İtikaf Nedir, Ne Demek, Nasıl Yapılır, Ayetleri, Hakkında Bilgi

İ’tikâf. İbadet niyetiyle camide kalmak anlamında bir fıkıh terimi.

Sözlükte “hapsetmek, alıkoymak; bir yere yerleşmek, oraya bağlanıp kalmak” anlamlarındaki akf kökünden türeyen i’tikâf. bu mânaları yanında kişinin ken­disini sıradan davranışlardan uzak tutma­sını, fıkıh terimi olarak da ibadet amacıy­la ve belirli bir şekilde camide kalmasını İfade eder. İ’tikâfa giren kimseye mu’te-kif veya âkif denir.

İ’tikâfın meşruiyeti Kur’an ve Sünnet ile sabittir. “Mescidlerde i’tikâfta bulun­duğunuz zaman kadınlara yaklaşmayın [Bakara 2/187] mealindeki âyetle Hz. Âişe’nin, “Resûl-i Ekrem ramazanın son on gününde i’tikâfa girerdi. O bu âdetine vefatına kadar devam etmiştir. Sonra onun ardından hanımları i’tikâfa girmiştir şeklindeki rivayeti bunun delillerini teş­kil eder. Allah’a tam bir teslimiyet içeri­sinde ibadet ve taatte bulunmak amacıy­la zamanının belirli bir kısmını ayırması ve bu esnada meşru bile olsa her türlü nefsânî ve şehevî arzulardan uzak dur­ması kişinin manen olgunlaşması için önemli vesilelerden biridir. Zorunlu iba­detlerin yanı sıra nafile ibadetler de bu konuda önem taşımakta, dinî duygu ve düşüncenin yoğun bir şekilde yaşandığı, mümkün olduğu ölçüde maddî ilgilerden uzaklaşarak yüce yaratıcıya yönelinen bir ortam insana derin bir manevî ufuk ve imkân sunmaktadır. Bu bakımdan i’tikâf yalnız İslâm ümmetine has bir ibadet ol­mayıp vahiy geleneğine sahip hemen bü­tün dinlerde muhtelif şekillerde gerçek­leştirilen köklü bir gelenektir; İslâmî öğ­reti içinde de Hz. İbrahim ve oğlu İsmail zamanından beri devam edegelen bir sünnet olarak bilinir. Nitekim, “İbrahim ve İsmail’e: Evimi onu ziyaret edenler, ibadet için orada kalanlar (âkifîn), rükû ve secde edenler için tertemiz tutun di­ye ahid -emir- verdik [Bakara 2/125] mealindeki âyet bir yönüyle buna işaret etmektedir.

Vacip, sünnet ve mendup (müstehap) olmak üzere üçe ayrılan i’tikâf çeşitleri arasında özellikle i’tikâfı bozan şeylerle süre açısından bazı farklılıklar bulunmak­tadır. İ’tikâf fakihlerin çoğunluğuna göre sünnet, bazılarına göre ise menduptur. Sünnet olduğunu söyleyenlerin bir kısmı i’tikâfı her zaman müekked sünnet gö­rürken diğerleri Resûl-i Ekrem’in uygula­masından hareketle ramazanda, özellikle de bu ayın son on gününde sünnet-i müekkede niteliği kazandığını belirtirler. Ay­rıca Hanefî mezhebine göre i’tikâf sün­net-i kifâye grubunda yer aldığından bazı müminlerin bu ibadeti yerine getirmesiy­le sünnet ihya edilmiş sayılır. İ’tikâf adan­ması halinde vacip olur.

İ’tikâfın sahih olabilmesi için i’tikâfa giren kimsenin cünüplük, hayız ve nifas gibi hallerden temizlenmiş bulunması ve i’tikâf için niyet etmesi şarttır. İ’tikâf için bulûğ şart olmayıp ibadet ehliyetine sa­hip olmak, yani temyiz çağına ulaşmak yeterlidir. Ayrıca Haneffler’e göre sadece vacip olan i’tikâflarda oruç tutmak şart iken Mâlikîler’e ve Ca’ferîier’e göre müs­tehap olan i’tikâfta da oruç şarttır. Şafiî ve Hanbelîler ise i’tikâfın hiçbir çeşidinde orucu şart kabul etmez.

İ’tikâfın camide ifa edilmesi gerekir. Hanefî ve Hanbelî mezheplerine göre cuma kılınan camilerde i’tikâfa girmek da­ha faziletli olmakla beraber cemaatle beş vakit namaz kılınan bir mescidde i’tikâfa girmek de sahihtir. Mâliki ve Şâfiîler’e gö­re ise i’tikâf herhangi bir mescidde sahih olmakla birlikte kendisine cuma farz olan kimsenin bir hafta veya daha çok bir süre i’tikâf yapmayı adaması halinde cuma kı­lınan bir camide i’tikâfa girmesi gerekir. Ca’ferîier’e göre i’tikâf cuma namazı kılı­nan bir camide ifa edilmelidir. Öte yandan çoğunluğa göre kadınların da erkekler gi­bi i’tikâfa camide girmeleri şarttır. Hane­fî fakihleri onların evin münasip bir yerin­de i’tikâfa girmelerini tercih etmiştir.

