Mora Yarımadası Tarihi, Özellikleri, Hakkında Bilgi

Mora. Yunanistan’ın güneyindeki tarihî Peloponnesos yarımadasına verilen isim.

Hexamilia (6 mil) adlı dar bir berzahla Yunanistan anakarasına bağlanan ve bü­yük bir el şeklinde olan yarımadanın yü­zölçümü 21.480 km2’dir. 1893’te Corinth (Korinth) Kanali’nın tamamlanmasıyla bir­likte burası anakara parçasına demiryolu ve köprüyle bağlanan bir ada haline gel­miştir. Antik dönemde Peloponnesos ola­rak adlandırılan yanmada Corinth, Sparta, Mantineia, Megalopolis ve olimpiyat oyunlarının anavatanı olan Olympia gibi tarihî şehirleri barındıran eski Yunan medeniyetinin merkezidir. Geç Ortaçağ dö­neminde kültürel bakımdan parlak baş­şehri Mistra (Mezistre) olmak üzere kıs­men Bizans Mora Despotiuğu’nun idare­sine girmiş, bazı kasabaları Frank (Fran­sız / talyan) yönetiminde kalırken önemli limanlarına Venedikliler hâkim olmuştur. Osmanlı devrinde ise (1460-1829) çok de­fa mütevazi bir ekonomik ve kültürel ge­lişmeye sahne olmuş, XVII. yüzyılda müs-lüman nüfusu ve özellikle camileri, medreseleri, hamamlarıyla bu kültürün bir parçası olarak ön plana çıkan Tripolis (Tri-politsa), Balyabadra (Patras), Anabolu (Na-uplion) ve diğer bazı şehirleri İslâm kültü­rünün önemli merkezleri haline gelmiş­tir.

Peloponnesos ya da Pelops adası şek­lindeki yarımadanın antik ismi 3000 yıl öncesine iner; Yunan mitolojisine göre Tanrı Zeus’un torunu ve Tantalos’un oğlu Pelops’a dayanır. Buranın adını X. yüzyı­lın ikinci yarısında eski Arap coğrafyacısı İbn Havkal ve 1154’te Şerif el-İdrîsî Belo-bunes şeklinde anar. Morea / Mora adı ise IX. yüzyıldan itibaren bilinmekte ve bu­nun Yunanca dut ağacı kelimesinden tü-retildiği düşünülmektedir. Bu isim önce­leri bölgenin kuzeybatısını, dut ağaçlan ve ipek ürünleriyle bilinen Achaia ve Elis yöresini nitelerken daha sonra bütün ya­rımada için kullanılmış ve Ortaçağ’daki Frank döneminden XIX. yüzyıla kadar yaygınlık kazanmıştır. Yunanistan’ın ku­rulmasıyla birlikte antik ismi olan Peloponnesos’a dönülmüştür.

Yarımada genel olarak dağlıktır. Kuzeybatı’daki antik Achaia ve Elis yöresi, güneydeki Messenia ve Lakonia, doğuda Argolis, orta bölgede bulunan Tripolis ve Megalopolis ovalık olup verimli topraklara sahiptir. Taygetos (Aya İlyas dağı), Aroâ-nia ve Erymanthos 2000 metreden daha yüksek olan dağlardır. Önemli bütün ka­sabalar ovalardadır. Patras (Balyabadra) en önemli limandır. Bölgenin ortasında bulu­nan Tripolis yolların kavşak noktasını oluş­turur. En önemli akarsuları Lakonia’daki Eurotas ve Elis’teki Alpheios’tur.

Roma İmparatorluğu’nun dağılmasın­dan sonra Bizans İmparatorluğu’nun bir parçası haline gelen yanmada Hıristiyan­lığın ilk yayıldığı yerlerden biridir. V ve VI. yüzyıllarda ilk büyük kiliselere rastlanır. En kötüsü Alaric kumandasında Gotlar’ın (Goth) 395’teki işgalleri olmak üzere Mo­ra birçok yabancı işgaline, ayrıca veba sal­gını sebebiyle önemli ölçüde tahribata uğ­radı. S89 yılı ve sonrasında Türk-Moğol Avarlar liderliğindeki Slav kabileleri Mora’nın büyük bir kısmını ele geçirdi. Zira­atçı olan Slavlar kitleler halinde buraya yerleşti. Bu kolonileşmenin boyutlarına millî duygularını öne çıkaran Yunan ta­rihçileri tarafından itiraz edilmiştir. XIX. yüzyılda Alman tarihçisi Fallmerayer’in Mora’nın Yunan nüfusunun tamamen yok olduğu, bunun yerine Slavlar’ın geldiği, ancak yüzyıllar sonra Bizanslılar tarafın­dan dışarıdan getirilen Yunan kolonilerin-ce Helenleştirildiği tezi son zamanlarda yeniden canlandırılmaya çalışılsa da bu­günkü resmî Yunan tarihçiliğinde genel­likle reddedilmektedir. Bununla birlikte bölgede, özellikle de dağlık kesimlerde Slavlar’danpekçokyeradı kalmıştır. Mora’daki yer adları bugün çoğunlukla Yu­nanca olanlarıyla değiştirilmiştir. Fakat XIX. yüzyıl haritalarında ve Osmanlı tah­rir defterlerinde kayıtlı Slav kökenli eski adlar bu durumu açık biçimde ortaya ko­yar. Bu arada VII-IX. yüzyıllar boyunca de­niz kıyısında bulunan sağlam korunmuş kasabalarda nisbeten Grek unsuru tutun­mayı başarmıştır.

İslâm ordularının Mora’ya yönelik ilk ciddi harekâtı 807 yılındadır. Afrika’dan gelen müslümanlar, Slavlar ile kurdukla­rı ittifak sayesinde Mora’nın önemli şehri Patras’ı karadan kuşattılar. Kuşatma geri püskürtüldü; bu durum Bizans’ın Mora’-yı yeniden ele geçirme sürecini başlattı. 850’de Bizans Generali Theoktistos Bry-ennios, Slavlar’ı boyunduruğu altına al­mayı başardı. Bu Slav grupları Hıristiyan­lığı kabul ederek zamanla Yunanca ko­nuşan toplum içerisinde tamamen eridi. Taygetos ve Parnon yüksek dağlarında ya­şayan Ezerites ve Melingi Slav kabileleri ise çok daha uzun bir süre varlıklarını ko­rudu. 14i5″ten itibaren kaleme alınan Bi­zans kaynaklarında Mora’da yaşayanlar Lakedaimonyalılar, İtalyanlar, Peloponezyalılar Yunan­lılar!, Slavlar, Arnavutlar, Çingeneler, yahudiler ve daha pek çok karışık olanlar şeklinde tarif edilmiştir.

IX ve X. yüzyıllarda Arap korsanları Gi­rit’ten Mora kıyılarına doğru akınlar dü­zenlediler. Corinth’te (Gördüs) uzun yıl­lar boyunca yapılan arkeolojik kazılarda bulunan, üzerinde kûfî yazılı çömlek par­çaları ve birçok Arapça madenî para göz önüne alındığında bunlardan bir kısmının Corinth bölgesine yerleşmiş oldukları or­taya çıkar. Bizanslılar’ın Girit’i yeniden ele geçirmesinin (961) ardından bu ilişkiler sona erdi. X. yüzyılın ortalarından itibaren yapılan geniş kubbeli birkaç kilise Bizans gücünün Mora içlerine kadar etkin bir şekilde yayıldığını gösterir.

1204’ten hemen sonra Haçlılar Kons-tantinöpel’i ele geçirip Bizans İmparator-luğu’nu parçaladığında Mora Frank yö­netimine dahil edildi ve Batı feodal yapı­lan temelinde Achaea Prensliği’nin bir parçası haline getirildi. Aynı zamanda Ve­nedikliler kıyılardaki limanların çoğunun kontrolünü ele geçirdi. Franklar ülkenin her tarafına bugün hâlâ ayakta olan bü­yük ve sağlam kaleler inşa ettiler. II. Guillaume de Villehardouin’in idaresinde Mora’da nisbeten huzur ortamı sağlandı. Bi­zans İmparatoru VIII. Mikhail Palaiologos, Villehardouin ve onun müttefiki Epir Des­potu Mikhail Angelos’u Pelagonia sava­şında [Ekim 1259] mağlûp edince bu hu­zurlu dönem sona erdi; Bizanslılar Mo­ra’nın güneyindeki Monem Vasia [Menek­şe / Benefşe] Mistra, Mani (Manya) ve Geraki gibi iyi korunan önemli şehirleri ele geçirdi (1262). VIII. Mikhail, üvey kardeşi Kostantinos’a destek vermek için Menek­şe Limanı yoluyla Melik ve Salik (Salih) ön­derliğinde 6000 kişiden oluşan paralı Sel­çuklu Türk askerini Mora’ya getirtti (1263 baharı). Bu dönem, bazı aralıklarla birlik­te 1430’a kadar süren yeniden fetih sa­vaşının başlangıcını oluşturdu ve ülkeye bitmez tükenmez ıstıraplar yaşattı. Bir yıllık başarılı hizmetin ardından paraları ödenmeyen Türkler taraf değiştirip Ville­hardouin’in yanına geçti. 1264’te Frank -Türk ordusu Bizanslılar’ı Makryplagi Bo-ğazı’nda yapılan savaşta mağlûp etti. Franklar topraklarını Arkadia’da Karythe-na’ya kadar genişletti. 1265’te Türkter’-den bazıları Mora’yi terkedip Anadolu’ya döndü; diğerleri ise Mora’da kalarak din değiştirdiler, bölgedeki kadınlarla evlen­diler. XIV. yüzyılda onların neslinden ge­lenler asilzade sınıfını oluşturdu. Elis’te yerleşen Türkler’İn hâtırası burada Mali­ki ve Turkochori (Türk köyü) gibi köy isim­lerinde yaşamaktadır.

1278’de Villehardouin’in ölümüyle Frank Prensliği 1289’a kadar Anjou hanedanına intikal etti. 1320’de Megalopolis’in engin ovasına hükmeden dağın tepesindeki önemli bir kale ve kasaba olan Karythe-na Bizanslılar tarafından zaptedildi. XIV. yüzyılın ilk yarısında Mora’nın doğu kıyı­ları batıya doğru gidebilmek için gemile­rini karadan, dar Corinth berzahından ge­çiren Aydınoğlu Umur Bey liderliğinde­ki Türk korsanlarının saldırısına uğradı. 1349’da İmparator Ioannes Kantakuze-nos, oğlu Manuel için yeni bir bölge tah­sis etmek istediğinde Mora’da önemli bir

idarî değişim gerçekleşti ve Mora Despot­luğu ortaya çıktı. Manuel 1380’e kadar yönetimi elinde tuttu; bu dönemde Bi­zans kültürü ve sanatı özellikle Mezistre1-de gelişme fırsatı buldu. XIV. yüzyılda ve­ba ve sonu gelmeyen savaşlar ve isyan­lar bu geniş verimli arazilerin nüfusunun önemli derecede azalmasına yol açtı. Bu problemi çözmek için Mezistre Despotu Manuel ve ondan sonra gelen I. Theodore Palaiologos (383-1407) binlerce Arnavut aileyi boş arazilere yerleştirdi. 150.000’e ulaşan Arnavut göçü Mora’nın etnik ya­pısını önemli ölçüde değiştirdi. Mora’da bugün Arnavut dili özellikle yarımadanın merkezinde ve kuzey kısmında hâlâ ko­nuşulmaktadır.

1383’ten î 402’ye kadar Pedro de San Superano kumandasındaki Navarre pa­ralı asker bölüğü Mora’nın büyük bir kıs­mında etkili oldu. Achea Prensliği’nin yö­netimini ele geçiren Navarre bölüğünü buradan çıkarmak için Despot Theodore, Teselya’yi 1388-1389’dan beri elinde tu­tan Gazi Evrenos Bey’i Mora’ya davet et­ti, fakat Evrenos Bey kısa zamanda taraf değiştirdi. XIV. yüzyılın sonunda Theodo­re ve San Superano Yıldırım Bayezid’in vasalı oldular. Bu arada Venedikliler Na-uplion ve Argos’u ele geçirdiler. Despot Theodore tarafından kuşatılan ve Corinth’i elinde tutan batı kısmının İtalyan lordu Carlo Tocco tarafından davet edilen Os­manlılar 139S’te yarımadaya tekrar gel­diler. Osmanlılar kuşatmanın kaldırılma­sını sağladılar ve Theodore’un toprakları­nın içine doğru ilerleyerek onları geri püs­kürttüler. Niğbolu savaşının (1396) ardın­dan Yıldırım Bayezid Mora’yı hedef aldı. 1397 Haziranında Osmanlı birlikleri ber­zahı aşıp Venedikliler’in elindeki Argos’u zaptetti. Ankara Savaşı’ndan sonra 1402′-den 1423’e kadar Osmanlılarla Bizanslı­lar arasında barış hüküm sürdü. Bizans’ın, taht iddiacısı olan Mustafa Çelebi’yi des­teklemesi üzerine II. Murad, Turahan Bey’i Mora’ya gönderdi. 0 da Hexamilia duva­rını yıkıp Mora yarımadasına girdi ve bü­yük tahribata yol açtı. Seferin ardından Hexamilia’nın yeniden inşa edilmemesi ve yıllık vergi ödenmesi şartıyla barış sağ­landı. 1427’deVIII. Ioannes Palaiologos, Elis’teki önemli Frank limanı Glarentza’-yı ele geçirmeyi başardı. 1430’da Despot Konstantinos Patras’ı Franklar’dan geri aldı. Böylece Bizans’ın Mora’yı yeniden fethi tamamlandı.

Osmanlı saldırılarının dışında Osmanlılarla Bizanslılar ara­sında 1423’ten 1443’e kadar barış hâkim oldu. Bu son tarihte Despot Konstantinos [1449’da Bizans imparatoru] Macarlar’ın 1444’teki Osmanlı Balkanlan’na inmesi­ni fırsat bilerek Osmanlı kontrolündeki Yunan topraklarına yönelik harekete geç­ti. Aralık 1446’da II. Murad yeniden inşa edilen Hexamilion duvarını tekrar yıkarak yarımadaya girdi. Bunun üzerine Kons­tantinos Palaiologos ve kardeşi Thomas, ele geçirdikleri toprakları geri vermek ve vergi ödemek şartıyla barış imzalamak zorunda kaldılar.

14S2’de İstanbul fethine hazırlandığı sırada II. Mehmed, Turhan Bey’i despot­luğun İstanbul’a askeri yardımda bulun­masını önlemek için Mora’ya gönderdi. 1453’te 30.000 Arnavut Palaiologlar’a karşı isyan çıkardı. II. Mehmed İstan­bul’un fethinin ardından Mora’daki du­ruma müdahale etti. Turhanoglu Ömer Bey’i despotluğa yardım etmesi ve isyanı durdurması için gönderdi. 1449″dan son­ra Mora, devamlı birbiriyle savaşan ve bir­birinden nefret eden Despot Thomas ve Demetrios Palaiologos tarafından yöne­tilmişti. 1458’de Thomas açık bir şekilde vergi ödemeyi reddedince Fâtih Sultan Mehmed büyük bir orduyla gelip yarıma­danın kuzey bölgesine, Patras, Vostitsa, Kalavryta ve Corinth’e hâkim oldu; bu yörede Osmanlı idaresini kurup buradaki Rumlar’ın önemli bir kısmını beraberin­de götürdü. 1460 baharında bir Haçlı se­feri planlayan Papa II. Pius büyük bir or­du oluşturmadan önce Fâtih Sultan Meh­med tekrar Mora’ya yürüdü. Despot De­metrios teslim oldu; kendisine Limni ada­sı, İmroz (Gökçeada). Semadirekve Enez kasabası verildi; 1470’te Edirne’de bir ke­şiş olarak Öldü. Thomas İtalya’ya kaçtı ve 1465te ölümüne kadar papa tarafından yüksek bir maaşla desteklendi. Oğlu Ma-nuel ve diğer Palaiologue ailesinin üyeleri Osmanlı hizmetine girip İslâm dinini seç­ti. Bu aile II. Bayezid zamanında bile aktif durumdaydı. 1479’da Argos Osmanlılar tarafından ele geçirildi, fakat yakınında­ki Nauplion ve buna bağlı olan Thermisi ve Kastri kaleleri, aynı zamanda Monem Vasia ve Vatika, Modon Limanı, Koron ve Navarin Venediklilerin elinde kaldı. 1499-1502 Osmanlı Venedik savaşları sırasın­da Osmanlılar kıyıdaki önemli Venedik şe­hirleri olan Navarin, Modon ve Koron’u ele geçirdiler; Vatika’yı da anlaşma şart­larıyla devraldılar. Bir sonraki savaşlarda ise Anabolu ve ona tâbi Thermisi ile Kastri ve 1 S40’ta Monem Vasia fethedildi. Böy­lece bütün yarımada Osmanlı kontrolü altına girdi.

Osmanlı idaresinde Mora giderek ken­dini toparlamaya başladı. İki yüzyıldan fazla bîr süre boyunca barış ve huzur dö­nemi yaşandı. Bu zaman içinde nadiren, sadece kıyılarda bulunan bazı bölgeler hı-ristiyan güçlerin deniz saldırılarına uğra­dı. Mora’ya ait Osmanlı tahrir kayıtları XVI. yüzyılın ilk çeyreğine kadar yarıma­danın kuzey, merkez ve güney bölgesin­de nüfusun iki katından fazla arttığına işaret eder. 894 (1489) tarihli Cizye def­terine göre bütün Osmanlı Morası’nda 27.460 hıristiyan hanesi bulunmaktaydı. 927 (1521) yılına ait sayımda ise -Anabolu ve Menekşe hariç- 50.176 hıristiyan ha­nesi, bunun yanı sıra sivil, asker ve idare­cilerden oluşan 5330 müslüman hanesi Kayda geçmiştir. Bu rakamlar toplam nü­fusun 280.000 kişi dolayında olduğunu ve bunun % 9’dan fazlasını Türkler’in oluş­turduğunu gösterir. Ayrıca 1489’a nisbet-Ie yaklaşık otuz yıl içinde hıristiyan nüfu­sunda iki katına ulaşan bir artışın mey­dana geldiği dikkati çeker. 1S21 yılına ait verileri ihtiva eden 935 (1529) tarihli ic­mal defterinde Mora’da on bir kaza, on beş kale, on beş kasaba, on iki cami, on beş mescid, beş zaviye, yedi mektep, do­kuz hamam, 1490 köy, 293 mezraa, kırk altı çiftlik ve yirmi bir manastırın bulun­duğu tesbit edilmiştir. Bunun yanı sıra on bir kadı, yirmi beş zaim, 747 sipahi, on yedi dizdar, on beş kethüda, 1079 kale muhafızı, otuz yedi topçu, yirmi iki zem-berekçi, on iki hatip, yirmi iki imam, yir­mi yedi müezzin, 809 kale hizmetlisi, ko­ruyucusu (on üç müslüman, 796 hıristi­yan), avarız vermekle mükellef 872 müs­lüman, 48.508 hıristiyan ve bu vergiden muaf 2028 müslüman, 736 hıristiyanın mevcut olduğu belirtilmiştir.

Bu listede belirtilmeyen timarlı sipahi­lerle 2500 veya 3000 silâhlı hizmet gücü de (cebeli)) göz önüne alınırsa 1521’de yarımadada müslüman nüfusun askeri bir karakter taşıdığı görülür. Kaleleri ko­ruyan hizmetli sınıfının % 40’ını mahallî hıristiyan halkın oluşturması ilginçtir. Bunlar “müsellem” kaydıyla cizye, ispence ve avarız gibi vergilerden muaf tutulmuş, sadece ürettikleri ürünlerin vergilerini ödemişlerdir. XVI. yüzyıl boyunca nüfus büyümesi sürdü. 991 ‘e (1583 ] kadar top­lam hâne sayısı 76.001 ‘e ulaştı. Bunun 8500’ünü Türkler meydana getiri­yordu. Ayrıca az sayıda yahudi nüfusu da vardı. Bu son tarihte Osmanlı Morasf nda 330.000-360.000 kişi yaşıyordu. Yahudi­lerin büyük kısmı önemli bir liman şehri olan Balyabadra’da 1521 ‘de 252 hâne, Mıstra’da doksan dokuz hâne ve küçük gruplar halinde Koron, Modon, Holomiç (Cfılemoutsi) ve Karytena’da bulunuyordu. Hemen hemen hepsi Katolik İspanya bas­kısından kaçmayı başaran mültecilerdi. Modern Yunan tarihçiliğinde, Osmanlı fet­hinin ardından Mora’daki Rumlar’ın Türk yöneticilerinin zulüm ve baskılarından kaçmak için ovaları terkedip dağlara sı­ğındıkları söylemi tarihî bir yanılgıdır.

