Muhammed Emin Kürdi Kimdir, Hayatı, Eserleri, Hakkında Bilgi

Muhammed Emîn Kürdî (ö. 1332/1914) Mısır’da Nakşibendî-Hâlidî tarikatını yayan mutasavvıf.

1260 (1844) yılı dolaylarında Erbil’de doğdu. İlk dinî eğitimini Kâdirî şeyhi olan babası Fethullah’tan aldı. Gençlik döne­minde gördüğü rüyalarda kendisinin Nak­şibendî şeyhi Ömer Biyârî’nin silsilesini devam ettirdiğini gören Kürdî, babasının Kürtler arasındaki Kâdirî ve Nakşibendî şeyhlerinin rekabetini yansıtan itirazları­na aldırmayarak Biyâra’ya gitti. Hâlid el-Bağdâdi’nin bölgedeki belli başlı halifele­rinden Tavelâlı Şeyh Osman’ın oğlu ve müridi olan Şeyh Ömer irşad için izinli ol­masına rağmen babası hayatta olduğun­dan mürid adaylarının kendisine intisabı­nı kabul etmiyordu. Bu sebeple Muham­med Emîn’in Şeyh Ömer’e intisabı 1283 (1866) yılında Şeyh Osman’ın vefatından sonra gerçekleşti. Şeyh Ömer’in en sadık ve takdir edilen müridlerinden biri olan Muhammed Emîn, Şiî müslümanlarla yüzlerce hıristiyanın Sünnîliği kabul et­mesini sağladığı ileri sürülen İrak seya­hatlerinde onun yanında bulundu. Şeyh Ömer kısa bir müddet sonra kendisine irşad izni verdi. Ancak o bu konuda istek­siz davrandı ve uzun yıllar münzevi bir ha­yat sürmeyi tercih etti. Irak’taki türbeleri ziyaret etmek amacıyla Şeyh Ömer’in rızâsini alarak bir daha anayurduna dönme­mek üzere Biyâra’dan ayrıldı, ardından hacca gitti.

Mekke’de kaldığı süre Kürdî için bir is­tiğrak ve vecd dönemi oldu. Daha sonra­ki yıllarda bu dönemde İbnü’l-Arabî’nin eî-Fütûhâtü’l-Mekkiyye’de zikrettiği bazı manevî halleri tecrübe ettiğini söy­leyen Kürdî 1300’de (1883) Mekke’den Medine’ye gitti ve yavaş yavaş manevî sarhoşluğundan uyanmaya başladı. Mescid-i Nebevî’de kendisini tanıyan Şeyh Ömer’in bir müridi onu hatmeye katılma­ya ikna etti. İsmi bilinmeyen bu mürid ölümünün yaklaştığını hissedince ondan vefatından sonra da hatmeye devam ede­ceğine dair söz aldı. Muhammed Emîn resmî eğitim hayatına Mekke’de başladı ve Mahmudiye Medresesİ’ne kabul edil­mesi için Türkçe Öğrendi. İnzivadan çıkı­şının bir başka belirtisi olarak Medine’de ikamet eden bir Türk hanımla evlendi. Bu evlilikten çocuğu olmadı. Mekke’ye ge­lişinden on yıl kadar sonra Mısır’a gitme­ye karar verdi. Kendi ifadesiyle Mısır’a gitme kararının arkasında, Kahire’de Meşhedü’l-İmâmi’l-Hüseyin başta olmak üzere bu ülkedeki Ehl-i beyt mensupları­na ait yerleri ziyaret etme isteği vardı. Bu kararı almasında, Hanefi eğilimli eğitim verilen Mahmudiye Medresesi’nden so­ğumuş olmasının yanında Öğrenimini Şa­fiî mezhebinin görüşlerinin ağırlıkta ol­duğu bir kurumda sürdürme isteğinin de rolü olmalıdır. Kürdî Kahire’ye yerleşti ve Mustafa İzzet eş-Şâfiî’den fıkıh, Şeyh Mahmûd el-Menûfî’den hadis öğrendi. Ardından Ezher Şeyhi Salim el-Bişrî’nin hadis ve tefsir derslerine katıldı. Bir süre sonra yöre sakinlerinden bir kadınla ev­lenerek Kahire yakınlarındaki İmbâbe kasabasına taşındı. Arkasından Bulak’a geçip hükümet tarafından tayin edilen imamın hastalanması üzerine vekil ola­rak Sinan Mescidi’nde imamlık görevine başladı.

Ezher’de okurken tarikatın gereklerini yerine getirmesine rağmen çevresinde­kilerin bunları başkalarına öğretme ve yayma isteklerine karşı kararlı bir şekil­de direnen Muhammed Emîn, hocalık yaptığı bu dönemde Kahire’nin güney bölgesindeki Kalyûbiye’de irşad faaliye­tine başladı. Güçlü kişiliği ve etkileyici hitabetiyle etrafında toplumun her ke­siminden çok sayıda müntesip toplandı. Müridlerini kendi mesleklerine sahip çı­kıp o meslekte başarıya ulaşmaları için teşvik etti. Halvetî olan Şeyh Süleyman b. Ali el-Cehnî ve bir Şâzelî olan halifesi Şeyh Muhammed Yûsuf es-Sakkâ örnek-lerindeolduğu gibi müridlerinin bir kıs­mı daha önce başka tarikatlara mensup­tu. Bu sebeple bazı tarikat şeyhleri Mu­hammed Emîn’in faaliyetlerini engelle­me girişiminde bulundu. Öte yandan tasavvufun her çeşidine sert bir şekilde karşı çıkan Selefîler’in düşmanlığına mâ­ruz kaldı. 1323’te (1905) Haremeyn’e zi­yarette bulundu. Hac dönüşünde üçüncü defa evlendi. Kalyûbiye’deki köyleri ge­zerken şiddetli bir sıtmaya yakalanan ve ölmek üzere olduğu anlaşılınca Bulak’-taki evine getirilen Kürdî 12 Rebîülâhir 1332’de (10 Mart 1914) vefat etti ve Ka-râfe Mezarlığı’nda Şafiî âlimi Tâceddin es-Sübkî’nin yanına defnedildi.

Nakşibendî-Hâlidî tarikatında yenilik sayılabilecek bazı görüşlere sahip olan Muhammed Emîn, müridin sessiz olarak zikrederken belirlenmiş bir sayıya ulaş­maya çabalamaması gerektiği görüşün­dedir. Ona göre belli bir sayıya ulaşma gayreti insanı zikrin amacından uzaklaş­tırır. Rabıta zikre ön hazırlık işlevi gör­meli ve zikre başlar başlamaz etkisi gö­rüldüğünde rabıta kesilmelidir. Hatmin cemaatle tilâvetine de büyük Önem ve­ren Kürdî, müridlerinin ortak zikri için nisbeten kısa olan ve bazı talihsizlikleri uzaklaştırdığına İnandığı İmâm-ı Rabbânî’ye atfedilen hatmi uygun görmüş, di­ğer hususlar için de hatm-i hâcegân ola­rak bilinen, Nakşibendîler’in manevî ata olarak gördükleri Abdülhâlik-ı Gucdüvânî’ye atfedilen daha uzun hatmi tercih etmiştir. Balkan Savaşı’nda Edirne’nin düşman eline geçtiğini duyduğunda hatm-i hâcegânı okumaları için en yakın müridlerini toplamıştır. İmâm-ı Rabbâ-nî’den sonra gelen Nakşibendîler gibi o da vahdet-i vücûda meyleden sözlerin mânevi sarhoşluk sonucu zuhur ettiğini ve mâruz görülebileceğini kabul etmiş, ancak bunları taklide değer bulmamıştır. İbnü’l-Arabî’nin eserlerini kendisi gizlice okumakla birlikte müridlerine el-Fütû-hâtü’l-Mekkiyye’deki vahdet-i vücûdla ilgili bölümleri, muhtemelen bunların ha­kikatini idrak edemeyecekleri endişesiyle önemsememeleri uyarısında bulunmuş­tur. Müridleriyle toplantılarını zaviyede değil camide veya müridlerin evinde yap­mış, böylece Nakşibendî tarihinin ilk dö­nem uygulamalarıyla uyum içinde olmuş­tur.

Hayatında çok etkili olmasına rağmen kendisine nisbet edilen Nakşibendî-Hâlidî kolu hiçbir zaman Mısır’daki tarikatlar arasında büyük bir şöhrete ulaşmamış­tır. Vefatından sonra tarikatın liderliğini önce Şeyh Muhammed Yûsuf es-Sakkâ ve Şeyh Seleme el-A’zamî, daha sonra ise oğlu Necmeddin ve torunu Abdurrahman yapmıştır. Çoğunu oğlu Necmeddin’in yayımladığı eserleri mensuplarının faaliyetlerinden daha etkili olmuştur.

Eserleri


1. Tenvîrü’l-kulûb fî mifâ-meîeti’allâmi’l-ğuyûb. Eş’arî akîdesi, Şâfıî fıkhı ve Nakşibendî tarikatının iyi bir özetini ihtiva eden eser Nakşî bir müellif tarafından yazılıp en çok okunan eserler­den biridir. Kitabın yaklaşık üçte birini teşkil eden tasavvufla ilgili bölümü Türk­çe’ye ve Malay dili­ne çevrilmiştir.

2. el-Mevâhibü’s-sermediyye ü menâkıbi’s-sâdâti’n-Nakşibendiyy (Kahire 1329/1911). Nakşibendî sil­silesini konu alan eseri müellifin oğlu Necmeddin özetlemiş ve babasının Sele­me el-A’zamî tarafından yazılan biyogra­fisini de ekleyerek Hulâsâtü Kitâbi’l-Mevâhibİ’s-sermediyye adıyla neşretmiştir (Kahire 1978). Aynı biyogra­fi Tenvîrü’l-kulûb’un baş tarafında da yer almaktadır.

3. el-îcâbâtü’r-Rabbâ-niyye li-şerh ve menâffi’l-Virdi’n-Nakşibendiyye (Kahire 1388/1968). Ba-hâeddin Nakşibend’e atfedilen eserin şerhidir.

Muhammed Emîn’in diğer eserleri de şunlardır: îrşâdü’l-muhtâc ilâ hu-küki’l-ezvâc, DûVü ‘s-sirâc fî faili receb ve kışşa-ti’l-micrâc (Kahire 1327); Sa’âdetü’l-mübtedi’în fî cilmi’d-dîn calâ mezhebi’l-İmâm eş-Şâfi’î; Hidâyetü’t-tâlibîn li-ahkâmi’d-dîn caîâ mezhebi’l-İmâm Mâlik (Kahi­re 1330); Dîvânü naşîhati’I-beriyye ü’l-hutabi’l-minberiyye, Fethu’l-mesâlik fî îzâhi’l-menâsik, Ayrıca Gazzâlî’nin bazı risalelerini Farsça’dan Arapça’ya çevirip Hulâşatü’t-teşânîf ü’t-tasawuf adıyla yayımlamış­tır (Kahire 1327).

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski