Muattıla Nedir, Anlamı, Hakkında Bilgi

Muattıla. Allah’ın zâtını sıfatlarından tecrit edenlere verilen isim.

Muattıla kelimesi, sözlükte “boş ve hâ­li olmak” anlamındaki ati (utul) kökünün tefîl kalıbından türeyen muattılın (boş ve hâli kılan] isim şeklidir. İlk dönemler­de Allah’ın zâtını sıfatlarından soyutla­yanları ifade eden muattıla sonraları Al­lah’ın varlığını tanımayan, tabiatın yara­tıcının tasarrufundan bağımsız varlığını sürdürdüğünü ileri sürenler için de kul­lanılmıştır. Kaynaklarda muattıla yerine ehl-i ta’tîl tâbiri de geç­mektedir.

Ta’tîl görüşünün ilk defa II. (VIII.) yüz­yılın başlarında Ca’d b. Dirhem tarafın­dan ileri sürüldüğü kabul edilir. Bu sebep­le Ahmed b. Hanbel, Buhârî ve Osman b. Saîd ed-Dârimî gibi erken dönem âlimleri ta’tîl anlayışını reddeden eserler kaleme almışlardır. Zamanla âlimler kâinatı yara­tıcıdan, Allah’ın zâtını sıfatlarından veya sadece mâna sıfatlarından yahut te’vile giderek Kitap ve Sünnet’in delâlet ettiği mânalardan soyutlama şeklinde farklı türlerdeki ta’tîl görüşlerinden bahset­mişlerdir. Şehristânî. Allah ve âhiret inancına sahip olamamış, duyulur nesnelerden akledilir âleme geçiş yapamamış ve metafiziğe ke­sin biçimde sırtını dönmüş maddeciler diye nitelendirdiği Dehriyye’yi “muattıla-tü’l-Arab” şeklinde adlandırmıştır. Bunun yanında tenzih il­kesine fazla yer veren ve bunun sonucun­da bazı isimlerle manevî sıfatları kabul etmeyen Mu’tezİJe’nin yaklaşımı kısmî ta’tîl, Berâhime’nin nübüvveti inkârı ela bir tür ta’tîl olarak değerlendirilmiştir.

İslâm tarihinde zât-sifat münasebeti konusunda ilk defa ortaya çıkan fikrî ha­reketler, Allah’a sıfatlar isnat edilmesi ve tevhidin korunması noktalarında belirginleşiyordu. Bunlardan ilkine göre evrene ve içindeki bütün nesne ve olaylara hâkim olan yaratıcının bilinmesi, dolayısıyla bazı sıfatlarla nitelendirilmesi kaçınılmazdır. Bu sıfatlar hem zihinde hem zihnin dışın­da (hariçte) zât ve mahiyet çerçevesinde gerçek bir varlığa sahiptir. Cenâb-ı Hakk’ın sonra­dan sıfat kazanmış olması mümkün değildir; aksi takdirde O’nun bu sıfatların içerdiği yetkinlikten daha önce yoksun bulunduğu, dolayısıyla kusurlu olduğu, ayrıca yeni bazı özelliklere kavuşmak suretiyle değişikliğe mâruz kaldığı sonucu ortaya çıkar. Buna göre sıfatların da zât gibi kadîm olması zaruridir. Fakat bu du­rumda kadîm varlıklar çoğalacağından tevhid prensibi zedelenmiş olur. Bu te­lakkilerin her ikisi de Asr-ı saadet’ten iti­baren müslümanların Allah’ın zâtı ve sı­fatları hakkındaki inançlarına ters düş­mektedir. Ca’d b. Dirhem tenzihe daya­nan tevhid ilkesine ağırlık verip Allah’ın hariçte sıfatlan bulunmadığını, naslarda O’na nisbet edilen “yed, vech. ayn” gibi kavramların zahirî mânalarından farklı şekilde yorumlanması gerektiğini belirt­miştir. Ca’d, sıfat anlayışına paralel ola­rak Kur’an’ın kadîm sayılmadığını da söy­lemiştir. Ca’d’ın görüşleri Cehm b. Safvân, Vâsıl b. Atâ, Amr b. Ubeyd ve diğer bazı Mu’tezile âlimlerince benimsenmiştir. Cehm b. Safvân’a göre Allah’tan başka her şey sonradan yaratıldığından ezelde ilâhî ilim ve kudrete konu teşkil edecek hiçbir şey yoktu. Dolayısıyla Allah’ın ezel­de alîm ve kadir olduğu da söylenemez, şu halde O’nun ilmi hadistir. Teşbihten kaçın­mak amacıyla Allah’a vücûd sıfatı bile at­fetmeyen Cehm b. Safvân ehl-i hadîs ta­rafından tekfir edilmiş, hatta bazı Mu1-tezilîler’ce sapıklıkla nitelendirilmiştir.

Kısmî bir ta’tîl telakkisini benimsediği ileri sürülen Mu’tezile âlimleri, aslında Kur’an’da ve Kur’an’ı destekleyen hadis metinlerinde yer alan sıfatların mevcu­diyetini kabul ederken Sünnî âlimlerince ısrarla vurgulanan mâna sıfatları ile te­vatür yoluyla sabit olmayan bazı haberi sıfatları reddetmişlerdir. İlk bakışta yara-tılmişlık özelliği taşıdığı görülen haberi sıfatlar -ister Kur’an’da ister sadece ha­diste bulunsun- Ehl-i sünnet kelâmcıları tarafından doğrudan, Selef âlimlerince dolaylı biçimde te’vile tâbi tutulmakta ve bu sebeple Mu’tezile anlayışına yaklaşıl­maktadır.

Bâtıniyye adı altında toplanan çeşitli gruplar, dinî nasları mâkul ve sabit bir esasa veya yönteme bağlı kalmadan te’-vil ederken tenzih ve tevhid konusunda ileri derecede titizlik gösteren İslâm filo­zofları naslarda Allah’a izafe edilen isim­leri (esmâ-i hüsnâ) taabbüdî çerçevede kabul etmişler, Allah’ın zâtına zihinde ve­ya hariçte herhangi bir mâna, bir nitelik nisbet etmeyen selbî sıfatlan da benimsemişlerdir. Selef âlimleriyle Mu’tezile’-nin ve diğer kelâmcıların kabul ettiği sı­fatları zihnen de olsa müstakil mânalar olarak Allah’a nisbet etmeyi tevhide ay­kırı görmüşlerdir. Bu sebeple Takıyyüddin İbn Teymiyye muattıla nitelemesini filo­zoflar için de kullanır. Mâtüridî ise sıfatın mâna ve muhtevasını ilâhî zâta nisbet eden filozofların ta’tîl telakkisini benim­semediğini belirtir.

Muattıla, “tabiatın bir yaratıcı ve dü­zenleyiciden boş ve hâli olduğu görüşünü benimseyenler” mânasına alındığı takdir­de tarihin her döneminde bu telakkiye sahip kimselerin bulunduğu görülür. Ancak bu anlamdaki Muattıla’-nın İslâmî gruplarla bir ilgisi yoktur. Mu­attıla Allah’ın zâtını sıfatlarından tecrit edenler olarak kabul edilirse burada var olduğu ileri sürülen ta’tîlin mahiyetine bakmak gerekir. Sıfat zâta nisbet edilen bir mâna ise görüşleri literatüre geçebi­lecek seviyede bulunan herhangi bir müs-lüman şahıs veya grubun Allah’ı bu sıfat­lardan soyutladığı bilinmemektedir. Çün­kü böyle bir anlayış kâinatı yaratan ve yö­neten, kendisine ibadet edilen Allah’ın fi­ilen ve gerçekte var olduğu inancıyla bağ­daşmaz. Bu durumda tartışma, ilâhî zâ­ta nisbet edilen mânaların belli bir sistem içinde ifadelendirilmesiyle alâkalı görün­mektedir. Dinin özellikle inanç konuların­da niyet ve kalbin ameli esas olduğuna göre inancın yokluğunu göstermeyen farklı ifadeler itikadî bir hüküm taşımaz, bu ifadelerin sahiplerini teşbih veya ta-tîle nisbet etmek de isabetli olmaz. Ayrı­ca ta’tîl konusunda isimleri başta zikre­dilen Ca’d b. Dirhem ve Cehm b. Safvân’-dan sonraki nesillere İntikal eden eserle­rin kaybolduğunu da unutmamak gere­kir.

Ta’tîl telakkisi çeşitli akaid ve kelâm ki­taplarıyla “mile! ve nihai” türü eserlerde ele alındığı gibi müstakil eserlerde de in­celenmiştir. Ahmed b. Hanbel’in er-Red ‘ale’z-zenûdıka ve’l-Cehmiyye, Buhâ-rî’nin Halku efâîi’lAbâd, Osman b. Sa-îd ed-Dârimî’nin er-Red Cale’l-Cehmiy-ye (üç kitap: nşr. Ali Sâmî en-Neşşâr -Ammâr et-Tâlibî, ‘Aka’idCı’s-selef İçinde, İskenderiye 19711, İbn Ebû Hatim er-Râ-zî’nin er-Red “ale’l-Cehmiyye, İbn Kay-yim el-Cevziyye’nin îcümâ’:u’l~cüyûşi’l-İslâmiyye calâ ğazvi’l-Mı/attıla ve’l-Cehmiyye ve Cemâleddin el-Kâsımînin Târîhu’l-Cehmiy-ye ve’l-Mu’tezile adlı çalışmaları bunlar arasında sa­yılabilir.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski