Marufu Kerhi Hz. Kimdir, Hayatı, Hakkında Bilgi

Ebü’l-Mahfüz Ma’rûf b. Fîrûzân el-Kerhî (ö. 200/815-16 [?]) Iraklı zâhid ve sûfî.

Bağdat’ın Kerh mahallesinde doğdu. Sâmerrâ yakınındaki Kerh-i Bâceddâ veya Şehrizor civarındaki Kerh-i Cüddân’dan olduğu da kaydedil­mektedir. Hıristiyan veya bir rivayete göre Vâsıtlı Sâbiî bir ailenin oğlu olan Ma’rûf un çocukluğunda ailesi tarafından hıristiyan bir hocaya teslim edildiği, teslîs inancına karşı çıktığı için hocası kendisini dövünce ailesini terkedip kaçtığı, yıllar süren bu ayrılığı sırasında sekizinci imam Ali er-Rizâ ile karşılaştığı, onun vasıtasıyla müslüman olduğu, eve döndüğünde evlât hasretiyle yanan anne ve babasının da ona uyup müslüman ol­dukları bütün kaynaklarda belirtilmek­tedir. Bazı kaynaklarda babasının adının Ali olarak geçmesi onun İslâmiyet’i kabul ettikten sonra bu adı almış olabileceğini akla getirmektedir. Ma’rûf un zühd hayatına yönelmesi, Dâ-vûd et-Tâî’nin müridi Ebü’l-Abbas İbnü’s-Semmâk vasıtasıyla olmuştur.

Kûfe’de vaazını dinlediği İbnü’s-Semmâk’ın Allah’tan yüz çeviren kimseden Allah’ın da yüz çevireceğini, Allah’a bütün kalbiyle yönelen kimseye O’nun rahmetiyle yöneleceğini ve bütün mahlûkatı ona yönelteceğini ifade eden sözlerinden çok etkilendiğini, Allah’a yönelip efendisi İmam Ali er-Rızâ’nın hizmeti dışında bü­tün meşguliyetini ve malını terkettiğini söylemesi Ma’rüf-i Kerhî’nin Ali er-Rızâ ile münasebetinin sürekli olduğunu gös­termektedir. Nitekim Ali er-Rızâ’nın kapı­cısı olduğu, Şiî bir grup onu ziyaret eder­ken meydana gelen izdiham sırasında kemiklerinin kırılıp bir süre sonra öldüğü kaydedilmektedir. Zehebî, muhtemelen Ali er-Rızâ’nın kapıcısının adının da Ma’rûf olduğunu söyleyerek bu rivayeti doğru kabul etmez. Onun İmam Ali er-Rızâ’nın kapıcısı olduğuna dair Sünnî kaynakla­rında da yer alan bu bilgi Şiî çevrelerinde genel kabul görmekle birlikte bazı Şiî mü­ellifleri tarafından eski Şiî tabakat kitap­larında Ma’rûf un adının geçmemesi se­bebiyle şüpheyle karşılanmıştır. Bir kısım eserlerde Ma’rûf’un İmam Ca’fer es-Sâ-dık’ın yakınlarından olduğu kaydedilmekteyse de bu rivayet onun Ma’rûf-i Mekkî adlı biriyle karıştırılmasından kaynaklan­maktadır. Kendi­sinden naklettiği bir sözünden Ma’rûf’un Dâvûd et-Tâî ile de görüştüğü anlaşılmaktadır. Nitekim bu sözü kaydeden Attâr’dan önceki kay­naklarda da onun Dâvûd et-Tâî ile görüş­tüğü belirtilmektedir.