Bir adaktan dolayı değilse i’tikâf rama­zanda ve ramazan dışında olabileceği gibi belirli bir süreye de tâbi değildir. İ’tikâf niyetiyle camide birkaç saat veya birkaç gün kalmak yeterlidir. Mâlikîler’e göre sa­hih bir i’tikâfın en az süresi bîr gün, bir gecedir. Diğer mezhepler çok kısa bir süre durmayı yeterli görmekle birlikte en az bir gün kalmayı tavsiye etmişlerdir. Ca’ferî mezhebine göre mendup i’tikâfa baş­layan kimse iki gün geçmeden istediği za­man i’tikâftan çıkabilir; iki gün i’tikâfta bulunan kişinin bunu üç güne tamamla­ması vaciptir. Adak i’tikâf ise üç günden aşağı olmaz.

İ’tikâfta bulunan kimse abdest ve gu-sül gibi tabii ihtiyaçları için dışarı çıkabi­lir. Şâfiîleryeme içme için de dışarı çıka­bileceğini belirtirken diğer üç mezhebe göre İhtiyaç duyacağı şeyleri kendisine getirecek birinin bulunması halinde dı­şarı çıkması i’tikâfı bozar. Hasta ziyareti veya cenaze namazı için dışarı çıkmanın i’tikâfı bozacağı hususunda görüş birliği vardır. Hanefîler’e ve Mâlikîler’e göre unu­tarak mescidden çıkma i’tikâfı bozarken diğer iki mezhebe göre bozmaz. Doktora gitmeyi veya yatmayı gerektirecek bir hastalık durumunda dışarı çıkma üç mez­hebe göre İ’tikâfı bozmaz, Hanefîler’e gö­re ise bozar. Cuma namazı kılınmayan bir camide i’tikâfa giren kimsenin cuma namazı için dışarı çıkması Hanefîler’e ve Hanbelîler’e göre i’tikâfı bozmaz; Şafiî ve Mâlikîler’e göre ise bozar; çünkü önceden süreyi ayarlama veya cami seçimi yapma İmkânı vardır.

“Mescidlerde i’tikâfta bulunduğunuz zaman kadınlara yaklaşmayın [Bakara 2/187] mealindeki âyet gereği i’tikâfta iken cinsel ilişkide bulunmak bütün mez­heplere göre i’tikâfı bozar. Çoğunluğa gö­re bu amaçla dokunma, öpme de böyle­dir. Akıl ve temyiz gücünü gideren sar­hoşluk, akıl hastalığı ve bayılma gibi hallerle hayız ve nifas gibi durumlarda da i’tikâf bozulur. Ayrıca Mâlikîler’e ve Ca’-ferîler’e göre vacip ve mendup i’tikâflar­da oruç şart olduğu için orucunu bozanın i’tikâfı da geçersiz olur.

Şafiî ve Hanbelî mezhepleriyle Hanefî mezhebindeki hâkim görüşe göre, bozu­lan sünnet bir i’tikâfın tamamlanması veya kaza edilmesi gerekli değildir. İste­nirse yeniden i’tikâfa girilebilir. Mâlikî­ler’e göre ise adanan (vacip) i’tikâfta oldu­ğu gibi bunun da kaza edilmesi şarttır.

İ’tikâfa giren kimsenin gücü yettiği ka­dar namaz kılması, Kur’an okuması, istiğ­far etmesi, dua ve niyazda bulunması, keüme-i tevhid ve tekbir getirmesi, Al­lah’ın varlığı, birliği, kudreti hakkında dü­şünceye dalması, gereksiz şeyler konuş­maması, başta Hz. Peygamber’in haya­tına dair kitaplar olmak üzere dinî-ilmî eserler okuyarak vaktini değerlendirme­si müstehaptır.

İ’tikâfa özellikle ramazan ayının son on gününde girilmesi Kadir gecesini de ihya etme fırsatı vereceği için ayrı bir önem taşır. Hz. Âişe, “Resûl-i Ekrem ramaza­nın son on gününde ibadet için yoğun bir gayret içine girer, gecesini ihya eder ve ibadet için aile fertlerini uyandırırdı” de­miştir.

Vacip i’tikâfa giren, yani, “Allah rızâsı için »meselâ- on gün i’tikâf yapacağım” diyerek adakta bulunan kişi, tan yeri ağarmadan önce i’tikâf için belirlediği bir mescide, “Yâ rabbi! Senin rızan için üzerime vacip olan i’tikâfı eda etmeye niyet ettim” diyerek girer ve adadığı i’ti­kâf günleri süresince oruç tutar, mesci­din bir köşesinde ibadetlerini yapar. Nez-rettiği son günün akşam namazından sonra i’tikâftan çıkar.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski