Mevleviyet Kadılığı, Kadılıkları Nedir, Hakkında Bilgi

Mevleviyet. Osmanlı ilmiye teşkilâtında yüksek dereceli kadılıklar için kullanılan bir terim.

Osmanlı Devleti’nde dereceleri itibariyle kadılıklar esas olarak iki gruba ayrılmıştır. Bunlardan ilkine “mevleviyyet kadılıkları”, ikincisine ise “kaza kadılıkları” denilmek­teydi. Osmanlılar’da payitaht olan Bursa, Edirne ve İstanbul gibi şehirlerle Balkanlar’da, Anadolu’da ve Osmanlı idaresinde bulunan çeşitli Arap topraklarında yer alan, gerek stratejik gerekse nüfus ve kültür bakımından önde gelen büyük şe­hirler yönetim ve halkın güvenliği açısın­dan önem arzettiğinden buraların adlî / kazâî idaresinin başına tecrübeli ulemâ gönderilir ve bu kadılıklar mevleviyet ola­rak anılırdı. Tayin edilen kadilar da mevle­viyet rütbesini kazanmış olurdu. Bu nite­likleri taşıyan müderris ve kadılar “mevâlî, şüyûh-ı müderrisin, kibâr-i müderrisin” gibi sıfatlarla anılmıştır.

Mevleviyetin terim olarak XV. yüzyılın ortalarından itibaren kullanıldığı anlaşıl­maktadır. Fâtih Sultan Mehmed’in Teşki­lât Kanunnâmesi’nde yer alan, “Ve Sahn mollaları makâm-ı mevleviyettedir. Onlar cümle sancak beylerine tasaddur ederler. Ve dâhil müderrisi ve hâriç müderrisi dahi makâm-ı mevleviyettedir” ifadesi, mevle­viyet makamında bulunan Sahn müder-risleriyle birlikte dâhil ve hâriç medrese­leri müderrislerinin büyük kadılıkların müstakbel kadıları durumunda olduğu­nu, dolayısıyla zamanı ve sırası geldiğinde mevleviyet sayılan şehirlerin kadılıklarına tayin edileceklerini ortaya koyar. Bu du­rum, XVI. yüzyılın ikinci yarısında Kanunî Suitan Süleyman tarafından yaptırılan Süleymaniye medreselerinin Öğretim faali­yetine başlamasına kadar sürdü. Bu ta­rihe kadar ilmiye teşkilâtı içerisinde en yüksek rütbeli müderrisler, yevmî60 ak-çeli Ayasofya Medresesi müderrisi bir ta­rafa bırakılırsa Sahn medreseleri müder­risleri olduğu için en yüksek kadılıklara da yine büyük bir çoğunlukla aynı med­reselerde ders vermiş olan müderrisler tayin ediliyordu. Ancak mevleviyet sayılan kadılıklar derece ve rütbe bakımından ke­sin bir sıralamaya tâbi tutulmamıştı.

XVI. yüzyılın ortalarından itibaren, sta­tü ve kadro bakımından Sahn medresele­rinin üzerinde bulunan Süleymaniye med­reselerinin faaliyete geçişiyle birlikte Fâtih Sultan Mehmed zamanında teşekkül eden yapı yeniden ele alınarak ilmiye ta­rikinde rütbeler, payeler ve medrese hi­yerarşisi tekrar düzenlendi. Bundan son­ra mevleviyetlerin statüleri açıklık kazan­dı; hangi kazaların mevleviyet sayılacağı, hangi medreselerin müderrislerinin bu tür kadılıklara tayin edileceği belirlendi. Bu düzenlemeye rağmen mevleviyet ka­tegorileri bir anda değil, peyderpey or­taya çıkıp zaman içinde şekillenmiştir.

Mevleviyet sayılan kadılıklar hem üc­retleri hem de itibar derecelenmesi ba­kımından sınıflandırılmıştır. Ücret bakı­mından mevleviyetler yevmî 300 ve S00 akçeli olmak üzere iki gruba ayrılıyordu. 300 akçeli kadılıklar en düşük rütbeli mevleviyetlerdi; bunlara daha sonra “dev­riye mevleviyetleri” denildi. Sahn medre­selerinin müderrisleri ise yevmî 500 akçe ile kazaya çıkıyorlardı.           .

Mevleviyetlerin itibar bakımından de­recelenmesi ise kadıların terfi sırasına gö­re devriye mevleviyetleri, mahreç mev­leviyetleri, bilâd-ı hamse mevleviyetleri, Haremeyn mevleviyetleri şeklindeydi. Devriye mevleviyetine dâhil ve hâriç med­reselerinin müderrisleri tayin ediliyordu. Peyderpey devriye mevleviyeti statüsüne geçmiş olan şehirler Adana, Antep, Bağ­dat, Belgrad, Beyrut, Bosna, Çankırı, Diyarbekir, Erzurum, Filibe, Konya, Kütah­ya, Maraş, Rusçuk, Sivas, Sofya, Trablus-garp, Van idi. Bu şehirlerde bir süre vazife yapan kadılar mâzul duruma düştükten sonra mahreç mevleviyeti payesi alırlar, gönderilecekleri bir mahreç kadrosunun boşalması halinde mahreç mevâlîsi ola­rak tayin edilirlerdi.

Devriye mevleviyetinin üzerinde yer alan kadılıklara ise mahreç mevleviyeti denilmiştir. Bunlar yüksek rütbeli med­reselerden ilk olarak kadılığa çıkılan yer­lerdir. Mahreç mevleviyeti statüsünde bu­lunan şehirler başlangıçta Galata, Halep, İzmir, Kudüs, Selanik, Tırhala Yenişehri’ydi. Daha sonra bunlara Eyüp, Girit, Sof­ya, Trabzon ve Üsküdar eklendi. Mahreç mevleviyetleri ne önceleri Sahn medrese­leri müderrisleri tayin edilirken XVI. yüz­yılın ortalarından itibaren Sahn ile birlik­te Süleymaniye, Süleymaniye Dârülhadsi, hâmise-İ Süleymâniyye ve mûsıle-i Süleymâniyye medreseleri müderrisleri ta­yin edilmeye başlandı.

Bilâd-ı hamse mevleviyeti statüsündeki kadılıklar başlangıçta Mekke, Edirne ve Bursa olmak üzere üç şehirden (bilâd-ı selâse) ibaretti. Ardından bunlara Mısır (Ka­hire) kadılığı ilâve edildi ve sayı dörde (bi­lâd-ı erbaa) çıkarıldı. 1135’te(1723) Mekke kadılığı Haremeyn mevleviyetine dahil edilince bu kategorideki kadılıkların sayısı yine üçe indi, ancak Şam’ın derecesinin yükseltilip buraya dahil edilmesiyle tek­rar eski sayıya ulaşıldı. Filibe’nin statüsü­nün yükseltilmesiyle de statü bakımın­dan birbirine eşit bilâd-ı hamse mevlevi­yeti son haliyle teşekkül etmiş oldu. Bu şehirlerden birinin kadısı terfi edeceği zaman Haremeyn kadılıklarına yükseli­yordu.

Haremeyn mevleviyetine dahil kadılık­lar statü bakımından en yüksek kadılık­lardı. Bu grupta yer alan şehirler İstan­bul, Mekke ve Medine’dir. İstanbul’un Osmanlı Devleti’nin başşehri, Mekke ve Medine’nin İslâm’ın kutsal şehirleri ol­ması dolayısıyla bunlar itibar ve önem bakımından en yüksek statüde tutulur­du. İstanbul kadıiığı ise bütün kadılıklar İçerisinde en üst kadılık ve dolayısıyla en yüksek mevleviyetti. İstanbul kadılığının bir üstü, ilmiye tarikinin zirvesini temsil eden şeyhülislâmlığa gidiş yolunun son merhaleleri olan Anadolu ve Rumeli kazaskerliğiydi. Şeyhülislâm olabilmek için normal şartlar altında önce sırasıyla Bur­sa, Edirne ve İstanbul kadılıklarını geç­mek, sonra da Anadolu ve ardından Ru­meli kazaskerliği vazifelerinde bulunmak gerekiyordu.

Mevleviyet sayılan şehirlere tayin edi­len kadıların hizmet süresi hakkında bir­takım rakamlar kaydedilirse de bunların hiçbiri kesin süreleri göstermez; en çok zikredilen rakam bir yıldır, fakat bu süre­nin de uzatılıp kısaltılması mümkündür. Ancak her halükârda müderrisler içeri­sinde öze! muameleye tâbi tutulanlar, başta hükümdar olmak üzere devletin üst mevkilerini ellerinde bulunduranla­rın iltimas ve himayesine mazhar olanlar veya rüşvet dahil bir vesileyle üst dere­celere yükselenler oldukça çoktur.[437] Osmanlı ulemâsının hal tercümelerini veren eserlerde bu gibi du­rumlara dair bilgilere sıkça rastlanır.

XVI. yüzyılın sonlarından başlamak üzere medreselerde olduğu gibi bilhassa mevleviyet statüsündeki kadılıklarda da yeni uygulamalar ortaya çıktı, zaman za­man birkaç küçük kazanın birleştirilme­siyle mevleviyetler ihdas edildi. Bu tür uygulamalardan en çok dikkat çekeni ise pâyeli tayinlerdir. Bu yeni uygulamayla birlikte gerek müderrisler gerekse kadı­lıklar için biri mansıb, diğeri paye olmak üzere iki statü belirlendi. Böylece bir ma­kamın fiilen verilmesine “mansıb”, aynı makamın fiilen işgal edilmeden sadece rütbe ve unvanının alınıp kullanılmasına ise “paye” denildi. Mevleviyet statüsünde kadılık olarak zikredilen şehirlerin çoğu­nun aynı zamanda payeleri de bulunmak­taydı.

TDV İslam Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski