Milli Edebiyat Akımı Nedir, Temsilcileri, Hakkında Bilgi

Millî Edebiyat Akımı. II. Meşrutiyet ile Cumhuriyet’in ilk yılları arasında faaliyet gösteren edebiyat akımı.

XX. yüzyıl Türk edebiyatında en çok bahsi geçen bir akım olmakla beraber belli kuruluş zamanı ve beyannâmesi bulun­madığı, hatta mensuplarını tek bir grup olarak düşünmek kolay olmadığı için millî edebiyatın ne olduğu hususunda tartış­malar daha o zamanlar başlamış, Cumhuriyet’ten sonraki yıllarda da devam et­miştir. Bu sebeple millî edebiyat döne­mini, şahsiyetlerini ve eserlerini sırala­makta birtakım ihtilâflar bulunmaktadır. Millî edebiyat kavramının tarifi de bu akı­mın gelişme süreci içinde az çok değişik­liğe uğramıştır. Fikir olarak çok defa aynı yılların Türkçülük ideolojisiyle karışmış, bu arada millî edebiyatla milliyetçi edebi­yatın birbirine karıştırıldığı da görülmüştür. Bütün bunlara rağmen Millî Edebi­yat akımı özellikle 1910-1923 arasındaki edebî faaliyetlerin odak noktasını oluş­turmuş, bu tarihten sonra da az çokfark-lılaşarak uzun süre gündemde kalmıştır.

Edebî eserler hakkında “millî” vasfının kullanılması daha 1880’li yılların bazı ya­yınlarında eser adlarının altında “millî oyun, millî dram, millî roman” şeklindeki açıklamalarda görülmektedir. Ancak bu­radaki millî kavramının tercüme veya adapteye karşılık yerliliği ifade ettiği ve­ya konusunun Osmanlı dışında yahut azınlıklar arasında geçmediği mânasında kullanıldığı anlaşılmaktadır.

Akımın taraftarlarından Ali Canip (Yön­tem), Nüzhet Haşim, Köprülüzâde Mehmed Fuad gibi yazarların eserlerinde ve bunlara dayanarak bilgi veren edebiyat tarihlerinde Millî Edebiyat akımı genellik­le Türkçülük hareketiyle paralellik gös­termekte, Mehmet Emin’in (Yurdakul) 1897 Yunan savaşı sırasında yazdığı “Cen­ge Giderken” manzumesinin bu yeni akı­ma yol açtığı, daha sonra Selanik’te çıkan Çocuk Bahçesi’nde Rıza Tevfik ve Ömer Naci’nin aruz-hece tartışmalarıyla devam ettiği, II. Meşrutiyetin ardından yine Se­lanik’te yayımlanan Genç Kalemler der­gisinde Ömer Seyfeddin. Ali Canip ve Ziya Gökalp’in akımın teorisini kurarak, şiir ve hikâyelerine uygulayarak geliştirdiği kay­dedilmektedir. Millî edebiyat kavramının da ilk defa bu yazılar çerçevesinde dile getirildiği ileri sürülmüştür. Bununla bir­likte daha Edebiyât-ı Cedide döneminde (1896-1901) konuyla ilgili ve aynı anlam­da olmak üzere birtakım yazıların kaleme alındığı da bilinmektedir. Bu gibi ifadele­re, kendilerine “mutavassıtîn” (ılımlılar) adını veren ve genellikle Servet-i Fünûn’a karşı Ma’îûmât dergisi etrafında topla­nan yazarların makalelerinde rastlanmak­tadır. Bu gruptan Mehmed Zîver’in “İcmâl-i Edebî” başlıklı dizi yazılarında, “Biz bugün hakikaten millî bir edebiyata muh­tacız” demesi [Ma’lûmât, nr. 94, 25 Tem­muz 1896] yabancı edebiyatları taklit et­meyerek bir “edeb-i millî” meydana ge­tirmekten bahsetmesi [a.g.e., nr. 145, 11 Ağustos 1898] aynı dergide Ahmed Râ-sim, Müstecâbîzâde İsmet ve Necip Âsim (Yazıksız) gibi imzaların yazılarında bu kavramlara veya “fikr-i milliyyet, hiss-i millî, zevk-i millî, bedâyi-i milliyye, meâ-sir-i milliyye” gibi ibarelere sıkça yer ver­mesine yol açmıştır.

Millî edebiyat meselelerinin II. Meşrutiyet’ten sonra oldukça kategorik ve sis­temli biçimde ele alınması Ömer Seyfeddin’in, “Millî bir edebiyat vücuda getir­mek için evvelâ millî lisan ister” tezini ileri sürdüğü “Yeni Lisan” makalesiyle başlar. Ömer Seyfeddin, bu yazısının “Millî Ede­biyatımız” ara başlıklı kısmında bir millî edebiyatımızın hâlâ bulunmadığını, bu­nun için önce millî bir dilin gerektiğini söyler. Yazı dilinin İstanbul Türkçesi esas alınarak kurulacağına, bunun için Türk­çe’ye girmiş bütün Arapça ve Farsça ke­limeleri bırakıp Orta Asya Türkçesi’ne git­meye gerek olmadığına, yalnız terkiple­rin mutlaka Türkçe olması ve aruz yerine Türk millî vezni olan hecenin kullanılması gereğine işaret eder. Dergideki diğer ya­zarların ve özellikle Ali Canip’in de katıl­masıyla genişleyen hareket böylece baş­langıçta sadece dil konusunda kendini göstermiş olmaktadır. Bu yazıların devam ettiği sıralar­da Selanik İttihat ve Terakki Mektebi sa­lonunda yapılan toplantılarda yeni lisanla beraber edebiyatın da millî olması üzerin­de durulmuş, asrî edebiyatın türleri ve metotları aracılığıyla kendi hayatımızın, kendi hissiyatımızın ifadesi gibi formül­ler geliştirilmiştir. Başlangıçta bu hare­kete Köprülüzâde Mehmed Fuad, Yakup Kadri (Karaosmanoğiu), Cenab Şahabeddin ve Süleyman Nazif yazılarıyla karşı çık­mıştır. Daha sonra mücadele İstanbul’da yayımlanmakta olan Türk Yurdu dergi­sinde devam etmiştir. Bazı gençlerin millî edebiyatı halk edebiyatı şeklinde anlama­sına karşı Ali Canip yazdığı dört makaleyle edebiyatın halk için değil fakat halka doğ­ru olması, böylece millî edebiyatın konu­sundan bünyesine kadar her şeyini halkın ruhunda yaşayan Türk ruhiyet ve lisa­nından alan yüksek bir edebiyat olacağı­nı, yabancı edebiyatları taklit kadar halk için yazmanın da edebiyat aleyhinde ol­duğunu ileri sürmüştür. Ömer Seyfeddin de 1914-1915’teki yazılarında millî ede­biyatın şekil ve mânaca bizim özellikleri­mize sahip olacağını ifade etmiş, 1918′-den sonraki yazılarında ise millî edebiyat ve millî edebiyat cereyanı kavramlarına daha sıkça yer vermiştir. Bu tarihlerden itibaren Köprülüzâde Mehmed Fuad da aynı istikamette millî edebiyatla ilgili ko­nuları destekleyen yazılar kaleme almıştır.

Ruşen Eşrefin (Onaydın) 1916-1918 yılları arasında yaptığı mülakatlarda dö­nemin önde gelen on sekiz şair ve yaza­rına Millî Edebiyat akımı hakkındaki ka­naatlerini sorduğu, bunlardan Tanzimat ve Edebiyât-ı Cedîde mensubu olan dördünün konuya nisbeten ılımlı yaklaştığı, sekizinin bütünüyle taraftar olduğu, sa­dece altısının karşı çıktığı dikkati çekmek­tedir.

Esasen Şinâsi’den beri gündemde bu­lunan ve giderek uygulayanları artan, hal­kın anlayabileceği bir dille yazma çığırı II. Meşrutiyet’in ardından bu yeni lisan hare­ketiyle etki alanını genişletmiş ve olduk­ça önemli bir merhaleye gelmiş bulunu­yordu. Şiirde hece vezniyle yazanların da gittikçe arttığı görülmekteydi. Ancak edebî değer ve estetik açısından kendin­den önceki nesillerin seviyesine erişilmediği kendi mensuplarınca da farkedilmek-teydi. 1917-1918 yıllarında bu açıdan geçmiş altı yedi yılın muhasebesini ya­panlar hemen aynı noktada birleşmek­teydi: Yeni lisan hareketi kısa zamanda kendilerinin de ummadıkları kadar başa­rıya ulaşmış, fakat edebiyat ruh itibariyle istenilen kemali bulamamıştır. Ömer Sey-feddin, millî edebiyat için vezin ve dil gibi malzemeyi önemserken konu hususun­da yazarın “Çin’den bile bahsetse” eseri­nin yine millî olabileceğini, yalnız zemin itibariyle yüksek seviyede eserlere ihtiyaç duyulduğunu ifade ediyordu. Aynı yıllar­da yazdığı makalelerini daha sonra bir araya getirdiği Bugündü Edebiyat adlı kitabında [İstanbul 1342/1924] Köprülüzâde Mehmed Fuad ise Millî Edebiyat akımının ilk defa söz konusu olmasından itibaren az çok değişik yönlerde geliştiği­ni, birçoklarının konuyu yanlış anladığını belirttikten sonra millî edebiyatın yalnız bir dil ve vezin meselesinden ibaret bu­lunmadığını, sosyal bir vakıa olan millî şahsiyetin edebî eserlerde görülmesi ge­rektiğini, bu safhada başka milletlerde olduğu gibi millî destan bakiyelerinden hareketle millî bir romantizm ortaya ko­nulabileceğini ileri sürer. Ayrıca aynı ki­tabına aldığı 1921 tarihli bir makalesini 1928’de genişleterek Millî Edebiyat Ce­reyanının İlk Mübeşşirleri adı altında kitap haline getiren Köprülü, XVI. yüzyıl şairlerinden Tatavlalı Mahremi ve Edirneli Nazmî’nin aruzla, fakat hemen tamamen Türkçe kelimelerle, hatta teşbih ve mi­salleri itibariyle de Türk zevkine uygun şi­irleri yazmış olmalarını Millî Edebiyat akı­mının ilk müjdecileri olarak görmek arzu­suyla eserine bu adı verir. Konuyu dil çer­çevesinde tutmak şartıyla divan şairleri ve naşirleri arasında olduğu gibi Tanzimat’­tan sonra yetişen yazarların birçoğunda da Millî Edebiyat akımının ilk belirtileri bulunduğunu ifade eder.

Cumhuriyetin ardından uzun bir süre gündemde kalan millî edebiyat tartışma­larıyla ilgili olarak Nusret Safa Coşkun’un 1938’de yaptığı mülakatlar ise daha farklı sonuçlar ortaya koymaktadır. Burada ko­nuyla ilgili sorulara cevap veren yirmi do­kuz edebiyatçı arasında on edebiyatçı akı­mı olumlu karşıladığını, millî meseleleri, 1908’den beri yaşanılan inkılâpları, savaş­ları, onların toplum üzerindeki tesirlerini ele alan edebiyatın millî olduğunu söyle­mektedir. On dokuzu ise millî edebiyatla milliyetçi edebiyatın birbirine karıştırıl­maması, Türk diliyle meydana getirilmesi şartıyla edebî eserleri millî olan ve olma­yan diye ikiye ayırmanın doğru olmadığı üzerinde durmuştur.

Millî Edebiyat akımının yaygınlaşma­sında, hatta aleyhinde bulunmuş olanla­rın bile zamanla aynı prensipler çerçeve­sinde eserler vermeye başlamasında dö­nemin siyasî şartlarının büyük etkisi ol­duğu muhakkaktır. Köprülü akımın kısa zamanda başarıya ulaşmasını, çok kuv­vetli tarihî sebepler tesiriyle en hararetli taraftarlarının en iyimser tahminlerinden daha önce kesin üstünlüğünü kazanmış olduğunu ifade ederken bu şartların bir­leştirici vasfına dikkat çekmektedir.

Genel hatlarıyla dönemin Türkçü, Ba­tıcı, İslamcı, hatta biraz marjinal de kal­mış olsa Fecr-i Âtî, Nâyî ve Nev-Yunânî gibi akımları aslında tehlikeli uçurumlara yaklaşmış olan devlete bir medeniyet ve kültür kimliği, dolayısıyla bunlara bağlı olarak bir sanat ve edebiyat anlayışı ka­zandırma çalışmalarının birbirinden az çok farklı kollarıdır. Gerek fikrî / siyasî ka­rakterli gerekse saf edebiyat peşinde olan bütün bu akımları arka arkaya çıkan Trablusgarp, Balkan ve Dünya savaşları, hatta Millî Edebiyat akımının Cumhuriyet’ten sonra da devam ettiği dikkate alınırsa İs­tiklâl Harbi birbirine yaklaştırmıştır. Böy­lece akımın geliştiği dönemin ortalarına, I. Dünya Savaşı’nın sonuna doğru sınırla­rını Mîsâk-ı Millî’nin çizeceği. ırkî değil millî bir tarih başlangıcı olarak Türkler’in Anadolu’ya girişini zımnen veya açıkça benimseyen, bir açıdan Cumhuriyet’ten sonra gelişen Anadoluculuk akımını da besleyen, kültür esasına bağlı yeni bir milliyetçilik anlayışı yeni edebiyat hare­ketlerinin de felsefesini oluşturmaktaydı.

Böylece programlı ve açık bir ortak çıkışı olmayan millî edebiyat siyasî şartların, belki millî şuur altının zorladığı bir anla­yışın edebiyatı oluyordu.

Millî edebiyat düşüncesinin edebî eser­lere yansımasında eski edebiyat anlayışı­na Tanzimat’tan beri gelen tepki rol oyna­makla beraber aşırı şekilde Batı taklidi bir edebiyata karşı olmanın da tesiri vardır. Bazı mensupları tarafından konuların va­tanî, millî, hamasî olmasının tercih edil­mesi, zaman zaman Türkçe’nin en güzel eserlerinin millî edebiyat dışında telakki edilmesine sebep olmuştur. Bununla be­raber az çok birbirinden farklı anlayışlar ortak bir birleşkede toplandığı takdirde yeni bir coğrafyaya, Anadolu’ya yönelen. Batı kültür değerlerine de ilgisiz kalmak­sızın dinde, dilde, millî duygularda yeni arayışların ifadesi olan Millî Edebiyat akı­mına dahil edilmesi gereken zengin bir şair kadrosuyla karşılaşılır. Önce Mehmet Emin. Ziya Gökalp, Ömer Seyfeddin ve Afi Canip gibi Türkçü kanadın ortaya attığı nazariye ve uygulamalarıyla Millî Edebi­yat akımına yol açmış olduğu muhakkak­tır. Bunlara II. Meşrutiyetle Cumhuriyet’in ilk on beş yılı arasındaki bir kısım şiirleriyle Rıza Tevfik, İhsan Râif, Yahya Kemal, Sâmih Rifat. Mithat Cemal, Aka Gündüz. Orhan Seyfı, Yusuf Ziya, Enis Be-hiç, Halit Fahri, Şükûfe Nihal, Salih Zeki. İbrahim Alâaddin, Kemalettin Kamu, Fa­ruk Nafiz ve Ömer Bedreddin’i, hatta bazı çelişkileri de göze alarak İslamcı Mehmed Akif’i, Batıcı Tevfik Fikret’i ve Abdullah Cevdet’i de dahil etmek gerekir. Bunların bir kısmı başlangıçta aruzla yazmış, bazı­ları zaman zaman aruzu devam ettirmiş, fakat Mehmed Akif ve Yahya Kemal’in dışında hemen hepsi hece veznini tercih etmiştir. Hikâye ve romanda ise önceki, özellikle Edebiyât-ı Cedide ve Fecr-i Âtî roman kahramanlarının kendi benlikleri­nin dar çerçevesi içine sıkışmış, sadece aşkları ve kendi dertleriyle didişen kişiler olmasına karşılık millî edebiyat romanı dışa açılmış, başka insanların da var oldu­ğu bilinciyle hareket eden, içinde yaşadığı toplumun siyasî, fikrî, ekonomik mesele­lerine, sıkıntılarına yabancı kalmayan kah­ramanların romanı olmuştur. Mekân ola­rak şehir, kasaba ve köyleriyle Anadolu bu romana bir taraftan gerçekçi bir gay­retle, diğer taraftan bir memleket ro-mantizmiyle girer. Akımın roman ve hi­kayecileri arasında Ömer Seyfeddin, Re­fik Halit, Halide Edip, Ahmed Hikmet. Müfide Ferid, Yakup Kadri, Reşat Nuri, Aka Gündüz ve Halide Nusret sayılabilir.

TDV İslâm Ansiklopedisi

 

Daha yeni Daha eski