İbn Teymiyye, Ma’rûf-i Kerhî’nin Kerh dışına çıkmadığını ileri sürerek Ali er-Rı­zâ vasıtasıyla müslüman olup ondan hır­ka giydiğine ve Dâvûd et-Tâî’nin sohbet­lerine katıldığına dair bilgilerin doğru olmadığını söylemiş, Ebû Nuaym el-İsfahânîve Ebü’l-Ferec İbnü’l-Cevzî gibi müelliflerin bu tür bilgilere yer vermemiş olmasını da daya­nakları arasında zikretmiştir. Ancak İb­nü’l-Cevzî, Menâkıbü Ma’rûf el-Kerhî ve ahbâruh adlı eserinde onun Ali er-Rı­zâ vasıtasıyla müslüman olduğunu kay­detmekte ve Dâvûd et-Tâî’nin sohbetle­rine katıldığını da Muhammed b. Hüse­yin es-Sülemî’den naklen zikretmektedir. Öte yandan Ma’rûf’un Kerh dı­şına çıktığı kaynaklarda belirtilmektedir. Zehebî de Sülemî’nin bu kaydının doğru olmadığını belirterek İbn Teymiyye ile aynı kanaati paylaşmıştır. Onun Dâvûd et-Tâî ile görüş­mediğini ileri süren Şiî müellifleri de var­dır.

Ma’rûf-i Kerhî’nin 200 (815-16) veya 201 (816-17) yılında Bağdat’ta vefat et­tiği belirtilmekle birlikte 204 (819-20) ta­rihini verenler de vardır. Zaviyesinin bu­lunduğu yere defnedilen Ma’rûf-i Ker­hî’nin kabrinin çevresinde kendi adıyla anılan bir kabristan oluşmuş ve mezarı­nın üzerine bir cami inşa edilmiştir.

Ma’rûf-i Kerhî’nin manevî tasarrufunun ölümünden sonra devam ettiğine inanıl­dığından kısa bir süre içinde kabri ziyaretgâh haline gelmiştir. İlk kaynaklardan iti­baren nakledilen. “Ma’rûf un kabri tecrü­be edilmiş bir ilâçtır” sözü yaygındır. Tasavvufta velî kabirle­rini ziyaret edip şifa bulma geleneği muh­temelen Ma’rûf’un kabrinin gördüğü bu ilgiden sonra başlamıştır. XVII. yüzyılda Bağdat’ı ziyaret eden Evliya Çelebi türbe etrafında oluşan kültürden bahsetmek­tedir.

Tasavvuf tarihinin en büyük şahsiyet­lerinden olan Mar’ûf-i Kerhî’nin önemi da­ha çok Kâdiriyye, Halvetiyye, Nakşiben-diyye, Rifâiyye, Desûkıyye, Mevleviyye, Safeviyye, Ni’metullâhiyye, Nurbahşİyye, Bektaşiyye gibi Sünnî ve Şiî birçok tarika­tın silsilesinin kendisiyle devam etmesin­den kaynaklanmaktadır. Bu silsilelerin ilki Ali er-Rızâ. Mûsâ el-Kâzım, Ca’fer es-Sâdık, Muhammed el-Bâkır, Ali Zeynelâbi-dîn ve Hüseyin b. Ali vasıtasıyla Hz. Ali’ye ulaşır. On iki imamdan yedisinin yer aldığı “silsiletü’z-zeheb” denilen bu silsileyi sa­dece Nakşibendîler, Ca’fer es-Sâdık’tan sonra Kasım b. Muhammed b. Ebû Bekir ve Selmân-ı Fâ­risî vasıtasıyla Hz. Ebû Bekir’e de ulaştı­rırlar. Diğer silsile Dâvûd et-Tâî, Habîb el-Acemî ve Hasan-ı Basrî vasıtasıyla yine Hz. Ali’ye varır. Üçüncü bir silsile de Fer-kad es-Sebahî, Hasan-ı Basrî, Enes b. Mâ­lik vasıtasıyla Hz. Ali’ye ulaşır.

Ma’rûf-i Kerhî’nin talebelerinden en ön­de geleni, birçok silsilenin kendisiyle de­vam ettiği Cüneyd-i Bağdâdî’nin şeyhi Serî es-Sakatî’dir. Ayrıca Ma’rûf’tan son­ra müridleri Şehâbeddin Ahmed Tebrîzî, İsrafil el-Mağribî, Ebû Hamza Muham­med el-Bağdâdî ile de farklı silsileler oluş­muştur.

Ahmed b. Hanbel başta olmak üzere Yahya b. Maîn, Bişr el-Hâfî gibi dönemin önemli simalarının Ma’rûf-i Kerhfyi ziya­ret edip kendisiyle bazı konuları istişare ettikleri, Ma’rûf’un ilimde yetersiz oldu­ğunu söyleyen birine Ahmed b. Hanbel’in, “İlimle elde edilmek istenen şey Ma’­rûf’un ulaştığı mertebedir” cevabını ver­diği, onun duası makbul sayılan abdal züm­resinden olduğunu söylediği kaydedil­mektedir. Süfyân b. Uyeyne ve Abdülvehhâb el-Verrâk’ın da Ma’rûf’un büyüklüğü ve kerâmetleriyle ilgili sözleri vardır. Gaz-zâlî İhyâ’ü “iılûmi’d-dîn’de Ma’rûf un çe­şitli sözlerini nakletmiş, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî Meşnevî’de (II, 71) onun bü­yüklüğünün İmam Ali er-Rızâ gibi bir za­ta hizmet etmesinden kaynaklandığına işaret ederek, “Ma’rûf, Hz. Peygamber’in haremine bekçi oldu da aşk halifesi kesil­di, nefesleri Tanrı nefesi oldu” demiştir.

Ma’rûf-i Kerhî zâhidliğiyle tanınmış, du­ası kabul edildiğine inanıldığı için daha sağlığında zaviyesi herkesin rağbet etti­ği bir yer haline gelmiştir. Müridi Serî es-Sakatî’ye, “Allah’tan bir şey dilersen Ma’­rûf un hürmetine diyerek iste” şeklindeki nasihati, tasavvuf tarihinde şeyhlerden istimdad ve tevessül geleneğini başlatan ilk örnek olması bakımından önemlidir. Onun Ali er-Rızâ’dan huruf ilmini öğren­diği nakledilir. Sülemî ve Hücvirî, Ma’rûf u fütüvvet ehli sûffler arasında say­mıştır. Fütüvvet ehlinin alâmetlerini ve­falı olmak, karşılık beklemeden övmek ve istenmeden vermek şeklinde ifade eden Ma’rûf-i Kerhî tasavvufu, “Hakikatleri el­de etmek ve halkın elindekilerden ümidi kesmektir” şeklinde tarif etmiştir. Ayrıca onun ilâhî aşktan ilk söz edenlerden oldu­ğu nakledilir. Aşkın ancak Allah’ın lutfu olduğunu, kazanılan bir şey olmadığını söylemesi tasavvuf düşüncesi üzerinde ciddi etki yapmıştır.

Ma’rûf-i Kerhî hadis rivayetinde de bu­lunmuştur. Bekir b. Huneys, Rebî’ b. Sabîh, Abdullah b. Mûsâ ve İbnü’s-Semmâk’tan hadis almış, kendisinden Halef b. Hişâm, Serî es-Sakatî, Zekeriyyâ b. Yahya el-Mervezî, Yahya b. Ebû Tâlib rivayette bulunmuştur. İbnü’l-Cevzî onun rivayet ettiği yedi hadisin tahrîcini yapmıştır.

İbnü’l-Cevzî, Menâkıbü Ma’rûf e!-Kerhî ve ahbâruh adıyla yirmi yedi bö­lümden oluşan bir eser kaleme almıştır. Tasavvufa ve sûfîlere birçok eleştiri yö­nelten İbnü’l-Cevzî’nin Ma’rûf un fazilet­lerini anlatan böyle bir eser yazması, onun görüşlerini sürdüren İbn Teymiyye’nin Ma’rûf-i Kerhî’yi eleştirmemesine sebep olmuştur. Muhtemelen her ikisini de et­kileyen Ahmed b. Hanbel’in onun hakkın­daki olumlu tavrıdır.

Ma’rûf-i Kerhfnin eser telif ettiğine dair kaynaklarda bilgi bulunmamaktadır. Ona nisbet edilen Fütûh-i Eibdîn. isimli risale İbrahim Edhem Giridî tarafından tercü­me edilip neşredilmiştir (İstanbul 1312). Kırk bölümden oluşan risalede ilâhî aşk konusu ele alınmaktadır.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski