Mehmed Tevfık Bosnevî (ö. 1866) Halveti-Şâbânî şeyhi.
Bosnevî nisbesinin doğum yeri veya memleketinden hangisini belirttiği konusunda bilgi yoktur. Vefat ettiği sırada altmış üç yaşında olduğu şeklindeki bilgiden hareketle 1220 (1805) yılında doğduğu söylenebilir. Öte yandan kaynak gösterilmeden 1200′-de (1785) doğduğu da kaydedilmiştir. Fatih’te Zeyrek Hamami’nı işlettiği için Hammâmî, Unkapanı civarındaki konağında ikamet ettiği için Unkapanîve Kuşadalı İbrahim Efendi mensupları arasında da “Büyük Aziz” diye anılır.
Hayatının ilk dönemleri, ailesi ve öğrenim durumu hakkında yeterli bilgi bulunmayan Mehmed Tevfik Efendi muhtemelen gençlikyıllannda Hüsrev Paşa adlı bir zatın hizmetine girdi, ardından onun kâhyası oldu. Tasavvufla bu dönemde ilgilenmeye başladı. Sırasıyla on tarikata intisap ederek başta Nakşibendiyye olmak Dzere birkaç tarikattan hilâfet aldıktan sonra Sa’diyye tarikatından Samatya’daki Etyemez Dergâhı şeyhi Mustafa Vehbi Efendi’ye intisap etti. Seyrü sülûkünü tamamlayıp bu tarikattan da hilâfet aldı. Bir süre sonra istiğrak haline girerek günde 40.000 adet “yâ kahhâr” zikri çekmeye başladı. Şeyhine başvurup eşyadan kendisine “enelhak” sesleri gelmeye başladığını söyledi ve derdine çare bulmasını istedi. Ancak şeyhi tarikatlarında böyle bir şey olmadığını belirterek bununla meşgul olmamasını istedi. Mehmed Tevfik Efendi’nin durumunu yakından takip eden Hüsrev Paşa, ona dönemin büyük mürşidi Halvetî-Şâbânî şeyhi Kuşadalı İbrahim Efendi’ye gitmesini tavsiye etti. Kuşadalı’nın huzuruna kâhyalara has gösterişli bir kıyafetle çıkan Mehmed Tevfik Efendi beklediği ilgiyi bulamadı ve ikinci görüşmeye derviş kıyafetiyle gitti. Kuşadalı ona dervişe benzediğini söyleyince o da intisap ettiği şeyhleri, içinde bulunduğu hali anlattı, ayrıca kendisinin halife olduğunu belirtti. Bu görüşme sırasında Kuşadalı, şimdiye kadar yaşadıklarının seyrü sülûküne sayılacağını bildirerek onu müridliğe kabul etti. Bosnevî bir mektubunda Kuşadalı’nın kendisini müridliğe kabulünü kurtuluşu olarak nitelemiş ve onun mübtedî müridi olmayı beş altı tarikatın hilâfetine tercih ettiğini söylemiştir.
Hüseyin Vassâf, Etyemez Dergâhı şeyhi Mustafa Efendi’nin, Kuşadalı’ya intisap etmesinden dolayı Mehmed Tevfik Efendi’ye darıldığım, hatta helak olması için müridlerini toplayarak “yâ kahhâr” zikri yaptırdığını, Tevfik Efendi’nin aralarını bulması için Kocam ustafapaşa’da Sünbü-liyye Dergâhı’nda dönemin şeyhlerine ziyafet verdiğini, Sünbülî şeyhi Râzî Efendi’nin dargınlığa son vermesi ricasına rağmen Mustafa Efendi’nin bunu reddettiğini, bunun üzerine Râzî Efendi’nin Mehmed Tevfik Efendi’ye, “Allah feyzini arttır-sın” diyerek dua ettiğini, Mehmed Tevfik Efendi’nin daha sonra Kuşadalı İbrahim Efendi’nin emriyle, vefat edinceye kadar eski şeyhi Mustafa Efendi’nin hizmetinde bulunduğunu kaydeder. Onun Kuşada-h’ya ne zaman intisap ettiği ve bu sırada kaç yaşında olduğu bilinmemektedir. Zeyrek’teki hamamı satın alıp işletmeye başlaması Kuşadalı’ya intisabından ve daha güçlü bir ihtimalle onun vefatından sonra olmalıdır.
Kuşadalı’nın vefat ettiği ikinci hac seferi sırasında (1846) onun yanında bulunan Mehmed Tevfik Efendi, hilâfet sırrının kendisinde zuhur etmesi üzerine Kuşadalı’nın vârisi sıfatıyla irşad makamına geçti. Bu dönemde kırk yaşlarında olması gereken Mehmed Tevfik Efendi irşad görevini yirmi yıl kadar sürdürdükten sonra 1866’da vefat etti. Kabri Üsküdar’da Nalçacı Halil Dergâhı hazîresindedir. Mensuplarından Tâlibî onun ölümünün ardından yazdığı beş kıtalık şiirin son iki mısraında [Rihletine “fergab” tam târîh çıktı /Tâlibî şu emrin esrarına bak] İnşirah sûresinin “rabbine yönel” anlamındaki son âyetinin son kelimesini (fergab) tarih düşürmüştür (1283).