XVI. yüzyılda Türkler’in hepsi şehirler­de yaşıyordu. Camiler, mektepler, ha­mamlar, kervansaraylar ve tekkeler ma­hallî idare temsilcilerince veya yüksek rütbeli askerî erkân tarafından inşa etti­rilmişti. Sadrazam Hadım Ali Paşa Balya-badra, Koron, Mezistre, Modon ve eski Navarin’de mektepler, Koron, Mezistre ve Navarin’de bir hamam ve Modon’da iki hamam yaptırmıştı. Sultanlar kendi rol­lerini, zaferin bir sembolü olarak ve müslümanların öncelikli ihtiyacına cevap ver­mek için sadece kiliseleri camiye çevir­mekle sınırlandırmışlardı. Bunlardan en az dokuzu bilinmektedir.[Anabolu, Argos, Balyabadra, Corinth, Koron, Londari, Me­zistre, Modon, Monem Vasia / Menekşe] Bunların yanı sıra ilk defa II. Bayezid kla­sik Osmanlı mimarisi tarzında Holomiç’-te, Balyabadra Kalesi’nde, Androusa’da ve diğer yerlerde yeni camiler yaptırmış­tır.

1571’de İnebahtı Deniz Savaşı’nın ar­dından Mora kıyıları hıristiyan müttefik donanmasının tehdidi altına girdi. Nava-rin’in geniş tabii limanını kullanmalarına engel olmak için 980 (1572) ile 991 (1583) yılları arasında limanın girişine oldukça muhkem yeni bir hisar yaptırıldı, yakının­da da 700 hanelik yeni bir kasaba ortaya çıktı. III. Murad bu yeni kalede küçük bir mescid, kasabada âbidevî bir cami inşa ettirdi. Bu cami hâlâ ayaktadır ve Güney Yunanistan’daki en büyük Osmanlı dinî eseridir. İnebahtı hezimetinden sonra yine alınan savunma tedbirlerinin bir parçası olarak Mora idarî bakımdan ikiye ayrıldı. Kuzey bölgesi, Anabolu, Argos, Arkadia (Kyparisia), Balyabadra. Gördüs, Holomiç, Kalavryta ve Karythena kazala­rı Mora sancağını oluştururken Kalama-ta, Koron, Menekşe, Modon ve Mezistre kazası Mezistre sancağı haline getirildi.

XVII. yüzyılda Mora nüfusu önemli de­ğişimler geçirmiştir. Bir yandan ardı ar­kası kesilmeyen veba salgını, öte yandan kötüleşen iklim şartlan, eski İmtiyazların kalkması, vergilerin artması ve ekonomik sıkıntılarla daha iyi baş edebilmek için da­ha küçük aile birimlerinin ortaya çıkması nüfusun önemli derecede azalmasına yol açtı. Aynı zamanda aralarında özellikle Arnavutların bulunduğu [Gastouni, Lala ve Bardounia köyleri] köylü nüfusunun bir kısmının İslâmiyet’i seçmesi yarımadanın dinî yapısını değiştirdi. 1032 (1623) ve 1052(1642) tarihli cizye defterlerine gö­re hıristiyan nüfusta azalma oldu. 1032 (1623) tarihli defter, tahminen % 10 civa­rında kayda geçmemiş fakir halkla birlik­te hıristiyan hâne sayısını 38.631 olarak verir. 1052 (1642) yılında ise hâne sayısı 39.800’e çıkmıştır. Bununla birlikte müs-Iümanların oranı 1583te % 11 iken 1623′-te % 22’ye ve 1642″de % 26″ya yükselmiş­ti. 1583 te Eliste önceden Franklar’ın baş­şehri olan Andravida’da (Holomiç kazası) hepsi hıristiyan 150 hâne bulunuyordu. 1684ten kısa bir zaman önce aynı kasa­ba kırk hıristiyan, 116 müslüman hâne nüfusa sahipti. Yakınındaki Gastouni ka­sabasında 1583te 300 hâne ve 192 mü­cerret (bekâr erkek) hıristiyan nüfusu var­dı. 1078’de (1668) Evliya Çelebi Gastouni’-den geçtiğinde burası bir müslüman ka­sabası olmuştu. Bu tarihte bünyesinde 200 müslü­man hanesi, dört cami, bir medrese ve biri Kâdîriyye, biri de Halvetiyye olmak üzere dört tekke bulunduruyordu. Evliya Çelebi’nin ziyareti esnasında Gastouni sa­kinleri veba salgını sebebiyle dağlara kaç­mıştı ve kasaba civar adalardaki Venedik-liler’in sık sık saldırıp her şeyi yağmala­malarından dolayı harabe halindeydi.

XVII. yüzyılda nüfus azalmakla birlikte bu durum beraberinde genel ekonomik veya kültürel çöküşü getirmedi. İpek, pa­muk, zeytinyağı ve şarap bolca üretilmiş, Marsilya, Livorno ve İstanbul’a ihraç edil­miştir. Thermİsi ve Menekşe tuzlaları im­paratorluğun en üretken bölgesîydi. Ar-gos ovasının pirinci Mısır pirincinden daha kaliteli sayılıyordu. Ülkenin iç bölgelerin­de Yunan hıristiyan toplulukları, içleri zengin bir şekilde süslenmiş birçok yeni büyük köy kilisesi ve âbidevî yeni manas­tırlar inşa etmişlerdi. XVII ve XVIII. yüz­yıllarda Osmanlı Morasi’nda olağan üstü yeteneğe sahip fresk ve ikon ustaları ve sanatkârları yetişmiştir.

XVII. yüzyılda timar sisteminin çöküşü, köylü hayatının öncesine oranla daha da kötüleşen çiftliklerin yaygın hale gelme­sine yol açtı. XVI. yüzyılda Argos ovası ha­riç Mora’nın genelinde sadece birkaç çift­lik bulunuyordu.

1668 ve 1670’te Mora’yı dolaşan Evliya Çelebi köy, kasaba, şehir ve binalar hak­kında, oralarda yaşayan insanlarla bun­ların konuştuğu dillere ve giydikleri elbi­selere dair ayrıntılı tasvirler yapar. Evliya Çelebi, ayrı bir Grek dili olan Tsakonya (Tsakonian) dilinin varlığı ve bu dilde kul­lanılan kelimeler hakkında bilgi veren ilk gözlemciler arasındadır. Aynı şekilde buğ­day ve arpanın yetişmediği verimsiz ve dağlık Tsakonia’da darının yaygın oluşun­dan ve çok yendiğinden ilk bahseden de Evliya Çelebi’dir.

1670te Girit savaşları sonucunda Eğribozlu Köse Ali Paşa kumandasındaki Os­manlılar, son olarak Mora’nın “orta parmağı”ni oluşturan bölgedeki yarı bağım­sız ve dağlı savaşçı Maina (Manya/Manyot) kabilelerini kontrol altına almayı başardı. Osmanlılar bölgeyi koruyan ve gözetleyen kaleler [Bardounia, Passava veZarnata] inşa ettiler. Vitylo’nun büyük tabii lima­nını muhafaza eden yeni büyük bir hisar (Kelepha) yaptılar. Evliya Çelebi, Zarnata’-da kale ile varoşta bulunan hıristiyanların evlerinin Ali Paşa tarafından satın alındı­ğını ve sâkinlerinin şehirden çıkarıldığını, yediye yakın kilisenin camiye çevrildiğini, birçok hamam, okul. zaviye inşa edildiği­ni belirtir. Söyledik­lerinin pek çoğu 1082 (1671) tarihli olup bu çalışma hakkında tutulan muhasebe defteri bunu teyit etmektedir. Kelepha ve Zarnata kaleleri bu­gün harabe halinde olsa da ayakta dur­maktadır.

1095 (1684) ile 1097 (1686) yılları ara­sındaki savaşlar sırasında Francesco Mo-rosini kumandasındaki büyük bir donan­ma Mora’ya çıkarma yaparak bütün yarı­madayı ele geçirdi ve burasını bir Venedik eyaleti haline getirdi. Savaş her iki tara­fın ağır kayıplar vermesine, müslüman-Iara ait yapıların çoğunun tahrip edilme­sine, hatta tamamen yok olmasına yol açtı. Bölgedeki müslüman nüfusu hari­tadan silindi; bir kısmı öldürüldü, bir bö­lümü Rumeli’ye kaçtı, bir bölümü Anado­lu’ya gönderildi. Bazıları da hıristiyan ol­du [1701 ‘de Grjmani’ye göre 1317 aile] ve­ya müslümanlıklarmı gizlemek zorunda kaldı. Osmanlılar’ın geri çekilmesinden sonra açlık, veba salgını ve tam bir kaos yaşandı. Eşkıya çeteleri çoğunlukla dağ­lardaki çobanlarca desteklenerek ulaşabildikleri köy ve şehirleri yağmaladı. 1688’de düzen belli bir ölçüde sağlandı. Bu sırada Venedik nüfus komisyonu Mo­ra’nın nüfusunu 97.118 olarak belirledi. Savaştan Önce Johann VVilhelm Zinkeisen ve Miller nüfusu 200.000 dolayında gös­terir. 1684ten önce2115 köy varken656′-sı savaş veya veba sebebiyle harabeye dönmüştü. Venedikliler etkin bir koloni idaresi kurdular ve Osmanlı kontrolünde olan, ancak karışıklık içinde bulunan top­raklardan hıristiyan mültecileri çekmek için ellerinden gelen her şeyi yaptılar. 1700’lere gelindiğinde organize eşkıyalık büyük Ölçüde halledildi. Bununla bera­ber Roman Katolikler kendi inançlarının aktif bir şekilde propagandasını yapmaya başlayınca kısa zamanda yerli Ortodoks halk onları dışladı. Fransız asilzadesi ve diplomat De la Motraye, 1709’da Modon Limanfnda birkaç gün kaldığında Mo-donlu Yunanlılar’ı kendilerinden az vergi alan, fakat diledikleri gibi yaşama hakkı tanıyan Türk idaresinde olmak İçin dua eder halde bulmuştu. Halk Venedikli askerlerin evlerini karar­gâh haline getirdiğini, kadın ve kızlarına tecavüz ettiğini, papazlarının Ortodoks­luk aleyhinde konuştuklarını ve devamlı olarak kendi dinlerini kabul etmeye zorla­dıklarını, halbuki Türkler’in asla böyle bir şey yapmadıkları gibi kendilerine müm­kün olan bütün özgürlükleri tanıdıklarını söylüyordu.

Osmanlılar, Damad Ali Paşa’nın askerî harekâtı sonucu (1127/1715 yazı) Mora’­ya geri geldiklerinde yerli halk önemli bir direnme göstermedi, aksine Ortodoks nü­fusun büyük bir kısmı onlara yardımcı ol­du. Ali Paşa, Venedikliler gibi halktan be­dava erzak teminini şart koşmak yerine her şeyin ücretini Ödedi ve Mora halkına mağlûp edilen bir düşman gibi değil ya­bancı işgaline uğramış bir Osmanlı teba­ası gibi davrandı. 1128’de (1716) tamam­lanan yeni tahrirle ilgili kayıtlar gönüllü olarak gelip bağlılıklarını bildiren Yunan-lılar’ın adlarıyla doludur. Bu bilgi, Karyta-ina’nin Kocabaşı ailesi soyundan gelen Kanellos Deligiannes’ın anılarıyla da doğrulanmaktadır. Deligiannes bu yeniden fetihle, Akdeniz’e gelen Rus kuvvetleri kumandanı Orlofflar’in kışkırtması üzeri­ne patlak veren ayaklanmalar (1184/1770) arasında geçen zamana “eski iyi dönem” olarak atıfta bulunur. Gerçekten de keşiş­lere finansal imtiyazlar, muafiyetler ta­nıyan ve kiliselerin restorasyonuna, yeni­den inşasına müsaade eden fermanlar bugüne ulaşmıştır. 1715-1770 yılları, İslâmiyet’in ve İslâm kültürel hayatının yeniden teşkilinin hız­la gerçekleştiği dönem olarak tanımlan­maktadır. Anabolu’da III. Ahmed ve vezir­leri tarafından inşa edilen büyük kubbeli yarım düzine cami yükseldi; hatta bizzat III. Ahmed şehri görmek için buraya geldi. 1142’den (1729-30) kısa bir zaman sonra I. Mahmud’un musahibi Morali Beşir Ağa Argos şehrinde kubbeli bir cami yaptır­dı; yanında bir medrese, okul, kızlar için özel bir okul, bir kütüphane ve bir de hat­tatlar için eğitim yeri açtı. Morali Topal Osman Paşa, Argos ve Tripoliçe’de muaz­zam kubbeli camiler inşa ettirdi. 1153’te (1740) Morali Bekir Paşa bir medrese, ha­mam, büyük bir han ve bedestenle bir­likte bir cami yaptırdı. Benzerleri biraz daha düşük seviyede Balyabadra, Vostit-sa, Arkadia ve diğer yerlerde gerçekleş­tirildi. 171 S’ten itibaren Şeyh Yahya Şerefeddin Moravî önderliğinde Cerrâhî-Hal-vetî dervişleri birçok şehirde yeni tekke­ler kurdular [Anabolu ve Kalavryta’da iki tekke, Balyabadra, Gastouni, Tripolice ve Vostitsa’da bir tekke] ve önceden din de­ğiştirmiş olanları tekrar müslümanlaş-tırmak için çalıştılar. Holomiç kazasında 1684-1686 felâketinden önce % 14 ora­nındaki müslümanlardan 177 hâne 1716′ da hâlâ hayattaydı, yok olan 195 müslüman hanesi de kaydedilmişti. Yine aynı tarihteki tesbitlere göre Mezistre kazasının 115 köyünün yirmi ye­disinde nüfusun % 8’ini oluşturan toplam 308 müslüman ailesi mevcuttu. Mezistre’nin dokuz köyünde müslümanlar ço­ğunluğu oluşturuyordu. Aslen Morali olan pek çok müslüman mülteci yeniden inşa sürecine destek olmak için kendi eski evlerine geri dönmüştü.

1770’te uzun casusluk faaliyetlerinden sonra Orloff kardeşler kumandasındaki Rus donanması Mora’yı işgal etti ve ma­hallî hıristiyanları ayaklandırdı. Mezistre ve Arkadia şehirlerinde müslüman katlia­mına girişildi. Ayaklanma ancak Rumeli’­den gelen Arnavutlar sayesinde bastırıl­dı, fakat onlar da isyanın ardından müs­lüman ve hıristiyan ayırımı yapmaksızın birçok kişiyi öldürerek yağmalamada bu­lundular. Bu durum, 1193te (1779) Yunanlılar’ı da silâhlandıran Gazi Hasan Pa-şa’nın kuvvetlerinin asayişi sağlamasıyla sona erdi. Tahribat büyük boyutlardaydı. 10.000 Morali Yunanlı halk gemilerle Ana­dolu’ya kaçmış, bunlar Batı Anadolu’daki mahallî ayan [Manisa yöresinde Karaosmanoğulları gibi] tarafından iyi bir şekil­de karşılanmış ve yerleştirilmiş, kendileri için evler ve kiliseler inşa edilmiş ve on yıl vergiden muaf tutulmuştur. Bunların birçoğu Mora’ya barış ve huzur geri gel­diğinde bile geri dönmemiştir.

1193’ten (1779) sonra Osmanlı Morası son bir defa daha inşa faaliyetine sahne oldu. Camiler ve kaleler tamir edildi, ye­nileri yapıldı. Özellikle XVI. yüzyıldan beri köy olan Tripolice, XVIII. yüzyılda 1790′-dan itibaren eyalet yönetiminin merkezi ve müslüman nüfusun çoğunluk oluşuy­la önemli bir şehir haline geldi. 1793’te Kaymakam Tecelli Mehmed Efendi Tri­poliçe’de yeni bir cami yaptırdı. 1796’da Yûsuf Agâh Efendi aynı şehirde bir okul ve bir kütüphane inşa ettirdi. XIX. yüzyıla gelindiğinde Mora’nın nüfusu neredeyse 1583’teki seviyesine tekrar ulaşmıştı. 1805te William Martin Leake, 40.000’i müslüman olmak üzere 320.000 kişinin yarımadada yaşadığı tahmininde bulu­nur.

1821 “deki Yunan isyanı Mora’da etkili oldu. Karşılıklı sert olaylar cereyan etti. Tripoliçe’deki müslümanlar katledildi. Yunanlı âsiler Ekim 1822’de Mora’yı ele geçirdikten hemen sonra Dakin, Finley, McCarthy, Trikoupis gibi otoriteler tara­fından da belirtildiği üzere 25.000 kişiyi, yani Mora’daki Türk nüfusunun yarıdan fazlasını katlettiler. Buna, Nisan 1822’de Sakız adasındaki hıristiyanların benzeri bir harekete mâruz kalmasıyla cevap ve­rilmiştir. Mora’daki isyanın orada mevcut Osmanlı güçleri tarafından bastırılama-yacağı anlaşılınca Osmanlı hükümeti Mı­sır Valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa’ya baş­vurdu. Mehmed Ali Paşa’nm oğlu İbrahim Paşa idaresindeki donanma ve 70.000 kişilik bir ordu yarımadaya çıktı.[Şubat 1825] Modon’u karargâh edinen İbrahim Paşa isyanı acımasızca bastırdı (1825-1827), fakat geride bir harabe kaldı.

Sakız adası katliamı Avrupa ve Ameri­ka’da büyük bir infial uyandırmış, 6 Tem­muz 1827’de İngiltere, Fransa ve Rusya’­nın Londra Antlaşması’nı yapmalarına yol açmıştır. Bu antlaşmaya göre Mora’da ve Yunan topraklarının yarısında bağımsız bir eyalet oluşturulacak ve Osmanlı sul­tanına sadece vergi bağıyla bağlı olacak­tı. Osmanlılar, Avrupa güçlerinin kendi iç işlerine karışmasını reddedince 20 Ekim 1827’de Avrupa müttefik donanması Türk- Mısır donanmasını Navarin körfe­zinde imha etti. 1828’in sonbaharında İb­rahim Paşa Mora’dan çekildi, geri kalan müslüman nüfus ya kaçtı ya da yok edil­di. Mora’da İslâm varlığı tamamen ortadan kalktı. Bugüne çoğunlukla kötü hal­de cami ve hamam harabelerinin parça­lan ulaşabildi. Son birkaç yıldır bazı tari­hî eserlerin görünüşü kurtarma amaçlı restorasyon çalışmaları başlatıldı.[ Gördüs Sezâî Tekkesi Türbesi, Argos Morali Beşir Ağa Camii ve özellikle Navarin’deki III. Murad Camii]

XVI-XIX. yüzyıllar arasında Mora, kla­sik Osmanlı edebiyatı ve şiirine mütevazi bir katkıda bulunmuştur. XVI. yüzyılda Arkadİa’da (Kyparissia) yaşayan ve bura­da ölen Mezistreli Firdevsîve Koronlu Kı-yâmî gibi şairler, XVII. yüzyılda Gördüslü şair Hüseyin, yine Gördüslü şair, muta­savvıf ve Gülşeniyye tarikatının bir kolu olan Sezâiyye’nin kurucusu Hasan Sezâî-yi Gülşenî gibi isimler dikkat çeker. XVIII. yüzyılda ve XIX. yüzyılın ilk döneminde, 1770 ihtilâlinden geriye çok değerli bir eser bırakan Tripoliçeli Süleyman Penah Efendi [Mora. İhtilali Tarihçesi] Türkçe, Farsça ve Yunanca şiirler yazan Anabolu-lu Mehmed Emin Sabrı Efendi, münev­ver- şair ve siyaset adamı Tripoliçeli Abdurrahman Sami Paşa, Sami Paşa’nın da yetiştiği önemli edebiyat halkasını oluş­turan Halvetiyye’nin şeyhinin oğlu Necib Ahmed Efendi gibi fikir ve edebiyat us­taları vardır. Kazasker Hamid Efendi’nin kızı, Mevlevi dervişi ve şair Leylâ Hanım da aslen Moralidir. Morali birçok asker ve siyaset adamı arasında en önemli isim Mora valisi ve daha sonra sadrazam olan Topal Osman Paşa’dır. Bu aileden gelen Râtib Ahmed Paşa’nın en büyük torunu Nâmık Kemal’dir.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski