Meani Nedir, İlmi, -Türk Edebiyatında- Hakkında Bilgi

Meânî, Osmanlı dünyasında XIX. yüzyılın ikinci yansında belagat konularında ilk Türkçe kitaplar yazılıncaya kadar genellikle Miîtâhu’l-culûm, Telhîsü’l-Miftâh, el-Mutavveî, Muhtaşarü’l’me’ânî gibi Arapça kitap­lardan ve Arapça örnekler üzerinden Türkçe’ye uygulanırdı. XVI. yüzyıldan iti­baren bunların tercümesiyle belagat konusunda Türkçe eserlerin ortaya çıkması yolu açıldı. Muslihuddin Sürûrî’nin Bahrü’l-maâiiî”\ ile Altıparmak Mehmed Efendi’nin Terceme-i Telhîsü’l-Miftâh’ı bunla­rın en tanınmışlarıdır. Meânî bahsine yer vermemekle birlikte belagat konusunda ilk Türkçe telif sayılabilecek kapsamlı eser, Hatîb el-Kazvînî’nin Telhîşü’l-Miîtâh’ı ile Mahmûd b. Muhammed Gîlâni’nin Menâzırü’l-inşâ’ adlı eserlerini esas alarak bedî’, beyân, aksâm-ı şi’r ve inşâ bölüm­lerini bazı tasarruflarla Türkçe’ye akta­ran, yer yer Türkçe örneklerle açıklayan İsmail Ankaravî’nin Miftâhu’l-belâga ve misbâhu’l-fesâha’sidır (İstanbul 1284).

Başlangıçta meânî Türk edebiyatına adı, belagat ilmindeki yeri, tarifi, tasnifi ve muhtevasında yer alan konularla ta­mamen Arap belagatından aktarılmıştır. Nitekim bütün belagat konularına yer ve­ren ilk Türkçe kitaplar olan Ahmed Hamdi’nin Belâgat-ı Lisân-ı Osmânî’siyle (İs­tanbul 1293) Ahmed Cevdet Paşa’nın Be-lâgat-ı Osmdniyye’sinde (1298) bu kla­sik muhteva açıkça görülmektedir. Her iki müellif, ilm-i meânîyi genel özellikleri itibariyle Arap belâgatındaki bilgileri Türkçeleştİrip tasnif ederek tekrarlamış ve Türkçe örnekler üzerinde açıklayıp zen-ginleştirmiştir. Daha sonraki yıllarda da Mecâmiu’1edeb (1308) yazan Manas­tırlı Mehmed Rifat gibi bazı âlimler meâ­nî dahil belagat bahislerinin tamamını Türkçe, Arapça ve Farsça örnekler vere­rek açıklamaya devam etmişlerdir. Tan­zimat’tan sonra belagat konusunda ka­leme alınan eserler iki farklı muhtevada gelişmiştir. Bunlardan birinci grup eski belagat anlayışını takip eder, ikinci grup eski anlayışı göz ardı etmeden Batı reto­riğine dayalı olarak konulan işler. Ahmed Cevdet Paşa birinci grubun en müessir temsilcisi, Recâizâde Mahmud Ekrem de ikinci grubun en önemli yazarı olmuştur.

Bu sebeple meânîyi bu iki anlayış doğrul­tusunda ele almak gerekir.

Ahmed Cevdet Paşa ilm-i meânîyi “ke­lâmın muktezâyı hâle tatbikinin bilindi­ği” ilim olarak tarif etmiş ve bu tanım, daha sonra yazılan Türkçe belagat kitap­larında hemen aynen tekrarlanmıştır. Ta­rifteki “kelâm” terimi, M. Kaya Bilgegil ve M. Yekta Saraç’ın kaleme aldığı kitaplar­da “söz” kelimesiyle karşılanmıştır. Tan­zimat’ın ardından Batı retoriğinden alı­nan bazı yeni unsurlarla biraz daha geli­şen Türkçe belagatın vardığı noktayı dik­kate alarak Türk edebiyatında meânî, “bir maksadı hüküm bildiren kelimeler küme­si anlamında en uygun cümle veya ibare ile (kelâm] dinleyen için bir hüküm ve an­lam ifade eden, onun zihninde söyleneni anlama konusunda bir soruya yer bırak­madan belirleyen, ayrıca sözlerin, söy­leyen ve dinleyenin durumuna en uygun biçimde ve yerli yerinde kullanılmasının kurallarını anlatan ilim” olarak tarif edi­lebilir. Kısaca sözü yerinde ve muhatabı­na göre söylemenin esaslarını belirleyen meânî, meselâ bir kişinin düğün ve cena­ze gibi birbirine zıt vesilelerle belagata uygun bir şekilde konuşmasına dair bil­gileri içine almaktadır. Bu durumda söz kelâm tam bir hüküm  mâna ifade eden cümlenin özel adı olmakta, meânî de bu cümlede ifade edilmek istenen mânanın en iyi şekilde aktarılması için gerekli olan kelimelerin seçilmesine, ifadenin  cüm­lenin en uygun biçimde şekillendirilme-sine ve söz dizimine ait özellikleri belirle­mektedir. Mâna ile yakın ilişkisi sebebiyle XX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren me­ânî için “anlam bilimi” ve bunun Batı dille­rindeki karşılığı olan “semantik” terimle­ri kullanılmışsa da bu, konunun sadece mâna yönü itibariyle doğru olup kavra­mın diğer özelliklerini kapsamadığından yetersiz bir karşılık olarak kalmaktadır.

