Mufavada Nedir, Şirketi, Hakkında Bilgi

Mufâvada. Ortakların sermaye, kâr-zarar paylaşımı, tasarruf ehliyeti, yetki ve sorumluluk bakımından eşit olmaları esasına dayalı şirket türü.

Sözlükte “işi birine havale etmek, or­taklık kurmak; [maliar) birbirine karış­mak, eşit olmak” gibi anlamlara gelen fevd (fevz) veya “dolup taşmak, yayılmak” mânasındaki feyd (feyz) kökünden türe­yen mufâvada fıkıh terimi olarak ortaklık süresince sermaye, kâr zarar paylaşımı ve tasarruf ehliyeti yönünden eşitliğin korunması şartıyla ortakların birbiriyle hem vekâlet hem kefalet ilişkisi içinde bulun­duğu şirket tipini ifade eder.

Kâr amacıyla kurulan ortaklıklar (akid şirketleri) fıkıh mezheplerine göre farklı ayırımlara tâbi tutulsa da daha çok ortak­ların hak, yetki ve sorumlulukları açısın­dan inan ve mufâvada şeklinde iki kısım­da incelenir. Şirketin dayandığı ana un­sur bakımından bunlardan her biri emval (sermaye), ebdân (emek) ve vücûh (kredi) şirketi olabilir.[Mecelle, md. 1329-1332] Naslarda konuya ilişkin özel düzenleme­lerin sınırlı olması sebebiyle daha çok ge­nel ilkelere göre ve uygulamanın etkisi altında gelişen fıkıh doktrinleri, bunların tamamının meşru sayılıp sayılmaması ve meşruiyeti kabul edilenlere bağlanacak hükümler bakımından farklı yaklaşımla­ra sahip olmuştur.

Fıkıh literatüründe mufâvada terimi, ağırlıklı olarak Hanefî doktrininde ele alın­dığı şekliyle ortakların birçok bakımdan tam eşitliği esasına dayalı şirket tipini ifa­de etmek üzere kullanılır. Hanefîler’e gö­re emval, ebdân ve vücûh şirketlerinden her biri mufâvada tarzında kurulabilir. Fa­kat konuya ilişkin şartlar ve hükümlerin izahında daha çok emval şirketi esas alın­mıştır. Zeydîler’in mufâvada anlayışı Hanefiler’inkine çok yakındır. Mâlikîler, mufâvadanın geçerliliği için Hanefîler’in ara­dığı bütün hususlarda eşitliği şart koş­mazlar; onlara göre inan ile mufâvada arasındaki temel fark, mufâvadada or­taklardan her birinin diğerlerinin onayına başvurmaksızın şirketin her türlü işlemi­ni yapmakta tam yetkili bulunmasıdır. Ayrıca emval şirketinin mufâvada tipin­de ortakların akde konu olmaya elverişli mallan için bir sınırlandırma getirilme­miştir. Öte yandan Mâlikîler’in hangi tipte olursa olsun vücûh şirketine cevaz ver­medikleri, ebdân şirketini de ortakların aynı iş kolunda çalışıyor olması halinde mutlak olarak, aksi durumda ise ilâve şartlar eşliğinde kabul ettikleri göz önü­ne alınmalıdır. Hanbelîler’de mufâvada-nın iki anlamı vardır.

1. İnan, mudârebe, ebdân ve vücûh şirketlerinden meydana gelen karma bir ortaklık tipi. Ortaklardan her biri diğerini mudârebe ve diğer şir­ketlere ilişkin tasarruflarda yetkili kılar­sa geçerli olur; kâr anlaşmaya, zarar ser­maye oranına göre belirlenir.

2. Miras gibi nâdir haklarla haksız fiil yüzünden öde­necek tazminat gibi borçları istisna ede­rek ortakların elde edecekleri bütün kazançlarda ve yükümlü tutulacakları bü­tün borçlarda ortak olmaları esasına da­yalı şirket tipi. Bu tür şirkette sermaye ve ortakların tasarruf ehliyeti bakımından eşitlik aranmaz. Bazı kaynaklarda Hanbe-lîler tarafından caiz görülmediği kaydedi­len mufâvada, yukarıda belirtilen istisna­lar yapılmaksızın her türlü hak ve borcun dahil edildiği ortaklık şeklidir. Şâfıî, Ca’ferî ve Zahirîler ise mufâvada tipi ortaklıkla­rın hiçbir şeklini caiz görmezler.

Mufâvadaya karşı çıkanlar, konusu meçhul bir vekâlet ve kefaletin birleştiği böyle bir akdin garar içermesini kaçınıl­maz görürler, bu tür şirketi teşvik eden hadisin de sahih olmadığını ileri sürerler. Mufâvadanın caiz olduğunu söyleyenler ise böyle bir akid genel kurala uygun gö­rünmese de bu konuda istihsan meto­dunun uygulanmasını haklı kılacak gerek­çeler bulunduğunu savunurlar. Bu izah tarzına göre mufâvada. öteden beri müs-lümanların ciddi bir itirazla karşılaşmak-sızın uygulayageldikleri bir ortaklık biçi­midir ve bu tür teamüller geçerli bir şer’î delil niteliğindedir. Vekâlet ve kefalet söz­leşmeleri tek başına caiz olduğuna göre bunlarla ilgili yetkilerin aynı kişide birleş­mesinde de sakınca bulunmadığı söyle­nebilir. Akdin sıhhatini etkilemeyecek Öl­çüde bilinmezlik ve belirsizlik herkesin müsamaha ile karşıladığı bir husustur; nitekim karşı görüş sahiplerince tecviz edilen bazı şirketler için de bu durum söz konusudur. Ayrıca meşru kazanç el­de edebilmek için mufâvadaya ihtiyaç du­yulduğuna göre genel prensiplere (ihti­yaç gerekçesine) binaen caiz görülmesi ge­rekir. Mufâvadayı özendirme anlamı içe­ren hadisler ise birçok Hanefî âlimi tara­fından da hüccet olmaya elverişli bulun­mamıştır.

Hanefîler’e göre mufâvada şirketinin kuruluşu sırasında ya mufâvada olduğu açıkça belirtilmeli ya da bu şirket tipine has bütün şartlar ayrıntılı biçimde söz­leşmede yer almalıdır; aksi halde şirket inan tipinde kurulmuş veya ona dönüş­müş olur. Ebû Hanîfe ve İmam Muhammed, din birliği şartını tasarrufta denk­lik ilkesinin tabii bir sonucu olarak gör­düklerinden mufâvada için ortakların ay­nı dine mensup olmasını da gerekli sa­yarlar. Bu anlayışa göre müslümanlar ve zimmîler ancak kendi aralarında mufâvada şirketi kurabilirler. Ebû Yûsuf a göre ise din farkı tasarruftaki eşitliği zedele­meyeceğinden müslümanla gayri müs-lim arasında mufâvada şirketi kurulabi­lir. Mufâvada şirketin­de her ortak diğerinin hem vekili hem ke­fili olduğundan tam anlamıyla sınırsız so­rumluluk esastır. Dolayısıyla mufâvadanin kuruluşu için ortakların sadece vekâ­lete değil kefalete de ehil olmaları, yani her ortağın tam edâ ehliyetine sahip bu­lunması gerekir. Ortaklardan birinin öl­mesi veya ehliyetini kaybetmesi duru­munda ortaklık sona erer.

Mufâvada tarzındaki emval şirketinin kuruluş aşamasında ortaklar şirkete doğ­rudan sermaye olabilecek bütün malları­nı sermaye yapmak zorundadır. Çoğunlu­ğa göre şirkete doğrudan sermaye teşkil edecek mallar nakit paralardır. Nakit pa­ra dışındaki mallarla şirket kurulabilirse de bunun için ortakların o mallar üzerin­de müşterek mülkiyet hakkını sağlayacak ön işlemleri yapması gerekir. Ayrıca ortakların sermaye miktarları ve kâr-zarar payları­nın eşit olması şarttır. Kuruluş sonrasın­da elde edilen, şirkete doğrudan sermaye olacak nitelikteki malların da şirket ser­mayesine katılması gerektiğinden bu du­rum sermayenin ortaklık süresince eşit kalması ilkesini, dolayısıyla şirketin mufâ­vada vasfını bozar ve inan şirketine dö­nüşmesine sebep olur. Şirkete doğrudan sermaye teşkil edemeyecek nitelikteki malların ise eşit sermaye ilkesine etkisi olmadığı için şirketin kuruluşu sırasında mevcut olmasıyla sonradan hibe, vasiyet, miras gibi yollarla edinilmesi arasında fark yoktur.

Mufâvada tarzındaki ebdân şirketinde ortaklardan her birinin şirket adına iş ka­bul yetkisi ve sorumluluğu hususunda eşit olması ve bütün çalışmalarını şirkete tah­sis etmesi gerekir; şirket dışında çalışa­rak veya taahhütte bulunarak bağımsız kazanç sağlaması mümkün değildir. Aynı şekilde mufâvada tarzındaki vücûh şir­ketinde ortakların şirketin ana faaliyeti olan vadeli mal ve hizmet mübadelesi yapmakta eşit yetkiye sahip bulunmaları ve piyasadaki bütün şahsî itibarlarını şir­ket için kullanmaları şarttır.

Mufâvadanın ticarî hayatın bütün alan­larını kapsayan bir ortaklık türü olarak düşünülmesi Hanefîler’in bu değerlen­dirmesinde önemli bir etkiye sahiptir. Bu­nunla birlikte mufâvada şirketinin tica­retin belli alanlarıyla sınırlı tutulabileceği kanaatini taşıyan Hanefî âlimleri de var­dır. Mufâvada şirke­tinde ortakların sermaye ve kâr zarar paylaşımında eşit olmaları yanında bü­tün ticarî faaliyetlerini şirkete ayırmakla yükümlü bulunmaları, birinin diğeri hak­kında daha az çalıştığı veya daha çok ka­zandığı şeklinde düşünmesini, dolayısıy­la ortaklan atalete sevketmesini büyük oranda önleyen bir hüküm olarak değer­lendirilebilir.

Hem kuruluş aşamasında hem sonra­sında her ortağın şirkete sermaye olabi­lecek bütün mallarını katmak durumun­da olması ve sermaye oranlarının eşit kal­ması şartı dolayısıyla mufâvadanın ancak vârisler arasında kurulabileceği, kurulsa dahi yapısını sürdürmesinin âdeta im­kânsız bulunduğu ve kaçınılmaz olarak inan şirketine dönüşeceği yönündeki tesbit büyük ölçüde haklılık taşımaktadır. Bunun.a birlikte böyle bir şirket kurmak isteyen kimselerin gerek sermaye olarak koydukları nakit miktarı dışındaki para­larını gerekse daha sonra miras vb. yol­larla elde ettikleri nakdî imkânları gayri menkule yahut başka bir mala yatırarak bu şartı yerine getirmeleri, dolayısıyla or­takların bütün birikim ve kabiliyetlerini sadece şirketin kârlılığı için kullanacak­ları bir şirket kurup işletmeleri imkânsız değildir.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski