Mahv ve İsbat. Sâlikin kötü huy ve alışkanlıklarını terkedtp iyi huy ve alışkanlıklar edinmesi anlamında bir tasavvuf terimi.
Sözlükte mahv “silmek, geçersiz kılmak, yok saymak”, isbât ise “ibka etmek, geçerli kılmak” gibi anlamlara gelir. Bu iki kelime Kur’ân-ı Kerîm’de ve hadislerde sözlük anlamlarıyla geçmektedir. “Allah dilediğini mahv, dilediğini isbat eder, kitabın aslı onun katındadır” mealindeki âyette [Ra’d 13/3] mahv, “Allah’ın bir şeriatın hükmünü diğer bir şeriatla kaldırması (nesh)” veya “levh-i mahfuzda yazılı olan bir şeyi silmesi”, isbat ise “bir şeyin yerine başka bir şeyi kaydetmesi” veya “tabiattaki bazı şeyleri silip yok ederken diğer bazı şeyleri sabit tutması” mânasındadır. Hadislerde musibete uğrayıp sabreden kişinin bir günahının silineceği bildirilmektedir. Sûfîler, yaptıkları yorumlarla mahv ve isbatın kapsamını genişleterek bunları birer tasavvuf terimi haline getirmişlerdir. Mahv yerine bazan nefy kelimesi de kullanılmıştır. İlk sûfîlerden Ebü’l-Hüseyin en-Nûrî, Allah’ın yüksek mertebedeki kullarını kendisine çektiğini, böylece onların bütün davranışlarının kendilerinden değil Hak’tan olduğunu gördüklerini söyler. Bu seçkin kulların davranışlarını kendilerinden görmemelerine mahv, Hak’tan görmelerine isbat denir. Bu durum, “Her şey O’ndan, O’nunla ve O’nun içindir” sözüyle de ifade edilmiştir.
Sûfîler mahv ve isbatın ahlâk, ibadet ve manevî hallerle ilgili olmak üzere üç mertebesi bulunduğunu belirtmişlerdir. Ahlâkî anlamda mahv insanın kötü huyları terketmesi, isbat iyi huylar edinme-sidir{Kâşânî, s.79|. İbadetleri alışkanlık haline getirmemek mahv. hakikatlerini gerçekleştirmek isbattır. Manevî hallerde mahv ise gafletin yok edilmesidir. Mahvın bu üç mertebesinde fiiller kullara ait gibi görünürse de Kur’an’da mahv ve isbat Allah’a isnat edildiğine göre aslında Allah’a aittir. Ariflerin gönlünden kendi zikri dışındaki düşünceleri silip kendisine talip olanların dilinde zikrini sabit kılan da Allah’tır. Her sâlikin mahvı ve is-batı manevî haline göre gerçekleşir. Sâlikin iradesini terketmesine mahv, kayıtsız şartsız Hakk’ın iradesine teslim olmasına isbat denmiş, bu bağlamda mahv “fena”, isbat “beka” anlamında kullanılmıştır. Kelime-i tevhid de mahv/ nefiy (lâ ilahe) ve isbatı (illallah) içermektedir.
Muhyiddin İbnü’l-Arabî olayları ve fiilleri Allah’tan başkasına nisbet etmemenin, sebepleri dikkate almamanın mahv, Allah’a nisbet etmenin isbat olduğunu söyler. Kur’an’daki, “Attığın zaman sen atmadın” cümlesi nefiy ve mahv, “Lâkin onu Allah attı” cümlesi [Enfâl 98/17] isbattır. Tabiat olaylarındaki değişimi de mahv ve isbat tabiriyle açıklayan İbnü’l-Arabî’ye göre tabiatta değişen ve yok olup giden şeyler mahv. sabit ve kalıcı olan şeyler isbattır. O bu anlamda mahv ve isbatı şeriatlardaki neshe benzetir. Şiîler bedâ inancını mahv ve isbatla açıklamışlardır.
Mahvın çeşitli mertebeleri vardır. Kesretin vahdetle fenası “hakiki cem anlamındaki mahvdir. “Allah’tan başka fail olmadığı gibi [la faile illallah] O’ndan başka varlık da yoktur (lâ mevcûde illallah)” kanaatine ulaşmaya kullukta mahv veya kulun aynının mahvı denir. “Ezmek ve kazımak” mânasına gelen mahk “sâlikin vücudunun Hakk’ın zâtında, mahv fiillerinin Hakk’ın fiilinde, “silmek, yok olmak’ mânasmdaki tams sıfatlarının Hakk’ın sıfatlarında fâni olması” şeklinde tanımlanmıştır. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî Mesnevî’de menfi ile müsbet gibi mahv ile isbatın da birbirini gerektirdiğini, bunun da zahir ve bâtın farkından kaynaklandığını, zahirde var sanılan şeylerin aslında yok, yok sanılan şeylerin ise var olduğunu söyler.
TDV İslâm Ansiklopedisi