Lale Çiçeği Nedir, Tarihçesi, Özellikleri, Hakkında Bilgi

Lâle. Şekil ve renk özellikleriyle edebiyatta ve süsleme sanatlarında kullanılan çiçek.

Farsça bir kelime olan lâle (Lat. tulipa) çok yıllık, soğanlı ve otsu bir bitkinin adı­dır. Çiçekleri bir sap üzerinde bir tane olup çiçek örtüsü altı parçalı, serbest, kırmızı, sarı veya beyaz renkli olabilir. Her parça­nın dip kısmında genellikle esmer renkli bir leke görülür. Gerçek vatanının Orta Asya olduğu sanılan lâle esas İtibariyle ya­bani bir bitkidir. Türkiye’de on beş kadar türü bulunmaktadır. Çok çiçekliler de da­hil yaklaşık 5000 çeşidi bahçelerde süs bitkisi olarak yetiştirilmektedir.

Romalılar ve Bizanslılar döneminde ta­nınmayan lâle Anadolu’da XII. yüzyıldan itibaren süs bitkisi olarak kullanılmaya başlanmıştır. Lâlenin Türkiye’den Avru­pa’ya ne zaman götürüldüğü kesin ola­rak bilinmemektedir. Avusturya-Macaristan imparatorunun Kanunî Sultan Sü­leyman nezdindeki elçisi Ootgeer Giselijn van Busbeke’nin İstanbul’dan Avrupa’ya götürdüğü bitkiler arasında lâle soğanla­rının da bulunduğu sanılmaktadır. 1559 Nisanında Augsburg’da (Almanya) Hewart’ın bahçesinde çiçekaçan lâle türü İsviçreli tabiat bilgini Konrad Gesner tarafından “tulipa turcarum” (Türk lâlesi) olarak ad­landırılmıştır. Lâle tutkusu, bütün dünya­da zaman zaman “lâle deliliği” (tulipomania) diye anılan aşırı boyutlara ulaşmıştır. Bu tutkunun, lâlenin XVI. yüzyıl İstanbul’unda kültür yoluyla çok sayıda çeşidi­nin elde edilmesiyle arttığı ve XVIII. yüz­yılda, özellikle sonradan Lâle Devri (1718-1730) denilen dönemde doruğa ulaştığı bilinmektedir. Bugün Avrupa ülkelerinde lâle bitkisi için kullanılan “tulip” kelimesi, Türkler’in bu bitkiye “tulipan” adını ver­diklerini kaydeden Busbeke’nin hatıratına dayanmaktadır. S. W. Murray, bu ismin Türkler’in başlarına sardıkları tülbentle ilgili olduğunu kaydetmektedir. Kelime­nin “sarık biçimindeki çiçek” anlamında tülbentten gelmiş olması ihtimali kuv­vetlidir.

İstanbul’da ıslah edilmiş ilk lâle çeşidini elde eden kişinin Şeyhülislâm Ebüssuûd Efendi olduğunu Tabib Mehmed Aşkî ki­tabında kaydetmektedir. XVIII. yüzyıl baş­larına kadar yetişen şükûfecilerle bunla­rın yetiştirdiği lâle ve zerrin çeşitlerinin isimlerini veren Netâyicü’l-eshâr adlı kitabın müellifi Cerrahpaşa Camii imamı Mehmed b. Ahmed Ubeydî Efendi de en eski lâle yetiştiricisi olarak Ebüssuûd Efendi’yi göstermekte ve elde ettiği ilk lâle çeşidine “nûr-ı adn” (cennet nuru) ismi verildiğini yazmaktadır. XVI-XVII. yüzyıl­larda İstanbul’da yetiştirilen lâle çeşitle­rinin isimleri, özellikleri ve yetiştiricileri hakkında bilgi veren el yazması risalele­re göre bunların sayısı 2000 civarındadır. XVIII. yüzyıldan başlayarak âdeta bir ya­rış haline gelen lâle yetiştiriciliği yoluyla şekil ve renk bakımından farklı ve her bi­rine ayrı ad verilmiş yüzlerce lâle türünün ortaya çıktığı bilinmektedir. İstan­bul’da yetiştirilen lâle çeşitleri, biçimleri ve renkleri hakkında en önemli bilgiler, Ekrem Hakkı Ayverdi koleksiyonunda bu­lunan ve “Lâle Mecmuası” adı verilen al­bümde yer almaktadır. 1725 yıllarında oluşturulduğu sanılan bu mecmuada elli kadar İstanbul lâlesi çeşidinin renkli re­simleri vardır. İstanbul’da elde edilen lâle türlerinin biçimleri bugün “Avrupa lâlesi” (kaba lâle) olarak bilinen lâle çeşitlerinden çok farklıdır. İstanbul lâlesinin çiçeği badem biçiminde, periant parçaları ise (berkleri) hançer şeklinde ve uçları tığ gibi ince, uzun ve sivridir. Sadrazam Damad İbrahim Paşa dönemi serşükûfecilerinden Şeyh Mehmed Lâlezârî, Mîzânü’l-ezhâr adlı eserinin birinci bölümünde bir lâle çeşidinin değerli sayılabilmesi için taşı­ması gerekli olan yirmi kadar özelliği an­latmaktadır. Bu eser H. F. von Diez tara­fından Almanca’ya (1815), W. S. Murray tarafından Almanca’dan İngilizce’ye çev­rilip kısaltılarak The Habit of Flowers ismiyle yayımlanmıştır.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski