Kaymakam Osmanlıda, Osmanlı Devletinde, Hakkında Bilgi

Kaymakam. Osmanlı idarî ve askerî teşkilâtında bazı görevliler için kullanılan bir unvan ve terim.

Sözlükte “birinin yerine geçen, yerini tutan, vekil, nâib”anlamındaki kâimmakâmdan gelen kelimeye Osmanlı merkez ve taşra teşkilâtında hem unvan hem te­rim olarak rastlanır. İlmiye teşkilatındaki vekâletler ve ikinci derecedeki memuri­yetler için daha ziyade “nâib” kelimesi kullanılmıştır. Bu unvan veya terim kay­naklarda XVI. yüzyıldan itibaren görülür. Bunların en önemlisi sadâret kaymaka­mıdır. Sadrazamın sefer dolayısıyla veya bir başka sebeple başşehirde bulunma­dığı zamanlarda İstanbul’daki işlerini görmek üzere bıraktığı vekile sadâret kaymakamı denirdi. Eğer padişah da İs­tanbul’da değilse bu görevli İstanbul ve­ya Âsitâne kaymakamı. İstanbul’da ise rikâb-ı hümâyun kaymakamı, rikâb kay­makamı veya sadece kaymakam paşa un­vanıyla, sadrazamı ordu nezdinde temsil eden görevli de ordu kaymakamı şeklin­de anılırdı.

Kaptanpaşaya vekâlet eden kimseye kaptanpaşa kaymakamı, bunun yönetimi altındaki Cezâyir-i Bahr-ı Sefîd eyaleti­ne kısaca Cezayir kaymakamlığı denirdi. Merkez bürokraside ise sefere katılan herhangi bir büronun âmirinin yerine bı­raktığı vekili de kaymakam tabiriyle ad­landırıldı. Meselâ asıl reîsülküttâb sefere giderse İstanbul’da onun yerine bakacak zat reîsülküttâb kaymakamıydı. Öte yan­dan Tanzimat Fermanfnın ilânından önce vali veya mutasarrıfların yerlerine bırak­tıkları vekillere yine bu unvan verilirdi.

Kaymakam unvanının Mısır eyalet teş­kilâtında Kavalalı Mehmed Ali Paşa’dan önce ve onun zamanında olmak üzere yaygın bir kullanımı vardır. Görevinden alınan beylerbeyinin yenisi gelinceye ka­dar yerine vekâlet eden kimseye beyler­beyi veya vali kaymakamı denirdi. Bu gö­rev, XVI. yüzyılda genellikle kadı ve def­terdar tarafından birlikte deruhte edilir­ken XVII. yüzyıl başlarından İtibaren bey­lerbeyi kaymakamlığına Memlûk asıllı bir bey tayin edilmiştir. Mısır eyalet kayma­kamı, beylerbeyinin tayin ve görevden al­ma dışındaki bütün yetkilerine sahip olup eyaletin asayiş ve huzuru için gerekli ted­birleri alırdı. Eğer yeni beylerbeyi gelin­ceye kadar kaymakam ölürse muhafaza beyleri yeni birini seçip merkeze arzeder-lerdi. Mısır valisinin yerine kaymakam ta­yini usulüne XVIII. yüzyıldan itibaren da­ha çok başvurulmuş, bu göreve umumi­yetle yerli Memlûk beylerinden biri geti­rilmiştir

Mısır eyaletinde kaymakam teriminin kullanıldığı bir başka alan maliye idi. Vergi tahsiliyle yükümlü mültezimlerin vekille­rine de kaymakam denir ve bunlar genel­likle yine Memlükler’den seçilirdi. Mısır eyaletinde kaymakam unvanı kaptanın malî konulardaki yardımcısı ve vekili için de kullanılmıştır. Mehmed Ali Paşa zamanında ise kaymakam tabirinin kullanımı askeri alana da kaymıştır. Batı usulü teş­kil edilen orduda miralayın altındaki rütbe sahibi ile nahiye âmirine kaymakam de­nilmiştir. Bu sonuncusu bölgesinin en yetkili yöneticisiydi ve sulama işlerinden sorumluydu. Böylece bir bakıma kayma­kam kelimesi önce vekâleti belirten bir terim iken zamanla doğrudan bir unvan haline gelmiş oluyordu. Nitekim XIX. yüz­yılda Osmanlılar’da bu kelime yerleşmiş bir unvan olarak oldukça sık kullanılma­ya başlandı. Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye teşkilâtında binbaşı ile miralay arasındaki rütbeye kaymakam denildi ve bunun adı 1935’ten sonra yarbaya çevrildi. Tanzimat döneminin ilk yıllarında faa­liyet gösteren muhassıl-ı emvâllik siste­minin yerini 1842 yılı başlarından itiba­ren kaymakamlık aldı. Kaymakamlar Da­hiliye Nezâreti’ne bağlıydı ve tayinleri bu nezâretçe yapılmaktaydı. Kendi idarî bi­riminde önemli kararlar alabilen kayma­kamın ilk sorumlu olduğu merci bağlı bu­lunduğu valilikti. Taşra teşkilâtının vazge­çilmez görevlisi olan kaymakam önceleri sancak beyinin yerini alarak sancak mülkî âmiri olmuş ve bu sıfatla küçük meclis denilen. 1849’dan itibaren ise sancak meclisi adıyla anılan bir kurula başkanlık etmiştir. Eyalet meclisi tarzında teşkilât­lanmış olan sancak meclisi mal müdürü, hâkim, tahrirat ve mal başkâtiplerime müslüman ve gayri müslim toplulukların seçtiği kişilerden oluşurdu. Haftanın belli günlerinde toplanan meclisin başlıca gö­revleri sancağın maliye, belediye ve eği­tim öğretim işleriyle ilgili kararlar almak­tı. Güvenliğin sağlanması konusu da mec­lisin ve kaymakamın sorumluluğundaydı. Sancak meclisi sancağa bağlı kaza mü­dürlerinin ve halkın başvurularını da görüşüp karara bağlar, ancak büyük ve önemli meseleler kaymakam tarafından vali ve eyalet meclisine bildirilirdi. Valilik­çe malî, idarî ve bayındırlıkla ilgili olarak hazırlanıp gönderilen tüzük ve yönetme­likler aynen uygulanır, vali ve eyalet mec­lisinin aldığı kararlara da uyulurdu.

Tanzimat döneminde zaman zaman görevlerini kötüye kullanan kaymakam­lar istenilenden fazla vergi toplamama­ları vb. yolsuzluklar hususunda uyarılmış­lardır. Meselâ 5 Haziran 1850 tarihinde Kastamonu valisine. Bolu sancağı kayma­kamına ve Bolu meclis üyelerine yazılan fermanda Tanzimat Fermanı’nın hüküm­lerine riayet edilmesi istenmiştir. Gerçek­ten Tanzimat’ın ilk yirmi yılında bazı vali ve kaymakamlar eski alışkanlıklarını sürdürmüşler, vergi yolsuzluklarının yanı sıra hediye alma usulünden de vazgeçmemiş­lerdir. Ancak Tanzimat döneminde bu tür hareketlere başvuran kaymakamlar halk tarafından şikâyet edilmiş, suçlu görülen­ler görevinden alınmış ve yerlerine yeni kaymakamlar gönderilmiştir.

Tanzimat’ın prensiplerini taşrada tam anlamıyla uygulayabilecek kişilerin yetiş­tirilmesi için 18 Ocak 18S9 tarihinde Mekteb-i Mülkiyye açıldı. Buraya önceleri kay­makamlık ve müdürlük gibi mülkî idare­de istihdam edilecek kimseleri yetiştir­mek için devlet dairelerinde çalışan kâtip­lerin ehliyetlileri ve ilim tahsil etmiş kabiliyetli öğrenciler kabul edildi. Mekteb-i Mülkiyye’de tarih, coğrafya, hesap, eko­nomi politik, yeni düzenler ve Osmanlı antlaşmaları derslerini okuyup mezun olanlar taşraya müdür veya kaymakam olarak tayin edildi. Mektepten ilk olarak 1861 yılında otuz üç kişi mezun oldu; bun­lar önce değişik küçük görevlere verilmiş, ardından müdürlük ve kaymakamlığa ta­yin edilmişlerdi. Meselâ bu okulun ilk me­zunlarından Sırrı Efendi 1861 ‘de Preveze kazası müdürlüğüne gönderilmiş, ardın­dan kaymakamlık yapmıştır. Ahmed Hamdi Paşa 1861 ‘de Vize-Saray, ardından Çorlu, 1867’de Ahyolu-Burgaz. 187l’de Samakov, 1873te Köstendil, 1879’da ise Mersin merkez kazalarında kaymakam-Iıkyapmış, 1880’de Ergani, 1888’dede Siirt mutasarrıflıklarında bulunmuştu.

1\jna vilâyeti nizâmnâmesine göre 1864’ten itibaren sancağın yönetimi kay­makamdan alınıp mutasarrıfa bırakılmış, kaymakam da kazanın mülkî âmiri olmuş ve genellikle Mekteb-i Mülkiyye mezunları arasından seçilmiştir. Aynı nizâmnâme­de birkaç köyün birleşmesinden nahiyeler teşkil edilmiş, buraların idaresi nahiye müdürlerine verilmiştir. Nahiye müdürü­nün başkanlığında oluşturulan mecliste alınan kararların kaza kaymakamının ona­yından sonra yürürlüğe girmesi esası ge­tirilmiştir. 1921 ‘e kadar Osmanlı mülkî idaresi birimleri yukarıdan aşağıya doğ­ru vilâyet, sancak, kaza ve nahiye şeklin­de devam etmiş, bu yıl içinde sancak bi­rimi kalkmıştır. Cumhuriyet döneminde kaza adı ilçeye çevrilmiş olmakla birlikte mülkî âmirinin unvanı kaymakam olarak varlığını sürdürmektedir.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski