Tasavvufun ilk dönemlerinden itibaren sûfiler mektup yazmayı irşad ve eğitim faaliyetinin bir parçası olarak görmüşlerdir. İçerikleri dikkate alındığında sûfîlerin mektupları yöneticileri uyarmak ya da onlara bazı istekleri iletmek, ilim ehli kimselerle görüş alışverişinde bulunmak, sorulan cevaplamak, yanlarında olmayan müridlerin seyrü sülük esnasında karşılaştıkları problemleri çözmek ve rüyalarını yorumlamak gibi amaçlarla kaleme aldıkları görülür.
îlk zâhid sûfîlerden Hasan-ı Basrî’nin başta Ömer b. Abdülazîz olmak üzere devrin âlim ve yöneticilerine mektup yazarak bazı tavsiyelerde bulunduğu bilinmektedir. İbrahim b. Edhem’in de kendisine sorulan sorulara cevap niteliğinde mektuplar yazdığı, ayrıca Süfyân es-Sevrî ve Evzâî ile zaman zaman mektuplaştığı nakledilmektedir. III ve IV. (IX-X.) yüzyıllarda yaşayan sûfîlerin mektuplarında dinî nasihatlerin yanı sıra ağırlıklı olarak tasavvufun inceliklerine, bazı makam ve hallerin açıklanmasına yer verilmiştir. Ser-râc bu dönem sûfîlerinden Amr b. Osman el-Mekkî, Serî es-Sakatî, İbn Atâ, Ebû Bekir eş-Şiblî, Ebü’l-Hüseyin en-Nû-rî, Mimşâd ed-Dîneverî, Zünnûn el-Mısrî, Ebû Abdullah er-Rûzbâri, Yûsuf b. Hüseyin er-Râzî, Yahya b. Muâz, Şah b. Şücâ’ el-Kirmânî, Ebû Hafs el-Haddâd ve Ca’-fer el-Huldî gibi şahsiyetlerin dostlarına, müridlerine ya da birbirlerine yazdıkları mektupların muhtevalarına işaret etmiş; ayrıca Cüneyd-İ Bağdadî, Ebû Ali er-Rûz-bârî, Ebû Saîd İbnü’l-A’râbî, Ebû Saîd el-Harrâz, Ürmevî, Dükkîgibi sûfîlerin mektuplarından bölümler kaydetmiştir. Yine bu dönem sûfîlerinden Hallâc-ı Mansûr’un hapisteyken İbn Atâ’ya iki mektup yazdığı Hakîm et-Tirmizrnin de Muhammed b. Fazl el-Belhîve Ebû Osman el-Hîrî iie mektuplaştığı bilinmektedir. Mektuplarında tevhid, fena, mîsak gibi konuları ele alan Cüneyd-i Bağdadî kapalı ve rumuzlu bir dil kullanmaya özen göstermiş, bunu Ebû Bekir el-Kisâî’ye gönderdiği bir mektupta başkasının eline geçerse yazdıklarının yanlış anlaşılabileceği endişesiyle yaptığını belirtmiştir.
İmam Gazzâlî’nin mektupları da yöneticileri uyarmak ve ilim ehli kimselere tavsiyelerde bulunmak amacıyla yazılan mektuplara örnek olarak zikredilmelidir. Açık ve samimi bir üslûpla yazılan bu mektuplar arasında dinî İçerikli olanlarla birlikte tasavvufî mahiyette olanları da vardır. Yine bu çerçevede Ahmed er-Ri-fâî’nin Abbasî Halifesi Müstencid- Billâh’a, İbnü’l-Arabî’nin Selçuklu Sultanı I. İzzeddin Keykâvus’a ve Fahreddin er-Râzî’ye, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin II. İzzeddin Keykâvus’a, Evhadüddîn-i Kirmânrnin Halife Müstansır-Billâh’a, Zeynüddin ei-Hâfı’nin dönemin yöneticilerine, Ubeydullah Ahrâr’in Sultan Ebû SaîcTe ve Ali Şîr Nevâî’ye, Abdüllatîf el-Kudsî’nin Cüneyd-i Safevî ile ilgili Karamanoğlu İbrahim Bey’e Şeyh Abdülkuddûs’ün İskender-i Lûdî (1488-1517), Bâbür ve Hümâyun ile bazı Afgan ve Bâbür soylularına İmâm-ı Rabbâni-nin dönemin birçok yöneticisine ve ilim adamlarına yazdığı mektupları örnek olarak kaydedilebilir.
Değişik sebeplerle yöneticilere yazılan mektup örneklerine Osmanlı dönemi sûfîlerinde de sıkça rastlanmaktadır. Akşemseddin İstanbul’un fethi sırasında Fâtih Sultan Mehmed’e Sofyalı Bâlî Efendi Bedreddin Simâvî aleyhine Kanunî Sultan Süleyman’a, Şeyh Mehmed Dâğî kendisinden nasihat isteyen II!. Murad’a, Aziz Mahmud Hüdâyî III. Murad, I. Ahmed ve II. Osman ile bazı devlet erkânına, Mehmed Nasûhî III. Ahmed’e ve Enderun Kâhyası İbrahim Ağa’ya, Hasan Sezâî ile Abdullah Salâhî de devlet ricaline bazı öğütleri içeren mektuplar yazmışlardır. Şeyhlerin yöneticilere İhtiyaçlarını bildirmek ya da ihtiyaç sahiplerine aracı olmak maksadıyla da mektup yazdıkları görülmektedir. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin mektuplarının çoğu bu niteliktedir. Osmanlılar döneminde de birçok şeyhin halkın ihtiyaçları için yöneticilere mektup yazdığı bilinmektedir. Meselâ Şeyh Muslihuddin Tavîl’in Kastamonu bölgesinde halka yapılan zulmü önlemek için II. Bayezid’e mektup yazdığı [159] Beşiktâşî Yahya Efendİ’nin Kanûnî’ye ve diğer devlet erkânına, Şeyh Mehmed Dâğî’nin III. Murad’a birçok İhtiyaç sahibi için mektup gönderdikleri görülmektedir.
Sûfılerin ilim ehli kimselerle görüş alışverişinde bulunmak için yazdıkları mektuplara örnek olarak Ebû Saîd-i Ebü’l-Hayr ile İbn Sînâ’nın mektuplaşmaları zikredilebilir. Bu mektuplaşmadan sonra gerçekleştiği kaydedilen görüşmenin ardından İbn Sînâ’nın, “Benim bildiklerimi o görüyor”, Ebû Saîd’in de, “Benim gördüklerimi o biliyor” dediği, böylece hakikate akılla da keşifle de ulaşılabileceğine işaret ettikleri belirtildiğine göre [162]mektupların tasavvuf ve felsefe konularını içerdiği söylenebilir. Sadreddîn-i Konevî ile Nasîrüddîn-i Tûsî arasındaki yazışmalar da varlık, bilgi, hakikat gibi konularda tasavvuf ehliyle felsefecilerin yaklaşımları çerçevesinde cereyan etmiştir. Son dönem mutasavvıflarından Ahmet Avni Konuk ile Muhammet İhsan Oğuz arasındaki mektuplaşmalarda ise vahdet-i vücûd ile vahdet-i şühûd konulan tartışılmıştır.
Tasavvuf çevrelerinde müridlere nasihat etmek ve tasavvufun İnceliklerini öğretmek maksadıyla yazılan mektuplar daha yaygındır. Bu tür mektup yazma geleneği hemen bütün tasavvuf ehli tarafından benimsenmiş, tarikatların yaygınlaşmasından sonra da genellikle uzakta olan müridlerin şeyhle irtibatı bu şekilde sağlanmıştır. Erken dönemlerden itibaren yazılmaya başlanan bu mektupların yüzlerce örneğine rastlanmaktadır. Ser-râc’m kaydettiklerinden başka bu tarzda mektup yazan önemli sûfîler şunlardır: Aynülkudât el-Hemedânî, İbnü’l-Arîf, Abdülkâdir-i Geylânî (Ebü’l-Hasan eş-Şâzelî Necmeddîn-i Kübrâ [166]Mecdüddin el-Bağdâdî, Şerefeddin Mâneri ve halifeleri Muzaffer Şems Belhî ile Hüseyin Muiz Belhî, İbn Abbâd er-Rundî, [ohn Renard], New York, Mahwah, Toronto 1986; Lettres de direction spiritueUe: The Rasâit as Sağrım of İbn Abbâd\nşT. Paul Nwyia|, Beyrut 1958, 1974 Ubeydullah Ahrâr, Alâeddin Attâr(Reşe/iâ, Muhammed Pârsâ, Abdullah Kutb, Bâki-Billâh, Sârbân Ahmed; Hüsâmeddin Ankaravî; Hasan Kabâdûz; Beşir Ağa, AbdÜlmecid Sivâsî, Niyâzî-i Mısrî, Atpazarî Osman Fazlı ve halifesi İsmail Hakkı Bursevî İbrahim Hakkı Erzurûmî Mustafa Müştak, Kuşadalı İbrahim ve halifesi Tevfik Bosnevî, Mulây Ali el-Cemel ve halifesi Mulây el-Arabî ed-Derkâvî, Ahmed b. İdrîs.
Şeyhle müridleri arasındaki mektuplaşmaların bir kısmı doğrudan müridin seyrü sülûküyle alâkalıdır. Meselâ Mevlânâ’nın mektuplarından biri seyrü sülük erkân ve şartlarını soran bir âlime cevap olarak yazılmıştır. Necmeddîn-i Kübrâ’nın, müridi Seyfeddin el-Bâharzfye seyrü sülûkü esnasında yapması gerekenleri mektupla bildirdiği, yaşadığı halleri ve gördüğü rüyaları yine bu yolla tabir ettiği Mecdüddîn-i Bağdâdî’nin Şerefeddİn el-Belhî’ye, Mehmed Nasûhî’nin İbrahim b. Osman’a son dönem sûfîlerinden Mehmet Nusret Tura’nın (ö. 1979) gemi kaptanı olan müridi Sabri Nebioğlu’na yazdığı mektupları bu türdendir. Bu sonuncusunda mektup yazmanın ve okumanın usulüne de ilk mektupta işaret edilerek manevî tesirin gerçekleşmesi için bunun sabahın erken saatinde aç karnına okunmasının uygun olacağı belirtilmiştir. Yine Nûreddin Abdurrahman el-İsferâyînî’nin, müridi Alâüddevle-i Simnânî’ye sülûkü esnasında yapması gerekenleri ilk zamanlar mektupla bildirdiği Correspondencespirltuelle echangee entre Nuroddin Esfarayeni et son disciple Ataoddacüteh Semnan Abdüllatîf el-Kudsî’nin Câm şehrinde girdiği erbaîn sırasında yaşadığı halleri Herat’ta bulunan şeyhi Zeynüddin el-Hâfî’ye düzenli olarak yazdığı mektuplarla aktardığı ve sonunda Şeyh Hâfî’nin kendisine icazet yazıp gönderdiği Kastamonulu Şa’bân-ı Velînin vefatına yakın Gelibolu’daki müridi Muhyiddin Mehmed Dâğfye yazdığı mektupla bir üst zikre geçmesi için izin verdiği belirtilmektedir. Son dönem Nakşî şeyhlerinden Muhammet İhsan Oğuz ise şeyhi Seyyid Ahmed Çapakçurî’yi görmeden kendisine manevî yolla intisap etmiş, şeyhten gelen mektuplarla sülûkünü tamamlayıp İcazet almıştır. Bunun kadın sûfîlerden iki örneği XVII. yüzyıl dervişlerinden Üsküplü Âsiye Hatun ile Hindistanlı Cihanârâ Begüm’dür. Âsiye Hatun, bir halifesi vasıtasıyla kendisini görmeden intisap ettiği Muslihuddin Efendi’ye yaşadığı halleri ve gördüğü rüyaları düzenli olarak yazmış ve şeyhinden aldığı yazılı talimatlarla sülûküne devam etmiştir. Bâbürlü Hükümdarı Şah Cihan’ın kızı Cihanârâ Begüm ise erkek kardeşinden dinleyerek etkilendiği Molla Şah Bedahşî’ye yazdığı mektuplar yoluyla yine görmeden mürid olmuştur.
İmâm-ı Rabbânî’nin yöneticilerle âlimlere ve müridlerine yazdığı, tasavvuf meseleleri ve kelâm terminolojisi ağırlıklı mektuplarından sonra Nakşibendî- Müceddidî tarikatında mektup geleneğinin daha da yaygınlaştığı anlaşılmaktadır. İmâm-ı Rabbânî’den sonra geleneği oğlu Muhammed Ma’sûm, Muhammed Murad Buhârî Beyzade Mustafa Ahıskavî, Köstendilll Süleyman Şeyhî gibi şeyhler devam ettirmiş, bu gelenek Hâlid el-Bağdâdî ve takipçileri Abdurrahman et-Tâğî, Muhammed Sâmî, Şeyh Fethullah, Muhammed Ziyâeddin, Ahmed Haznevî, Esad Erbîlî, Osman Hulusi Ateş ve Muhammet İhsan Oğuz vasıtasıyla günümüze kadar gelmiştir.
Hindistan’da da özellikle Çiştiyye tarikatında mektup yazma yoluyla irşad geleneği oldukça yaygındır ve belli başlı örnekleri şunlardır: Şahtfifü’s-sülûk, Bahrü’l-mecânî, Mektû-bât-ı Kelîmî, Mek-tûbât-ı Mânerî, Mektûbât-ı Eşrefi (Seyyid Eşref Cihangîr-i Simnânî’nin mektupları); Mektûbât, Mektûbât-ı Kuddûsı.
Mektuplar çoğunlukla düz yazı şeklinde kaleme alınmış olmakla birlikte içlerinde manzum ya da manzummensur karışık olarak yazılanlar da vardır. Abdurrahman-ı Câmîbazı mektuplarını manzum II. Bayezid’e yazdığı iki mektubu ise manzum-mensur karışık olarak kaleme almıştır. Tâhir Olgun’un çile çıkardığı 1896-1899 yılları arasında Ahmet Remzi Akyü-rek’e gönderdiği mektuplarla Çilehâne Mektupları Tahirül-Mevlevi’nin Mevlevi Çilesi, Hatırat ve Tahassüsâtını Hâuî Olarak Ahmed Remzi Dede’ye Mektuplar, Osman Hulusi Ateşin mektupları da (Mektûbât’i Hulûsî-i Dârendevî) manzum-mensur karışıktır.
- Mektup Nedir -Osmanlı Bürokrasisinde-
- Mektup Nedir -Türk Edebiyatında-
- Mektup Nedir -Arap Edebiyatında-
- Mektup Nedir -Fars Edebiyatında-
- Mektup Nedir, Tarihçesi, İslamda, Tarihte
TDV İslâm Ansiklopedisi