Meânînin ele aldığı konulan, İslâm ilim­lerinin tanıtımında başvurulan tarihî ıs­tılahları kullanarak çeşitli özellikleriyle sıralayan Said Paşa, bu ilme yönelen bir kişi için gerekli ilk ve esas bilgilerin keli­me bilgisiyle [lügat, semantik vb] cümle ve söz dizimi (nahiv, sentaks) olduğunu, meânînin konusunu bildirme ve dilek be­lirten terkiplerin (cümle ve ibare) teşkil ettiğini, ele aldığı belli başlı meselenin kelâmın muktezâ-yı hâle uygunluğunu gösteren kaideler olduğunu, delillerini ise belagat kurallarına uygun söz söyleyen kişilerin ifadelerinin oluşturduğunu be­lirtmiş ve hedefini “kelâmı muktezâ-yı hâle tatbik eden usullere uymak” şeklinde tanımlamıştır. Bu tarif ve tasnifte yer alan konular me­ânî kitaplarında bazı farklılıklarla birlikte şu sekiz başlık altında ele alınmıştır: Ahvâl-i müsnedün ileyh (fail ve nâib-i faille İl­gili konular); ahvâl-İ müsned (yükleme ait özellikler); mütemmimât-ı cümle (tümleç­ler); isnâd-ı haberî (bir fiil, hal ve sıfatın di­ğer bir şeye yüklenmesi); inşâ (kelimelerin cümle içinde söz dizimi kurallarına göre sıra­lanması); elfâz-ı atf ve rabt (bağlaçlar ve zarf-fiiller)  vasi ve fasi (kelime ve cümlelerin bağlanması veya bağlaç ve zarf-fiil olmadan bir araya getirilmesi, ayırma); îcâz ve ıtnâb (sö­zü kısa ve özlü söyleme veya lafı uzatma); kasr (daraltma, tahsis). Yalnız Cevdet Paşa kasr bahsine yer vermemiştir. Daha sonra da bazı müelliflerin Cevdet Paşa”yi takip et­tiği görülmektedir.

Recâizâde Mahmud Ekrem’in Türk belagatında bir merhale sayılan Ta’lîm-i Edebiyyât’ı (İstanbul 1296) klasik bela­gat kitabı olmadığından meânî için müs­takil bir bahis açmamışsa da bazı unsur­larına dağınık olarak yer vermiş ve ilgili meselelere başka vesilelerle temas et­miştir. Ta’lîm-i Edebiyyât’ın tesiri altın­da kaleme alınan eserlerde de bu özellik görülmektedir. Ancak Recâizâde’nin talebelerinden olan Ahmed Reşid Bey, Mekteb-i Sultanî için ders kitabı olarak hazırladığı Nazariyyât-ı Edebiyye’sini (İstanbul 1328), muhtevasına getirdiği birçok yenilikle klasik belagat konularını içine alacak şekilde hazırlayarak I. cildi beyân ve meânî konularına ayırmış, II. ciltte de devam eden meânî konuları bedf ile tamamlanmıştır. Kitabını klasik taksime göre düzenlemekle beraber Reşid Bey’in tariflerindeki farklılık dik­kat çeker. Meânîyi “üslûbun mânaya ait olarak belagat dediğimiz, ahval ve meziyyâtından bahis olan kısım” diye tarif ederek, “Burada meânî kelime­sine Arap’ın ilm-i meânîsiyle ilm-i beyâ­nını, hatta bedîini cemeden bir vüs’at-i ma’nâ verilmiştir” kaydını düşmüş, ayrıca “keyfıyyât-ı belagat” diye zikretmek suretiyle olabildiğince genişletmiştir. Ni­tekim kitabın meânî bölümüne alt başlık olarak “usûl-i belagat” adını koymuş, Cev­det Paşa’nın meânî tarifini de belagatın tarifi olarak zikretmiş, belagat hakkında bilgi verdikten sonra klasik meânî konu­larıyla ilgisi olmayan mübalağa, mecâzat, teşhis, istiare, teşbih, telmih, kinaye, hüsn-i ta’Iîl gibi edebî sanatlar hakkında çeşitli metinlerden örneklerle bilgi ver­miş, üslûp bahisleriyle bölümü tamam­lamıştır.

Meânî ile ilgili konulan Türk yazarların­dan seçilmiş örneklerle ele alan bir mü­ellif de M. Kaya Bilgegil’dir. Klasik meânî bahislerine Edebiyat Bilgi ve Teorileri I: Belagat adlı kitabında (1980) yer ve­ren araştırmacı meânî terimlerinin pek çoğu için Türkçe karşılıklar ortaya koy­muş, bunların eskileriyle birlikte yer yer Batı dillerindeki karşılıklarına da işaret etmiştir. Konuyla ilgili son ça­lışmalardan biri M. Yekta Saraç’ın Klâ­sik Edebiyat Bilgisi Belagat adlı kita­bıdır (İstanbul 2000) Yazar, dil ve dil bili­miyle desteklenmesi gereken bir saha olarak konuya dil bilimcilerinin ilgisini çekmek ve önemine işaret etmek üzere meânî bahsine özellikle yer verdiğini be­lirttiği çalışmasında konuları klasik kay­naklarla modern Arapça çalışmalara da­yanarak ele almıştır. Ayrıca Cevdet Paşa. Recâizâde Mahmud Ekrem, Abdurrahman Süreyya, Mehmed Rifat, Said Paşa gibi müelliflere de atıfta bulunmuş, her konunun sonunda Türkçe örneklere ve açıklamalarına yer vermiştir.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski