Ken ve Fesad. Tabiat alanındaki oluş ve bozuluşu ifade eden felsefe terimi.
Sözlükte “var olmak, meydana gelmek, gerçeklik kazanmak” mânasında masdar olan kevn bu anlamıyla vücûd, husul, sübût ve istikrar kelimeleriyle eş anlamlıdır. Kur’ân-ı Kerim’de kevn geçmezse de türevlerine Kur’an’ın hemen her sayfasında rastlanır. “Bozulmak, çürümek” vb. mânalara gelen fesâd ise Kur’an’da hem bu şekliyle hem de türevleriyle birçok âyette yer alır. Bu âyetlerde fesad kavramı, gerek fizikî gerekse sosyal düzen ve dengenin bozulması anlamında olumsuz bir duruma işaret etmek üzere ve genellikle salâhın karşıtı olarak kullanılır. Kelâm literatüründe fesad yerine “kâinattaki düzenin ilâhî iradenin etkisiyle değiştirilmesi, bozulması” mânasında hark terimi de yer almaktadır.
Kevn ve fesad kelimelerinin bir arada ve birbirinin karşıtı olarak kullanılmasına Yunan felsefesine dair eserlerin Arapça’ya çevrilmesiyle başlanmış olmalıdır. Türkçe’de “oluş ve bozuluş” diye ifade edilen kevn ve fesad tabiriyle daha çok İslâm felsefesi terminolojisinde Yunanca genesis ve fthora kelimelerinin tercümesi olarak karşılaşılır. Ayrıca bu birleşik terim. Aristo’nun özgün adı Peri geneseos kai fthora olan ve Latince De generalione et corruptione adıyla bilinen eserinin Arapça’ya el-Kevrı ve’1-fesâd başlığıyla çevrilmesinden sonra yaygınlık kazanmış, Aristo’yu takip eden bazı İslâm filozofları aynı adla kitaplar yazmışlar yahut kitaplarında bu konuya aynı başlık altında bölümler ayırmışlardır. Meselâ Ya’-küb b. İshak el-Kindî’nin bu alandaki kitabının adı el-ibâne tam’lJilleti’l-faiî-leti’l-karîbe li’l-kevn ve’i-fesâd, Ebû Bekir Muhammed b. Zekeriyyâ er-Râzî’-ninki el-Kevn ve’l-fesâd’û\r. İbn Sînâ da eş-Şifâ3 adlı eserinin tabiat ilimlerine dair kısmında kevn ve fesada ayrı bir bölüm ayırmıştır.
Aristo, tabiat hakkındaki araştırma ve gözlemlerine dayanarak varlığın ezelî, varlığa hâkim olan genel yasanın da değişim (hareket) olduğunu, bu değişimin en belirgin biçimde oluş ve bozuluş şeklinde sürüp gittiğini, bunun bir başlangıç ve sonunun bulunmadığını söylüyordu. Bir başka deyişle tabiat kendini sürekli olarak oluş ve bozuluş şeklinde üretir. Buna göre her bozuluş bir oluşu, her oluş da bir bozuluşu meydana getirir. Bu felsefede var olan yok olmaz, yalnız şekil değiştirir. Ancak değişimin hâkim olduğu tabiatta yine de değişmeyen bir öz, bir cevher mevcuttur. Şu halde Aristo’ya göre oluş ve bozuluş sadece arazlara ilişkin bir kavramdır; bir şeyi o şey yapan öz veya temel yapı asla değişmez; tabiatta sürekliliği sağlayan da bu temel yapıdır yani formdur (tür). Helenistik ve Ortaçağ fizik felsefelerinde genel kabul gören bu anlayış İslâm filozoflarmca dinî kaygılarla kısmen tâdil edilerek benimsenmiştir. Aristo’nun yaratma fikrine yabancı olmasına karşılık müslüman filozoflar varlığın sonradan yaratıldığını, bir başlangıç ve sonunun bulunduğunu, kevn ve fesadın da bu bağlamda değerlendirilmesi gerektiğini savunurlar. Onlara göre ezelî olan asla değişmez; bir şey değişikliğe uğruyorsa o sonradan yaratılmıştır. Ay altı alemindeki varlıklarda görülen her tür hareket bu varlık alanının sonradan ortaya çıktığının bir kanıtı sayılır. Âlemin yoktan ve sonradan Allah tarafından yaratıldığını ve onun sonsuz olamayacağını vurgulayan Kindî, esasen her olan (kâin) ve bozulan (fâsid) şeyin her duyulur ve akledi-lirin oluşunun ilk, nihaî ve fail sebebinin Allah ve O’nun her sebebin sebebi, her failin yaratıcısı (mübdi’) olduğunu söyler. Bununla birlikte bu âlemin düzen ve tertibinin, varlıkların bir kısmının diğer kısmını etkilemesinin, kısaca âlemde oluşan ve bozulan, değişen ve değişmeyen her şeyin “en uygun şekilde meydana geldiğini göstermek maksadıyla oluş ve bozuluşun nasıl cereyan ettiğini, bunun sebep veya sebeplerini araştırmaya koyulur. Kindî, önce kevn ve fesadın Aristo’nun altı hareket türünden biri olduğunu belirtir. Bu konuda Aristo’nun görüşünün aksine kevn ve fesad hareketini “bir şeyin cevherinden (ayn) başka bir cevhere intikal etmesi” diye tarif eder. Diğer bir ifadeyle kevn ve fesad cismin sadece arazlarının değil cevherinin değişmesiyle gerçekleşir.
Kevn ve fesad olayı ancak karşıt nitelikli varlıklarda gerçekleşir. Dört nitelik yani sıcaklık, soğukluk, yaşlık ve kuruluk varlığa ait temel karşıt niteliklerdir. Ancak kevn ve fesad ay altı âleminde gerçekleşir. Şu halde ay altı âlemi oluş ve bozuluşlar âlemidir. Bununla birlikte ay altı âleminde oluş ve bozuluşun maddesi durumunda olan dört unsurun (toprak, su, ateş ve hava) kendileri oluş ve bozuluşa tâbi değildir; onlardan meydana gelen maden, bitki ve canlıların da yalnızca birleşik fertleri oluş ve bozuluşa uğrar. Kindî, gökcisimlerinin konumlan ve hareketleriyle ay altı alemindeki hadiseler arasında gözlemlere dayalı bir ilişki bulunduğunu tesbit eder ve şu sonuca varır: Bütün gök cisimleri bulundukları konum itibariyle kevn ve fesadın sebebi ve yakın failidir; ancak bunun gerçek faili veya sebebi hikmetiyle âlemi en güzel nizam üzere yaratan Allah’tır.
Kindî geleneğine bağlı bir filozof olan Ebü’l-Hasan el-Âmirî de âlemdeki bütün varlıkları mübdeât ve mükevvenât olmak üzere ikiye ayırmıştır. Birinciler ilâhî kudretle doğrudan yaratılanlardır; felekler, gezegenler ve dört unsur bunlardandır. İkinciler, yani ilâhî teshirle oluşanlar ay altı âleminde meydana gelen varlık ve olaylardır. Meteorolojik hadiseler, madenler, bitkiler ve canlılar bu sınıfa dahildir.
Fârâbî bir eserinde kevni “birleşme veya birleşimi andıran bir oluşum”, fesadı İse “bozulma ve çözülme” diye tarif ederken bir başka eserinde maddenin yeni form kazanmasına kevn, mevcut formun bozulmasına da fesad denildiğini belirtir. Buna göre maddenin fizikî, kimyevî ve biyolojik değişime uğraması sonucunda ortaya çıkan her yeni form kevn, önceki formunu kaybetmesi de fesaddır.
İbn Sînâ, kevn ve fesada ayırdığı bölümünde öncelikle kevn ve fesadın gerçek olduğunu tesbit eder, onu inkâr edenleri ve bu konudaki yanlış görüşleri eleştirir. Ona göre kevn ile hudûs, dolayısıyla kâin ile hadis eş anlamlı kelimelerdir. Mutlak oluş (kevn) cevhere ait oluştur ve ancak birleşik cisimler oluş ve bozuluşu kabul eder. Kevn ve fesadı kabul etmeyen varlıklar ibda (doğrudan yaratma) sonucu meydana gelenlerdir. Tamamı yahut bir kısmı kevn ve fesadı kabul eden cisimler asla ezelî olamaz. Kevn ve fesadın unsurları da ezelî değildir. Oluş ve bozuluşa uğrayan nesnelerin aslı dört unsurdur ve onlar bu unsurların birleşmesiyle meydana gelir. İlk madde oiuş ve bozuluşa tâbi değildir, onun varlığı ibda iledir. Kevn ve fesadı kabul eden cisimler doğrusal (müstakim) hareket eder, doğrusal hareket etmeyen cisimler ise oluşa tâbi olmaz, onlar tabiatları gereği dairesel (müstedîr) hareket eder ve doğrudan yaratılmıştır.
Kevn ve fesadın ortak fail illeti onlara yakın olan gezegenlerin hareketi, ortak maddî illeti de ilk unsurladır. Oluş ve bozuluş başlangıcı olan şeylerle ilgilidir; her başlangıcı olan şeyin şüphesiz bir sebebi vardır. İdeal sayılan semavî varlıkların dairesel hareketleri kevn ve fesadın sebepleri olmaya lâyıktır. Bütün bunların öncesinde her varlığa kendi türünün özelliklerini veren ilâhî lutuftur. Bir başka söyleyişle dünyadaki oluş ve bozuluş hareketinin yakın sebebi gökküreleri, uzak ve nihaî sebebi ise Allah’tır.
İslâm filozoflarının antik felsefe ve bilim geleneği uyarınca varlığı ay üstü ve ay altı âlemi diye ikiye ayırmalarına, ay altı alemindeki oluş ve bozuluşun gökkürelerinin etkisiyle meydana geldiğine inanmalarına karşılık Kur’an varlığın yaratılışında, işleyişinde, her varlık türünün oluşum, gelişim ve değişiminde yegâne âmilin Allah olduğunu beyan eder ve, “Allah’ın yaratmayı nasıl başlattığını, sonra bunu nasıl tekrarladığını görmediler mi? Şüphesiz bu Allah’a göre kolaydır. De ki: Yeryüzünde gezip dolaşın da Allah ilkten yaratmaya nasıl başlamış bir bakın. İşte Allah bundan sonra âhiret hayatını da yaratacaktır. Gerçekten Allah her şeye kadirdir” [Ankebût 29/19-20] “De ki: Ortak koştuklarınız arasında ilk defa yaratacak, öldükten sonra da onu yeniden -diriltip döndürecek biri var mı? De ki: Allah ilk defa yaratıp sonra onu yeniden hayata döndürür. O halde nasıl saptırılırsınız! [Yûnus 10/34] gibi açıklama ve uyarılarıyla varlığın işleyişindeki sebeplerin, kâinat ve orada hüküm süren kanunların Allah tarafından yaratıldığına dikkat çeker. Allah’ın İrade ve kudretinin her türlü ölçü ve tasavvurun üstünde olduğunu bildirir. “O, bir şeyi yaratmak istediğinde ona sadece ‘ol1 der ve o da hemen oluverir” [Yâsîn 36/82] âyetiyle de kâinatta yegâne hükümranlığın kendisine ait olduğunu, O’nun bilgi ve iradesi dışında hiçbir fiilin gerçekleşmeyeceğini ifade eder.
TDV İslâm Ansiklopedisi