. Şerefenin altındaki mukarnaslar ince işçiliğiyle dikkat çek­mektedir. Kesme küfeki taşı ile örülmüş olan bu tek şerefeli, kurşun külâhlı mina­re oran ve detayları bakımından tam an­lamıyla klasik üslûbu yansıtır.

Günümüzde kiremit kaplı bir çatıya sa­hip olan caminin harim kısmı “çubuklu” tâbir edilen türde ahşap bir tavanla örtülüdür. Evliya Çelebi ise çatının kurşunla kaplı olduğunu ve altında da bir kubbe­nin yer aldığını nakletmektedir.

Caminin mukarnaslı bir yaşmak ve sütunçelerle donatılmış olan mihrabı da kla­sik üslûbu yansıtırken orijinal ahşap min­ber günümüze ulaşmamıştır. Caminin alt kat pencereleri klasik üslûpta kalem işle­riyle taçlandırılmış, üst kattakiier de aynı tarzda süslemeyle çerçevelenmiştir. Ha-rim kısmının kapısı üzerinde sülüs hatla yazılmış ve üç beyitten meydana gelen 967 (1559-60) tarihli Arapça kitabe bu­lunur.

İskender Paşa ile oğlu Ahmed Paşa’nın medfun bulunduğu türbe dikdörtgen planlı olup kagir duvarlı ve ahşap çatılıdır. Dört cephesinde toplam on altı adet pen­cere ile aydınlanan iç mekâna giriş kuzey yönüne açılan kapıdan yapılmaktadır. Türbenin caminin kuzey tarafında yer al­ması, bani türbelerinin geleneksel yerle­şim düzeni açısından aykırı bir özellik ta­şımaktadır. Ayrıca mimari açıdan klasik Osmanlı üslûbu ile bağdaşmayan yapısı dikkate alındığında türbenin üzeri açık olarak tasarlandığı, sonradan bugünkü kurşun kaplı ahşap çatıyla örtüldüğü dü­şünülebilir. İskender Paşa ile Ahmed Pa-şa’ya ait kabirlerin üzerindeki sanduka­ların ahşap yerine mermerden yapılmış olması da bu düşünceyi doğrular nitelik­tedir.

Caminin hemen yakınında yer aldığı bilinen hamam 972 (1564) yılında Mimar Sinan tarafından yapılmıştır. Günümüz­de Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi’nde bulu­nan bir belge bunu ispat et­mektedir. Küçük boyutlu bir tek hamam olan yapının planı tam olarak bilineme­mekle birlikte bazı kaynaklardan öğrenil­diği kadarıyla ahşap çatılı ve Şirvanlı bir soyunmalık, çift helâli bir ılıklık, kare planlı bir sıcaklıkla dikdörtgen planlı bir halvetten meydana geliyordu. Yapının halvet kısmındaki üç kurnadan birine ait ayna taşında üzerinde fil tasviri bulunan bir kabartma yer almaktaydı. Bizans dö­neminden kalma, devşirme bir malzeme olan bu parça günümüzde İstanbul Türk ve İslâm Eserleri Müzesi’nde bulunmak­tadır.

Zaman içinde çeşitli onarımlar geçiren külliyeye XIX. yüzyılda muhtelif yapılar ilâve edilmiştir. Bunlardan biri, M. Sâdık Rifat Paşa’nın türbenin güneye bakan kö­şesine inşa ettirdiği empire üslûbundaki sekizgen planlı muvakkithânedir. Bu yapı sıvalı kagir duvarlar üzerine basık, sekiz­gen prizma şeklinde bir ahşap üst yapıyla örtülüdür. Muvakkithânenin doğuya ba­kan cephesindeki dikdörtgen açıklıklı kapısının üzerinde ta’lik hattıyla yazılmış “Eser-i Rifat Paşa. 1266 (1850)” ibareli bir kitabe yer almaktadır. Ayrıca yapının batıya (denize) bakan yönünde mermer söveli, yuvarlak kemerli üç adet pence­resi vardır.

TDV İslâm Ansiklopedisi

 

Daha yeni Daha eski