Ma’bed İbadet etmeye mahsus yapı, tapınak.
Arapça ibâdet masdarından türetilen ve “ibadet edilen yer, ibadethane, İbadete mahsus bina” anlamına gelen ma’bed kelimesi, bir dine bağlı olanların belli zamanlarda toplu olarak veya tek başlarına ibadet etmeleri için yapılmış özel mekânı ifade etmektedir. Batı dillerinde mâbed karşılığı kullanılan temple kelimesinin kaynağını teşkil eden Latince templum başlangıçta kâhinlerin, kuşların uçuşunu gözetlemek için kullandıkları dikdörtgen şeklindeki yeri belirtmekte iken zamanla “belli bir iş için tahsis edilmiş özel mekân”, daha sonra da “Tanrı’nın evi” mânasını kazanmıştır. Yunanca’daki karşılığı olantemenos da “Tanrı’ya ayrılan kutsal yer” demektir. Mâbed için kullanılan Sumerce E, Akadça bitu kelimeleri “ev” anlamındadır. Diğer taraftan Sumerce’-de mâbed karşılığı “büyük ev” mânasındaki ekalden gelen ekallu ile (tanrının sarayı) ekurdan gelen ekurru (dağ evi) kelimeleri de kullanılmaktadır. Ras Şam-ra metinlerinde mâbed için “bt” (ev) ve “ekallu”dan gelen “hkl” kelimeleri yer almaktadır. İbrânîce’de ise mâbed beth veya heikhal (saray) ile karşılanmaktadır. Mâbed genelde bütün dinlerin ibadet mahallini ifade etmekte, özelde müslüman mabedi için cami veya mescid kullanılmaktadır. Arapça’da heykel kelimesi de “tapınak” mânasına gelmektedir.
İslam’da Mabed
İslâm’da ibadet yerleri için ilk kullanılan kelime mesciddir ve bu kelime Allah’a tahsis edilen bütün ibadet yerleri için kullanılmaktadır.[Cin 72/18] Diğer taraftan cami kelimesine Kur’an’da, hadislerde ve ilk tarihî kaynaklarda rastlanmamaktadır. Hz. Peygamber zamanında ve onu takip eden dönemlerde vakit namazlarının yanında özellikle cuma namazı kılınan yerlere cami veya “el-mescidü’l câmi sadece vakit namazı kılınan yerlere mescid deniliyordu. Cami kelimesinin yaygın olarak kullanılmasının Kur’an’ın cem’ ve tedvininden, hadislerin tesbitinden çok sonraya rastladığı ve daha ziyade Osmanlı Türkçesi’ne mahsus olduğu söylenmektedir. İslâm’da ibadet yerleri için kullanılan kelimelerden biri de “musalla” veya “namazgâh”‘tır. Musalla, Resûl-i Ekrem döneminde bayram ve cenaze namazı kılınan yerler için de kullanılmıştır. Farsça’da yol boylarındaki üstü açık mescidlere namazgah denilmiştir. Namazgah bir kasabanın bütün halkını bir araya toplayan geniş sahadır. Pek çok namazgahta hutbe okumak ve namaz kıldırmak için yapılmış minber ve mihraplar vardır.
Müslümanlıkla en kutsal mâbed Kabe’dir. Kabe’ye hem “beyt” (Allah’a ibadet İçin tahsis edilmiş sânı yüce ev) hem de mescid denilmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’de yeryüzünde ibadet için inşa edilen ilk evden söz edilirken beyt kelimesi kullanılmıştır.[Âl-i İmrân 3/96] Buna göre beyt ve mescid aynı fonksiyonu icra etmekle birlikte beyt daha çok ibadete ayrılan kapalı, sınırlı ve belirli bir mekânı gösterir: mescid ise sınırsız, açık veya kapalı her yeri kapsar. Nitekim bir hadiste, “Bana Hıristiyanlığın meşru bir din olarak kabulünden önce kullanılan gizli mâbedlerden Via Latlna Katakambu’nun içinden bir görünüş İtalya yeryüzü mescid yapıldı ve temiz kılındı” denilmiştir.
İslâm’a ait ibadet yerlerini belirtmek üzere Batı dillerinde genellikle mescidden gelen kelimeler kullanılmaktadır. Nitekim İspanyolca’da “mezquita, eski Fransızca’da “muscat”, yeni Fransızca’da “mosquee”, İtalyanca’da “moscnea”, eski Rusça’da “mizgit, yeni Rusça’da “meçet”, Macarca’da “mesced”. Rumence’de “moschee”, Yunanca’da “masgidion” kelimeleri yer almaktadır.
İslâm’ın tescil ettiği iki mâbed Kabe ve Mescid-i Aksâ’dır. Başlangıçtan beri bir ibadet ve ziyaret (hac] yeri olma özelliğini koruyan Kabe, İslâm’dan önce de Mekke dışındaki bütün Araplar’ın dinî merkezi durumundaydı. Arabistan’ın her tarafından hac için Mekke’ye gelenler oluyordu. Başlangıçta Hz. Peygamber ve müslümanlar günde İki defa Kabe’ye gidip ibadet ediyorlardı; mi’racdan sonra da günlük namazlarını Kabe’de kılmaya başladılar. Ancak müşriklerin engellemesine ve hakaretlerine mâruz kalıyorlardı. Daha sonra siyasî sebeplerden dolayı müslümanların Kabe’de ibadet yapmalarına izin verilmedi. Bunun üzerine özel mescidler inşa edilmeye başlandı. Bunlardan ilki Ammâr b. Yâsir tarafından inşa edilen mescid, ikincisi de Hz. Ebû Bekir’in evinin yanında yaptırmış olduğu mesciddi.
Müslümanların Mekke döneminde sayıca az olmaları, ayrıca müşrikler tarafından uygulanan siyasî baskı sebebiyle Mekke’de mescid yapma imkânı bulunamamıştı. Hicret esnasında ve Medine’ye varışın hemen ardından ilk iş olarak Küba’da ve Medine’de birer mescid inşa edilmesi de bunu göstermektedir. Medine döneminde Mescid-i Nebevî’nin dışında on civarında mescid yapılmıştı. Bu mescidlerde sadece beş vakit namaz kılınıyor, cuma namazı için Mescid-i Nebevî’ye geliniyordu.
Hz. Peygamber kendisinden sonra mescidlerin çoğaltılmasını teşvik etmiştir. Medine devrinde fizikî anlamda ilk müessese olarak Mescid-i Nebevî’nin yapılmasından sonra bu bina esas alınarak gerek Medine’de gerekse diğer İslâm beldelerinde mescidlerin sayısı arttırılmış, böylece ibadetler ve bütün diğer faaliyetler konusunda Mescid-i Nebevi örnek alınmıştır.
İslâm dini mâbed-ibadet ilişkisi açısından diğer dinlere göre farklılık göstermektedir. Çünkü İslâm’da ibadet sadece mabede bağlı olmayıp evde, çarşı ve pazarda, iş yerlerinde ve yeryüzünün herhangi bir yerinde yapılabilmektedir. Bütün mescidler, içlerinde ibadet edilmesi ve mukaddes mekân olmaları açısından birbirine eşit olduğu halde Mescid-i Haram, Mescid-i Nebevî ve Mescid-i Aksâ’da yapılan ibadetlerin diğerlerine göre daha sevap olduğu belirtilmiştir. Buna rağmen İslâm’da Kabe’nin ayrı bir yeri ve değeri vardır.
TDV İslâm Ansiklopedisi