el Menzile Beynel Menzileteyn Nedir, Hakkında Bilgi

el-Menzile Beyne’l-Menzileteyn. Mu’tezile’nin beş inanç esasından biri.

Sözlükte “iki konum (mekân, derece) ara­sında üçüncü bir konum” anlamına gelen el-menzile beyne’l-menzileteyn tabiri, Mu’tezile anlayışında imanla küfür ara­sında yer alan fısk konumunu İfade eder. Mu’tezile’ye göre büyük günah işleyen ki­şi, imandan çıkmakla birlikte inanç esas­larını inkâr etmediğinden küfre girmeyip fısk statüsünde bulunur. Bu kişi, işlediği büyük günahtan tövbe etmeden öldüğü takdirde küfür konumuna geçip ebedi­yen cehennemde kalır, ancak azabı kâfirlerinkinden hafif olur. Mu’tezile kelâm-cılannın bu görüşü, mürtekib-i kebîreyi kâfir sayan Hâricîler’le onu mümin kabul eden Mürcie arasında farklı bir anlayışı temsil eder.

Ebü’l-Kâsım el-Belhî el-Kâ’bî, kendile­rine Mu’tezile adının verilişini el-menzile beyne’l-menzileteyn esasıyla irtibatlandırır ve büyük günah işleyen kimsenin Hâricîler’ce fâsık-kâfir, Mürcie tarafından fâsık-mümin sayılması karşısında her iki­sinden de ayrıldıklarını, ihtilâf edilen ni­telemeleri terkederek ittifak edilen fâsık teriminde karar kıldıklarını ve bundan do­layı Mu’tezile diye anıldıklarını kaydeder. Kâdî Abdülcebbâr da Mu’tezile’nin övgü ve ikram olsun diye değil kâfirlerden ayırmak amacıyla fâsıklara dünyada müslüman muamelesi yaptığını, tövbe ettikleri takdirde âhiret-te mümin muamelesi göreceklerini söyler. Yine Kâdî Abdülcebbâr, peygamberlerin teori ve pratikie ilgili olmak üzere getirdikleri hükümlerin her ikisinde de usul ve fürûa ilişkin kuralların bulunduğunu belirtir ve usule dair hükümlerin “el-esmâ ve’l-ahkâm” çerçevesine girdiğini kaydeder. Mü­kellefler bu esaslar çerçevesinde kâfir, fâ­sık ve mümin gruplarına ayırılır. Mümin övülmeye lâyık görülürken fâsık dinî ba­kımdan yerilmeyi hak eder, dolayısıyla ikisi aynı kavramla ifade edilemez. Âhirette kâfirlerle fâsıklar arasındaki ceza derecelendirmesi peygamberlerle diğer müminler arasın­daki mükâfat farkına benzer. Mümin­lerin mükâfatı peygamberlere nisbetle daha küçük olduğu gibi fâsıklann cezası da kâfirlere nisbetle daha hafif olacaktır.

Kelâm tarihinde el-menzile beyne’l-menzileteyn görüşünü İlk defa ortaya atan kişinin Vâsıl b. Atâ olduğu kabul edilir. Vâsıl b. Atâ, büyük günah işleye­nin münafık olduğunu söyleyen Hasan-ı Basrî’ye karşı çıkmış ve onun meclisini terketmiştir. Bu telakki Vâsıl’ın dinî dü­şüncesinde merkezî bir konuma sahip­tir. Bu yaklaşımı İle mezhepler arasında ortak bir noktayı yakalamayı hedefleyen Vâsıl b. Atâ, söz konusu görüşünü siyasî alana da uygulayarak Ali b. Ebû Tâlib ile Muâviye b. Ebû Süfyân arasında çıkan sa­vaşta taraflardan birinin hatalı olduğunu, fakat bunun bilinemeyeceğini, hakların­da hüküm vermeden konuyu Allah’a ha­vale etmenin gerektiğini söylemiş, bu su­retle hem Ali’yi hem muhaliflerini tekfir eden Hâricîler’den ayrılmış, her iki gru­bu da mümin sayan Mürcie ile Ali karşıt­larının fâsık olduklarını iddia eden Şîa arasında orta bir yol tutmuştur. Mu’tezile âlimleri genelde onun bu görüşünü be­nimsemiş, ancak Amr b. Ubeyd kendisine muhalefet etmiştir. Vâsıl b. Atâ1-nın öğrencisi olan Zeyd b. Ali de görüşle­rinin çoğunu kendisinden almış olması­na rağmen ei-menzile konusunda hoca­sından ayrılmıştır.

Mu’tezile âlimleri, el-menzile beyne’l-menzileteyn esasını dinî bir mesele kabul ettikleri için onu daha çok naklî yönden temellendîrmeye çalışmışlardır. Meselâ Câhiz konuyu orta yolu emreden âyetlerle ve aynı mealdeki hadislerle temellendirir. Kâdî Abdül­cebbâr, Allah’a ve Resulü’ne İsyan eden ve Allah’ın koyduğu sınırları aşanların ebe­diyen cehennemde kalacağını [Nisâ 4/14] bir mümini kasten öldürenin ceza­sının da aynı olduğunu,[Nisâ 4/93] İlâhî lanetin yalancılar üzerine olduğunu [Nûr 24/6-7] bildiren âyetlerin yanı sıra Hz. Ali’nin kendisine isyan eden Haricîler ile Muâviye taraftarlarını kâfir değil “bâgî” sayan tutumuna, ayrıca sahabe ve tabiî­nin bu yöndeki görüş ve uygulamalarına dayandırır. İbnü’r-Râvendî, icmâ iddiaları­nın aksini savunarak Vâsıl b. Atâ ve onu takip edenlerin el-menzile görüşü ile bu konudaki icmâın dışına çıktıklarını söyler ve onları eleştirir. Kâdî Abdülcebbâr da bazı sevaplarla bazı gü­nahlara benzerlerinden daha çok mükâ­fat veya ceza takdir edilmesi gibi el-men­zile İlkesine ilişkin hususları akılla kavra­manın mümkün olmadığını belirtir ve şöyle bir örnek verir: Eğer bize kalsaydı fakire 1 dirhem vermenin sevabının kelime-i şehâdetten, içki içme cezasının da onu helâl görmekten daha fazla olması gerektiğine hükmederdik.

Kâ’bî, mümin ve kâfir kavramlarının mutlak ve mukayyet gibi ayırımlara tâbi tutularak farklı sonuçlar çıkarılabileceğini söyler. Bu anlayışa bağlı olarak fâsık keli­mesine mukayyet mümin anlamını yük­ler ve bunun cennetin Allah’a ve Resulü’­ne inananlar için hazırlandığını bildiren âyetin [Hadîd 57/21] kapsamına girdi­ğini belirtir. Buna karşı Kâdî Abdülceb­bâr mümin teriminin dinde tek anlamı­nın bulunduğunu ifade eder ve Kâ’bî’nin görüşünü dayanaksız bulur.

el-Menzile beyne’l-menzileteyn ilkesi Mu’tezile’nin ortaya çıkışında ve sistemi­nin belirlenmesinde etkili olmuş, hatta mezhebin “el-Menâzİliyye” diye adlandı­rılmasına sebep teşkil etmiştir. Mu’tezile kelâmcıları bu ilkeyi benimsemekle aşırı­lıklardan uzak kalmayı ve orta bir yol tut­mayı hedeflemişlerdir. Mezhebin kuru­cusu Vâsıl b. Atâ’ya Kbü’l-Menzile beyne’l-menzileteyn adında bir risale nisbet edildiği gibi Zeydî imamı Hâdî-İlelhak da el-Menzile beyne’l-menzile­teyn adıyla bir kitap telif etmiştir.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski