Muid Nedir, Kimdir, Görevi, Osmanlıda, Hakkında Bilgi

Muîd. Medreselerde müderris yardımcısına verilen ad.

Sözlükte “tekrarlayan” anlamına gelen muîd kelimesi, medreselerde müderrisin verdiği dersi arkadaşlarına tekrar eden ve müderrise yardımcı olan öğretim elema­nıdır. Muîdlik görevi iade terimiyle ifade edilirdi. Muîd kelimesine yukarıdaki an­lamda V. (XI.) yüzyıl öncesi kaynaklarında rastlanmaması, bu mesleğin Nizamiye medreselerinin kurulmasıyla ortaya çıktı­ğı şeklinde yorumlanmaktadır. Ancak ge­leneğin kaynağını Hz. Peygamber döne­mine kadar götürenler vardır. Rivayete gö­re Resûl-i Ekrem ders halkasından kalk­tıktan sonra ashaptan bazıları Abdullah b. Revâha’nın etrafında toplanır, Resûlullah’ın öğrettiği şekilde beraberce zikrederlerdi; Abdullah da onlarla dinî konuları müzakere ederdi. Medrese öncesinde mescidlerde, dârüssünne veya dârülhadislerdeki imlâ meclislerinde, “miâd” da deni­len hadis derslerinde aslında kendisi de hadis talebesi olan ve hocanın söyledikle­rini o anda tekrarlayan “müstemlî” adlı yardımcı elemanlar vardı. Fakat bunlar da­ha çok hocanın sesini duyurabilmek için tekrar ederlerdi. Esasen çok kalabalık ol­mayan fıkıh meclislerinde görev yapan muîd ise ders sırasında hocayla beraber oturur, ders bittikten sonra diğer öğren­cilere dersi tekrarlardı. Muîdler genellikle diğerlerine göre daha ileri seviyede olan öğrencilerden seçilirdi. Ancak mezun ol­muş bir öğrenci veya kürsüsü bulunma­yan bir fıkıh âlimi de bu göreve tayin edi­lebilirdi. Müderris en zeki, en kabiliyetli ve çalışkan öğrencisini muîd seçerdi. Muîd-lerin mezun olduktan sonra iyice olgunlaş­madan ve hocası görevi bırakmadan kür­sü işgal etmesi ilim geleneğine aykırı sa­yılırdı. Hoca tayin edilmediği dönemlerde ise mûidler de ders vermiştir. Nitekim da­ha Önce müderrislik görevinde bulunan­lar da muîdlik yapabiliyordu. Fakat mü­derris sıfatı ile ders veren muîdler onların aldığı maaşı alamazdı.

Medreselerde genellikle her hocanın bir veya iki muîdi olurdu. Müstansıriyye Medresesi’nde İse dört mezhep müderrisinden her birinin dörder muîdi vardı. Bağdat’ı zi­yareti esnasında bir derse katlan İbn Battûta, müderrisin ders sırasında sağında ve solunda yer alan muîdlerden ve hocanın kı­yafetinden söz etmektedir. Burada ayrıca muîdlik görevi yanında dârüssünne veya dârülhadis bölümünde hadis şeyhlerinin “kâriü’l-hadîs” denilen yardımcıları vardı. Bunlar daha sonra meşihat makamına yükselirdi. Eyyûbîler döneminde muîdlik önemli bir mevki haline gelmiştir. Nâsıriy-ye ve Salâhiyye medreselerinde her mü­derrisin iki muîdi bulunmaktaydı.

Muîdlerin aldığı maaş görevlerinin öne­mi ve zamanın iktisadî şartlarına bağlı ola­rak değişmektedir. Müstansıriyye vakfiye­sine göre fıkıh medresesi muîdlerinin aylı­ğı 3 dinardır. Bunun yanında günlük yiye­cek ihtiyaçları karşılanmaktadır. Otuz ka­dar yetim çocuğun okuduğu dârülkur’ân hocasına (şeyh mukrî) yardımcı olan muî-din maaşı aylık 1 dinar 20 kırattır. Konya’­da bulunan İplikçi (Altun-aba) Medresesi’-nin 598 (1202) tarihli vakfiyesine göre mu­idin yıllık ücreti 240 dinardır.

Osmanlı medrese sisteminde de muîd aynı anlamda kullanılmıştır. Fâtih Sultan Mehmed’in yaptırdığı Sahn-ı Semân med­reselerinin her birinde birer muîd bulunu­yordu. Fâtih’in vakfiyesinde muîdlerin ka­biliyetli öğrenciler arasından seçileceği, ak­ranı içinde iyi yetişmiş ve mahir olanların muîd olabileceği, bunlara günlük 5’er ak­çe verileceği kaydedilmektedir. Muîdler, sadece müderrisin okuttuğu derslerin tek­rarı ve müzakeresiyle değil aynı zamanda talebenin gözetimiyle de ilgileniyordu. Şey­hülislâmlar, vakfiyesi gereği aynı zaman­da Beyazıt Medresesi müderrisliği yaptık­larından altı ayda bir defa medrese muî-dine ve “muzaf’ denilen muîd yardımcısına na mülâzemet verirlerdi. Bu sistem XVIII. yüzyılda yeniden düzenlenmiştir. Doğru­dan hocaya bağlı olan muîdler müderris­lik yolunda en kuvvetli adaylardı. Nitekim vefat eden, görevi değişen veya başka bir medreseye tayin edilen müderrisin, elle­rinde beratları bulunan muîdlerinin mü-lâzemete kaydedileceği kanunnâmelerin­de belirtilmiştir. Fakat bu sistemde za­manla aksamalar olmuştur. XVII. yüzyıl başlarında Koçi Bey, 1005 (1596-97) yılı­na gelinceye kadar Sahn-ı Semân muîdle­rinin müderrisler kadar itibarlı sayıldığını, medreselerde uzun süre ilimle meşgul ol­madıkça mülâzım yazılmadıklarını söyler ve artık bu kuralın bozulduğunu bildirir. AncakXVII. yüzyıldan önce de bu sistemde Önemli problemler oldu­ğuna dair kayıtlara rastlanmaktadır. Me­selâ 963’te (1556) Edirne’de Üç Şerefeli Medrese’nin müderrisi vefat edince muîdi Muhyiddin Efendi’nin mülâzım olması­nı Kanunî Sultan Süleyman’ın oğlu Baye-zid rica etmiş ve tayin şartlarına uygun olmamasına rağmen bu istek yerine ge­tirilmiştir. Ulemâ mesleğini düzenlemek için yapılan ıslahatlar sebebiyle çıkarılan emirlerde müderrisliğe geçiş şartlan be­lirtilirken muîdlik üzerinde de önemle du­rulmuştur. Muîdlik, II. Meşrutiyetin ardın­dan idâdî programlarının genişletilmesiy­le oluşturulan sultanîlerde hemen hemen aynı vazifeyi görmek üzere ihdas edilmiş­se de daha sonra kaldırılmıştır.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski