Minhacü'l-Kerame - el-Hilli Konusu, Özellikleri, Hakkında Bilgi

Minhâcü’l-kerâme. İbnü’I-Mutahhar el-Hillî’nin (ö. 726/1325) İsnâaşeriyye Şîası’nın imamete dair görüşlerini savunduğu eseri.

Tam adı Minhâcü’l-kerâme fîmacri-feti’l-imâme’dır. Kâtib Çelebi eserin adını Minhâcü’l-istikâme fî işbâti’l-imâme olarak kaydeder.[133] Hillî, mukaddimede kitabını İlhanlı Hü­kümdarı Muhammed Hudâbende Olcaytu’ya takdim etmek için yazdığını belir­tir. Bu sebeple eserin Olcaytu’nun tahta çıktığı 709 (1309) ile öldüğü 716 (1316) yılları arasında kaleme alınmış olması ge­rekir. Ayrıca Olcaytu’nun Şiî telakkiyi be­nimsemesinde bu eserin etkili olduğu ka­bul edilir.

Kitap bir mukaddime ile altı bölümden (fasıl) oluşur. Mukaddimede imamet inan­cının akidenin rükünlerinden biri sayıldı­ğı ve zamanın imamını tanımadan ölen kimsenin Câhiliye Ölümüyle öleceğine iliş­kin bir rivayete dayanılarak bu inancın cennete girmeye vesile olacağı ileri sürü­lür. Birinci bölümde imametin gerekliliği üzerinde durulur ve imamet aslah ilkesiy­le temellendirilmeye çalışılır. İkinci bölüm­de İmâmiyye’ye tâbi olmanın gerekçeleri anlatılır. Altı madde halinde sıralanan bu gerekçelerin birincisine göre İmâmiyye’-nin usul ve fürû bakımından en iyi mez­hep olduğu belirtilir ve ilâhiyyât bahisle­rinde Mu’tezile telakkisine benzeyen gö­rüşler ortaya konur. İmamların da pey­gamberler gibi ismet sıfatına sahip bu­lunduğu savunularak onlara mutlak mâ­nada tâbi olma tezine teolojik bir daya­nak oluşturulmaya çalışılır. Daha sonra Ehl-i sünnet’le İmâmiyye arasında sıfat­lar konusunda bir karşılaştırma yapılır, rü’yetullahın imkânı ve kelâmullahın ka­dîm oluşu gibi İmâmiyye telakkisine ay­kırı düşen görüşler eleştirilir. İkinci gerek­çede İmâmiyye’ye uymanın zaruretine da­ir naklî deliller zikredilir. Ümmetin yet­miş üç fırkaya ayrılacağı ve bunlardan yalnız birinin kurtulacağına dair Hz. Peygamber’e atfedilen rivayette kurtulacak fırkadan İmâmiyye’nin kastedildiğine iliş­kin olarak Nasîrüddîn-i Tûsî’nin yaptığı yorum delil gösterilir; ayrıca, “Ehl-i bey­tim Nuh’un gemisine benzer, ona binen kurtulur” anlamındaki bir rivayet Resûl-i Ekrem’e izafe edilip mezhebin haklılığına vurgu yapılır. Üçüncü gerekçede İmâmiy­ye’nin kurtuluşa ereceğine dair inançla­rının bulunduğu, Ehl-i sünnette ise böyle bir geleneğin görülmediği belirtilerek bu durumun İmâmiyye’nin uyulmaya daha lâyık olduğunu kanıtladığı ileri sürülür. Dördüncü gerekçede İmâmiyye’nin gö­rüşlerini, elinde harikulade olaylar zuhur eden Hz. Ali başta olmak üzere fazilet ve ilim sahibi imamlardan aldığı ifade edilir. Beşinci gerekçede İmâmiyye’nin hakkın dışında hiçbir konuda taassup içinde bulunmadığı, buna karşılık Ehl-i sünnefin belli meselelerde taassup gösterdiği be­lirtilir. Meselâ Sünnîler’in Hz. Ömer’i “el-Fârûk” diye isimlendirip Hz. Ali’ye bu sı­fatı vermemeleri, ilâhî emre muhalefet ettiği halde Hz. Âişe’ye saygı gösterme­leri, tek bir kelime bile yazmadığı halde Muâviye’yi vahiy kâtibi kabul etmeleri taassuplarının kanıtı olarak ileri sürülür. Altıncı gerekçede İmâmiyye’ye muhalif olan Sünnî âlimlerinin Hz. Ali’nin fazileti­ne ve imametinin meşru kabul edilmesi­ne ilişkin görüşleri zikredilir.

Minhâcü’î-kerâme’nin üçüncü bölü­münde Resûlullah’tan sonra Hz. Ali’nin meşru devlet başkanı olduğuna ilişkin naklî ve aklî delillere yer verilir. Burada Kur’an’dan çıkarılan kırk delil ileri sürülür ve hadislerden de destek alınır. Ayrıca Hz. Ali’nin şahsî özellikleri de imametinin ka­nıtlan arasında sıralanır. Dördüncü bö­lümde Hz. Ali’nin arkasından gelen diğer imamların İmameti birtakım nakillere dayanılarak temellendirilmeye çalışılır. Bunların başında Şiîler’ce mütevâtir ka­bul edilen şu rivayet gelir: “Nebî, Hüseyin hakkında şöyle buyurmuştur: Bu imamın kardeşidir ve imam oğlu imamdır, dokuz imamın babasıdır. Dokuzuncusu kâimle­ridir, benim adımı ve künyemi taşır, yer­yüzünü adaletle doldurur.” Beşinci bö­lümde Hz. Ali’den önce halife olanların meşru imam konumunda bulunmadıkla­rına dair âyet ve hadislerin yanı sıra bazı uygulamalarından hareketle çeşitli delil­ler ortaya konmaya çalışılır. Hz. Ömer’in teravih namazı konusundaki uygulaması onun hilâfetinin geçersizliğine dair bir örnek diye nakledilir. Kitabın altıncı bö­lümünde Sünnîler”ce Hz. Ebû Bekir’in hi­lâfetine dair öne sürülen delillerin eleşti­risine yer verilir.

Ehl-i sünnefe reddiye olarak yazılan ve imametin en önemli inanç esası olduğu vurgulanan Minhâcü’l-kerâme’ûe ko­nuyla ilgili nasların Şîa’nın görüşleri doğ­rultusunda sübjektif yorumlara tâbi tu­tulduğu görülmektedir. Ancak eserde Şîa’nın imamet anlayışında ağırlıklı bir yer tutan küçük ve büyük gaybet ayırımı­na temas edilmemektedi.

İbn Teymiyye, Minhâcü’l-kerâme’de ileri sürülen iddiaları tek tek ele alıp red­dederek eleştirilere cevap verdiği Min­hâcü’s-sünne adıyla hacimli bir eser ka­leme almıştır. Birçok yazma nüshası bu­lunan Minhâcü’i-kerâme Tebriz (1286, 1290, 1296) ve Tahran’-da (1298) yayımlandıktan sonra M. Reşâd Salim tarafından Minhâcü’s-sünne ile birlikte neşredilmiştir.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski