Minhâcü’s-sünne. İbn Teymiyye’nin (ö. 728/1328) İbnü’l-Mutahhar el-Hillî’ye ait Minhâcü’l-kerâme adlı esere yazdığı reddiye.
Tam adı Minhâcü’s-sünneti’n-nebeviyye ti nakzı kelâmi’ş-Şia ve’l-Kaderiyye olup bazı kaynaklarda Red cale’r-Revâfız ii’l-imâme calâ İbn Mutahhar, Minhâcü’s-sünneti’n-nebeviyye îî nakzi kelâmi’ş-Şiycf ve’l-Kaderiyye, Minhâcü’l’i’tidaUî nakzikelâmi ehîi’r-Raîzive’l-ictizâl, şeklinde kaydedilmiştir.
İbn Teymiyye, eserini telif etme amacını belirtirken Ehl-i sünnetten bir grubun Şiî bir âlimin İmâmiyye mezhebini özendiren, dinî bilgisi eksik yöneticileri etkileyebilecek nitelikte bir kitabını kendisine getirdiğini ve müslüman görünen bazı Bâtınîler’in bu görüşlerin yayılmasına katkıda bulunduğunu söylediğini anlatır. Bu kişilerin özellikle İlhanlı Hükümdarı Olcaytu Han’ın Şiî görüşlerine meyletmesine sözü edilen kitabın etkili olduğunu ifade edip kendisinden bir reddiye yazmasını İstediklerini bildirir. Olcaytu Han ile iyi münasebetler kuran Şiî taraftan Mekke Emîri Humeyde ile İbn Teymiyye arasında cereyan eden tartışmanın da eserin telifine zemin hazırladığını söylemek gerekir.
Müellifinin beyanlarından 710 (1310) yılı civarında yazıldığı anlaşılan Minhâcü’s-sünne, Minhâcü’l-kerâme’nin iç planına paralel biçimde bir mukaddime ile altı bölümden (fasıl) meydana gelir. Eserde İbnü’l-Mutahhar’ın temas ettiği konular tek tek ele alınır ve ileri sürülen iddialar aklî ve naklî delillerle cevaplandırılır. Bu arada konuyla dolaylı bağlantısı olan bazı hususlara dair bilgiler de verilir. Sistematik bir muhtevaya sahip olmayan Minhâcü’s-sünne’nin girişinde yazılış amacının yanı sıra genel olarak Şîa (Râfıza) ile ilgili değerlendirmeler yapılır ve Hillî’nin mukaddimesinde öne sürdüğü iddialar reddedilir. Birinci bölümde, Hillî tarafından Ehl-i sünnet’e nisbet edilen görüşlerden olmak üzere ilâhî fiillerin hikmetle muallel olmayışı, hüsün-kubuh, salâh- aslah vb. hususlar aslına uygun biçimde incelenir. Ayrıca hilâfetle ilgili tartışmalar ve Hz. Ali’nin hilâfetinde ümmetin icmâ ettiği iddiaları üzerinde durulur. İkinci bölümde İmâmiyye’ye tâbi olmanın zorunluluğuna dair görüşler eleştirilir. Allah’ın sıfatları hakkında Ehl-i sünnefe yöneltilen tenkitler cevaplandırılır ve bunların imametle ilgisinin bulunmadığına dikkat çekilir. Burada kelâmcılarla filozoflar da eleştirilir. Râfizîler’in peygamberlerin mâsumiyetiyle ilgili telakkisi reddedilir, nübüvvetten önce ve sonra kendilerinden küçük günah sâdır olmayacağı düşüncesi ümmetin icmâina aykırı bulunur. Hıristiyanların ezelî varlıkları üçe çıkarmakla tekfir edildiği, halbuki Eş’arîler’in bu varlıkları dokuza çıkardığı şeklindeki iddiaların İftira olduğu. Fahreddin er-Râ-ıVnin böyle bir görüş ileri sürmediği ve hıristiyanların Hz. îsâ’nın üç ilâhın üçüncüsü olduğunu söylemeleri sebebiyle kâfir sayıldığı belirtilir. Bu bölümde ayrıca Ehl-i sünnet’e mensup bazı kişilerin itibar görmeyen fıkhî konulardaki görüşlerine Şiîler’ce yöneltilen eleştiriler ele alınır.
Minhâcü’s-sünne’nın üçüncü bölümünde Hz. Ali’nin imâmetiyle ilgiii iddialara, bu çerçevede ilk üç halifeye yöneltilen eleştirilerle bunların yanlışlığını gösteren kanıtlara yer verilir. Burada HiIlînİn delil olarak öne sürdüğü âyet ve hadisler ele alınır, hadisler sened ve metin açısından tenkide tâbi tutulur. İlk üç halifenin üstünlükleri vurgulanır. Eserin dördüncü bölümü on ikinci imam Mehdîel-Munta-zar”ın İmâmetiyie ilgili iddianın eleştirisine dairdir. Bu konuda Hz. Peygamber’e nisbet edilen rivayetin Şiîler’ce mütevâtir gösterildiğine dikkat çekilir; sadece bir grup Şiî’ye ait olan bu iddianın Resûlullah’ın vefatından 25Oyıl sonra uydurulduğu belirtilir. Beşinci bölümde yine ilk üç halifeye dair iddialar cevaplandırılır ve onların faziletlerinden bahsedilir. Hz. Ali’nin imametinin nasla vacip olduğu yolundaki telakki de aklî ve naklî delillerle çürütülür. Altıncı bölüm Hz. Ebû Bekir’in imametine ayrılmıştır. Burada, Hz. Ali’nin diğer üç halifeden daha faziletli olduğu ve imamete sadece onun lâyık bulunduğu yolunda ileri sürülen rivayetlerin bir kısmı ile Şiîler’in on iki imamın imametini ispat yöntemleri eleştirilir.
Eserin temel hedefinin, imamet meselesini imanın esaslarından sayan ve buna dayanarak İmâmiyye mezhebine uymanın gerekliliğini savunan Şiî telakkiyi reddetmek, buna karşılık Allah’a ve Resulü’-ne iman etmenin çok daha önemli sayıldığını ortaya koymak olduğu söylenebilir. Eserde Şia’ya karşı bütün Sünnî mezhepler savunulmuş ve bunların bazı görüşlerinin yanlış anlaşıldığı ileri sürülmüştür. Minhâcü’s-sünne’de üzerinde durulan meselelerden biri de peygamberlerin din konusunda hata yapmadığına Sünnîler’in inanmış olduğu ve bu hususta Şiîler’in onlara benimsemedikleri bir görüşü nisbet ettikleri fikridir. Eserde Şiîler’in imamlarını aşırı derecede yüceltmeleri bakımından Hz. îsâ’yi tanrılaştıran hıristiyan-lara benzediklerine de dikkat çekilmektedir. Kitapta Şia’ya yöneltilen en önemli eleştiri, sahâbîlerin Kur’an’da “en hayırlı topluluk” olarak nitelenmesine rağmen [Âl-i İmrân 3/110] Ebû Bekir’e biat ettikleri gerekçesiyle Şiîler’ce kötülenmesi ve bu suretle naslarla çelişkiye düşülmesidir. Şiîler, Moğollar’a yardımcı olmaları sebebiyle de tenkit edilmiştir.
Minhâcü’s-sünne aynı zamanda döneminin yaygın inanışlarını dile getiren, dinler ve mezheplerle alâkalı değerlendirmelerde bulunan, hadislere dair temel problemlere temas eden, kelâmîve felsefî kozmolojiyi ve metafizik anlayışları eleştirip Selefiyye’yi savunan bir eser olarak da önem taşır. Yûsuf en-Nebhânî, kitapta Mâtürîdiyye ve Eş’ariyye mekteplerine yönelik eleştirilerde bulunduğunu belirtir, ayrıca tasavvuftaki gavs telakki-siyle ilgili değerlendirmelerin isabetli olmadığını ileri sürer. Müellifin, Hilirnin atıfta bulunduğu hadisleri eleştirirken bazı hatalar yaptığı, hasen olan hadisleri mekzûb, zayıf hadisleri de mevzu olarak gösterdiği belirtilmiştir. Tâceddin es-Sübkî, Minhâcü’s-sünne’yi amacını gerçekleştirmekte başarılı bulmuş, ancak başlangıcı bulunmayan hadis varlıkların Allah’ın zâtında mevcut olduğu gibi eleştiriye açık birçok yanlışı da ihtiva ettiğini söylemiş, bu görüşlerini Kaside fî zemmi’r-revâfız ve’r-red calâ İbn Teymiyye îîmâ şannefe ü’r-red caid İbn Mutahhar adlı eserinde dile getirmiştir. İbn Hacer de HiLT-nin eserin bir kısmı kendisine ulaşınca, “Söylediklerimi anlamış olsaydı ona cevap verirdim” dediğini nakletmektedir. Muhammed Mehdî el-Kazvînî Minhâcü’ş-şerfa ü’r-red “ala İbn Teymiyye adıyla bir eser yazmışsa da [Necef 1346] bu çalışma yetersiz kalmıştır.
Minhâcü’s-sünne’nin Süleymaniye ve Nuruosmaniye kütüphanelerinde yazma nüshaları bulunmaktadır. Eserin Muhammed Reşâd Salim tarafından gerçekleştirilen neşrinin I. cildinde önce Minhâcü’l-kerâme’ye yer verilmiş fakat bu yayım devam etmemiştir. Aynı kişinin daha sonra dokuz cilt hafinde yaptığı neşirde Minhâcü’l-kerâme’nm metni kaydedilmemiş, ancak eleştiri sırasında Önce Hillî’-nin görüşü zikredilmiştir. Kitabın bunun dışında çeşitli baskıları mevcuttur. Zehebî eseri el-Müntekâ min Minhâci’l-ftidâl fî nakzı kelâmı eh-li’i-iHizâl, Abdullah b. Muhammed el-Guneymân da Muhtasaru Minhûci’s-sünne adıyla özetlemiştir. Ali b. Muhammed el-İmrân. el-KavûHd ve’l-fev&idi’l-hadîşiyye isimli çalışmasında Minhâcü’s-sünne’de bulunan bazı konuları incelemiştir. Salih Özer, İbn Teymiyye’nin Minhâcü’s-sünneKapsamında Rivayetleri Kabul ve Red Kriterleri adıyla bir doktora tezi hazırlamıştır.
TDV İslâm Ansiklopedisi