Hüseyin Vassâf, Mehmed Tevfik Efendi’nin Sadî şeyhi Mustafa Efendi’nin halifesi olduğu, şeyhinin ölümünden sonra Kuşadalı İbrahim Efendi’ye intisap ederek onunla birlikte Şam’a gittiği, Kuşadalı vefat edince İstanbul’a dönüp onun halifesiymiş gibi davrandığı şeklindeki bir rivayeti zikreden Sâdık Vicdânî’yi eleştirir ve Kuşadalı’nın 1846’da, Mustafa Efendi’nin 1858’de vefat ettiğini söyleyerek bu rivayetin doğru olamayacağını belirtir.
Halvetî-Şâbânî tarikatının Kuşadaviyye kolunun pîri Kuşadalı İbrahim Efendi’nin en önde gelen müridlerinden olan Mehmed Tevfik Efendi pîrinin izinde giderek tekke şeyhliğine, taç ve hırka gibi tarikat geleneklerine rağbet etmemiş, yazılı eser bırakmamış, Kuşadalı gibi mensuplarına mektuplar gönderip onları irşad etmiştir.
Kuşadalı’nın derlenen mektuplarından sekizi kendisine yazılmıştır. Bosna Valisi Osman Paşa, Kudüs Valisi Hafız Paşa’nın yanı sıra müftü ve müderrislerin de irşad amacıyla mektup gönderdiği kişiler arasında bulunduğuna bakılarak onun devlet ve bürokrasi çevresinden seçkin bir mürid halkasına sahip olduğu söylenebilir. Tahsil durumu hakkında bilgi bulunmamakla birlikte mektuplarının muhtevasından dinî ilimleri ve özellikle tefsiri oldukça iyi bildiği anlaşılmaktadır. Nitekim Firavun’un imanı konusunda Muhyid-din İbnü’l-Arabî’nin el-Fütûhâtü’l-Mekki’yye’deki görüşlerini naklettikten sonra Celâleddin ed-Dewânî ve Abdurrahman-ı Câmî’den bahsedip sözü İsmail Hakkı Bursevî’nin Rûhu’l-beyân’ma getirerek eserin uzun yıllar boyunca telif edildiği için müellifin mübtedî, mutavassıt ve müntehî dönemlerindeki görüşlerini içerdiğini, eserdeki görüşlerin bu açıdan değerlendirilmesi gerektiğini söylemesi dikkat çekicidir. İbnü’l-Arabî’nîn meşhur, “Kul rab, rab kuldur. Bir bilebilsem mükellef kimdir” sözünün şerhi de onun tasavvufta derin bir irfan sahibi olduğunu göstermesi açısından önemlidir.
Devamlı önüne bakarak yürüyen, çok az konuşan, tartışmaya girmekten Kaçınan Mehmed Tevfik Efendi’nin Osman Nuri Ergin’in naklettiği. “İki sınıf insanla görüşmeyi istemem. Biri cahil hocalardır; bunlar delilsiz, ispatsız, körü körüne inanırlar. Diğeri de inatçı Bektaşîler’dir; bunlar da delilsiz, ispatsız inadına inkâr ederler” şeklindeki sözü onun şahsiyetini tesbit hususunda önemli bir göstergedir.
Mehmed Tevfik Efendi’nin irşad faaliyetine başladığı 1847yılından 1865’e kadar çeşitli müridlerine yazdığı on üç mektupla tarihsiz beş mektubu Yaşar Nuri Öztürk tarafından sadeleştirilmiş metinleriyle birlikte yayımlanmıştır (İstanbul 1981).
Üç önemli halife yetiştiren Mehmed Tevfik Efendi’nin ardından yerine Mustafa Enverî Efendi geçmiş, onun vefatından (ö. 18721 birkaç ay sonra, Sultan Abdülaziz devrinde Kâşgar emîrinin elçisi olarak İstanbul’a geldiğinde Mehmed Tevfik Efendi’ye intisap eden Fuşûş sarihi Yâkub Han İstanbul’a dönmüş ve tarikat mensupları onun etrafında toplanmıştır. İstanbul’da yedi yıl irşad görevini sürdüren Yâkub Han Kâşgari, Sultan Abdülhamicl tarafından önce İzmir’de mecburi ikamete tâbi tutulmuş, ardından Hindistan’a sürgün edilmiştir.
Mehmed Tevfık Efendi’nin mensuplarından olup 1877’de memleketi Tırnova’-dan İstanbul’a gelerek Fatih türbedarı olan ve bu unvanla tanınan Ahmed Amiş Efendi uzun yıllar irşad makamında bulunmuştur (ö. 1920). Kuşadali İbrahim Efendi’den sonra Mehmed Tevfık Bosnevî ile devam eden Halvetî-Şâbânî tarikatının bu kolu Ahmed Amiş Efendi mensuplarınca sürdürülmektedir.
TDV İslâm Ansiklopedisi