Kemençe Nedir, Tarihçesi, Özellikleri, Nelerdir, Hakkında Bilgi

Kemençe. Yaylı bir mûsikî aleti.

Günümüzde biri klasik Türk mûsikisin­de, diğeri Kuzey Anadolu halk mûsikisin­de olmak üzere iki ayrı yaylı çalgının ortak adıdır. Klasik Türk mûsikisinde kullanılan kemence için XIX. yüzyılın ortalarına ka­dar görülen “armudî kemence, fasıl kemençesi” gibi adlar yerini artık “klasik kemençe”ye bırakmış, halk mûsikisinde kullanılan kemence ise “Karadeniz kemençesi” diye anılmaya başlanmıştır.

Aslı Farsça kemânçe (küçük yay, küçük yaylı çalgı) olan kemence kelimesi, XIX. yüzyıldan önce bugün “rebap” adı verilen ayaklı kemane için kullanılmaktaydı. Keman da denilen ve XVIII. yüzyılın sonları­na kadar Türk mûsikisinde görülen tek yaylı çalgı olan kemânçenin yerini önce sinekemanı. ardından Avrupa kemanı aldı. Armudî kemençenin fasıl topluluğunda yer alması XIX. yüzyılın ortalarına rastlar. Bu kemence “lira” adıyla daha X. yüzyılda Bizanslılar’ca kullanılıyordu. Ayrıca Mes’ûdî’nin(ö. 345/956), “Bizans lirası Arap rebabıdır” sözü, İbn Hurdâzbih’in (ö. 300/ 912-13), “Rebabın makbulü armut biçi­minde olanıdır” şeklindeki ifadesi ve Glossarium Latino-Arahicum adlı söz­lükte rebap için “lyra dicta” karşılığının verilmesi, armudî kemençenin en geç. yüzyılın başlarında Araplar arasında da kullanıldığını göstermektedir. Diğer ta­raftan İran, Arap ve Osmanlı minyatürle­rinde kemençeye benzer bir çalgı görül­mediği gibi XV-XIX. yüzyıllar arasındaki yazılı kaynaklarda da bu çalgıdan söz edilmez. Çalgının bilinen en eski resmi, Charles -Henri de Blainville’nin Histone generale, criüque et phüologiqae de la musique adlı eserinde yer alan üç telli liradır. Laborde’un eserindeki lira ise küçük göğüs delikleri ve uzun boy­nu ile Güney İtalya (Calabria), Ege adaları (özellikle Girit), Balkanlar ve Türkiye’de kullanılan halk çalgısının tam bir benzeri­dir. Armudî kemençeye benzer yaylı çal­gılar X. yüzyıldan itibaren Avrupa’da da görülür. Çalgı bilimciler, genel olarak “rebek” adı verilen bu çalgıların Bizans lira­sından veya Mağrip rebabından türediğini kabul ederler.

Ortaçağ’da ve Rönesans döneminde­ki rebekler XVIII. yüzyıla kadar Batı ve Kuzey Avrupa’da kullanılmıştır. Günü­müzde lira adıyla Güney İtalya’da, liyera (liyeritsa) adıyla Yugoslavya’da (özel­likle Dalmaçya’da). gusla (gadulka) adıyla Bulgaristan’da (özellikle Rodoplar’da), lira adıyla Trakya’da (lira trakyotiki) ve Ege adalarında (özellikle Girit’te varlığını sürdürmektedir. Türkiye’de de halk çalgısı olarak kemane (Kastamonu), tırnak kemanesi (Azdavay) veya tırnak kemençesi (Fethiye) gibi adlar taşır.

Enderunlu Fâzıl’ın 1793 tarihli Hûbannâme ve Zenannâme’sindeki bir resim, kemençenin Vasıl sayesinde fasıl toplulu­ğuna girmeden önce yine bir Bizans çal­gısı olan lavta ile birlikte özellikle Pera ta­vernalarında kullanıldığına bir kanıttır. Kemençenin, bugünkü olağan üstü zarif çizgilerine en geç XIX. yüzyılın ortasına doğru kavuştuğu anlaşılmaktadır. Bunu, 1867 Paris Sergisi’nde Osmanlı pavyonun­dan Londra’daki South Kensington Müzesi için satın alınan kemençenin Cari En­gel tarafından 1869’da yayımlanan kata­logdaki resmi açıkça göstermektedir. Va-sil’in öğrencisi Tanbûri Cemil Bey bu çal­gıyı fasıl müziğinin vazgeçilmez bir unsu­ru haline getirdi. Bu sayede yüzyıl kadar Önce meyhane ve tavernalarda kullanılan kemence, XX. yüzyılın ortasına gelmeden tanbur ve ney ile birliikte Türk müziği­nin en asil çalgıları arasında yerini aldı. Bunda kemence sesinin, XX. yüzyılın baş­larında büsbütün duygusal ve hüzünlü hale gelen Türk müziğine kemanınkinden daha uygun olması da rol oynamıştır.

Hüseyin Sadeddin Arel, tasarladığı çok sesli Türk müziğini icra edecek orkestra­da ağırlığı kemence beşlemesine vermek düşüncesindeydi. Soprano, alto, tenor, bariton ve bas olmak üzere beş ayrı boy­da dörder telli, tel boylan eşitlenmiş beş kemençenin prototiplerini 1933’te yap­tırdı. Bunlar için kendisi özel parçalar besteledi ve başkalarına da besteletti. Fa­kat çok geçmeden bu çalgılar terkedildi. 1976’da açılan İstanbul Türk Müziği Dev­let Konservatuvan’nın kemence hocala­rından Cüneyt Orhon, Arel’in keman gibi akortlanan soprano kemençesini öğret­meyi tercih etti. Günümüzde bu okulda üç telli geleneksel kemence ile dört telli Arel kemençesi ayrı ayrı öğretilmektedir.

Avrupa’da XVI. yüzyılda çok değişik bi­çimler altında görülmeye başlayan cep kemanının bazı modelleri Karadeniz kemençesine benzer. Rebekten türediği kabul edilen cep kemanı özellikle dans hocaları tarafından kullanılmıştır. Kara­deniz kemençesinin benzerlerine Gürcis­tan’da “ardanuçi” ve Ermenistan’da “ke­mani” adı altında rastlanır. “Lira pontiaki” veya “kementzes” adıyla Yunanistan’ın bazı yörelerinde de kullanılan bu çalgının Bizans lirasından mı türediği ve Batı’ya cevap verilememektedir.

Klasik Kemence

Klasik Kemence. 40-41 cm. boyunda, cm. genişliğinde olup yarım armu­du andıran gövdesi, elips biçimindeki burguluğu(kafa) ve sapı (boyun) tekbir ağaç parçasından yontulup oyularak ya­pılır. Göğsünde yuvarlak kenarları dışarı­da olmak üzere “D” biçiminde iki iri delik bulunur. Eşik bir ucu can direğine, diğer ucu göğse basacak biçimde bu iki deliğin arasına yerleştirilir. Çalgının arka tarafın­da bir sırt oluğu vardır. Bu oluk, boynun uzantısı olup kafanın ortalarına kadar uzanan ve mihrap adı verilen üçgen çıkın­tının ucundan başlayıp ortada genişler ve gövdenin alt ucunda “kuyruk takozu” de­nilen özel çıkıntının yakınında sivri bir uç­la son bulur. Kuyruk takozuna takılan ki­riş veya metal kuyruğa bağlanan teller­den her biri eşiğin üzerinden geçip kendi burgusuna sarılır. Kemençenin üzerinde bulunan bağırsaktan yapılmış üç tel sı­rasıyla yegâh (pest re), rast(soljve neva (tiz re) seslerine akortlanır. Yalnız yegâh telinin üzerinde gümüş sargı bulunur. Gü­nümüz sazlarında sentetik raket telleri, alüminyum sargılı bağırsak veya suni ipek tellerle krom sargılı çelik keman telleri kullanan müzisyenler de vardır. 14-15 cm. uzunluğunda olan ve icra esnasında göğse dayanan burgular kafada bir üçge­nin köşelerini oluşturur. Eşikle burgu ara­sında kalan kısa tellerin uzunluğu 25.5-26 cm. kadardır. Tellerin titreşimini çal­gının sırtına ileten “can direği”, neva te­linin altına gelecek biçimde eşikle sırt ara­sına yerleştirilir. Ayrıca sırtta tam eşiğin altına gelecek şekilde 3-4 mm. çapında bir delik açılır.

Kuyruk takozunun sol dize, burguların göğse yaslanıp düşey konumda tutularak veya iki diz arasına konarak çalınan ke­mençenin telleri tuştan 7-10 mm. yük­sektedir ve perdeler tırnakla yandan ha­fifçe itilerek bulunur. Yaklaşık 60 cm. uzunluğunda olan ve avuç içi yukarı ba­kacak biçimde tutulan yayın kılları icra sırasında sağ elin orta parmağıyla gerilip gevşetilebilir. Eskiden kemençenin kafa­sı, boynu ve sırt oluğu genellikle fildişi, sedef veya bağa kakmalı yapılırdı. Günü­müzde Büyük İzmitli veya Baron gibi bü­yük ustaların elinden çıkmış, sırtı ve gö­ğüs deliklerinin çevresi sedef, fildişi veya bağa plakalarla yahut oymakakma mo­tiflerle süslenmiş kıymetli bazı kemençelere koleksiyonlarda rastlanmaktadır.

Karadeniz Kemençesi

Karadeniz Kemençesi. Burguluğu, boynu ve gövdesi tek bir ağaç parçasından yontulup oyularak yapılır. Günümüzdeki kemençeler genellikle 56 cm. uzunluğun­da olup bunun 40 santimetresi gövde, 10 santimetresi sap ve 6 santimetresi bur-guluktur. Kenarları dik ve sırtı düz olup çoğunlukla erik veya ardıç ağacından ya­pılan ve genişliği alt tarafta 9 cm., üstte 6,5 cm. kadar olan gövdenin yan kenar­ları yaklaşık 3 cm. yüksekliktedir. Köknar veya ladinden yapılan ve bir hayli ince olan göğse, tellerin eşikle iletilen basıncına dayanabilmesi için çalgının derinliğini bir hayli arttıran boylamasına bir kubbe şek­li verilir. Eşik klasik kemençedeki kadar yüksek değildir. Göğüsle sırt arasına ke­manda olduğu gibi içeriden bir can dire­ği sıkıştırılır. Pestten tize doğru mi-la-re seslerine akortlanan metal teller ahşap bir dile bağlanır. Dil, ya bir kiriş aracılı­ğıyla gövdenin alt ucundaki ahşap bir vi­daya ya da gövdede açılmış iki delikten geçen bir telle tutturulur. Saptan bir baş eşikle ayrılan küçük burguluk (kafa) kalp biçimindedir. Burgular da oldukça küçük­tür ve burguluğa önden girer. Çoğunluk­la kemanınkini andıran, yani saptan son­ra göğüs üzerinde uzayan, ancak göğse değmeyen bir tuş bulunur. Teller tuşa çok yakındır ve klasik kemençenin aksine tel­lerin üzerine parmak uçlanyla basılarak çalınır. İcracı ayakta ise çalgıyı sol eliyle havada tutar, oturuyorsa dizleri arasına dayar. Teller genellikle dörtlü aralıklarla akortlanır. Orta telde melodi çalınırken yay yandaki tellerden birine de sürülür. Yayın daima iki tele birden sürülmesi Ku­zey Anadolu’ya özgü armoniyi sağlar.

TDV İslâm Ansiklopedisi
vikipedi

 

Daha yeni Daha eski