Mukatil bin Süleyman Kimdir, Hayatı, Tefsiri, Eserleri, Hakkında Bilgi

Ebü’l-Hasen Mukâtil b. Süleyman b. Beşîr el-Ezdî el-Belhî (ö. 150/767) Kur’an’ı baştan sona kadar tefsir eden ilk müfessir.

Belh’te muhtemelen 80 (699) yılı civa­rında doğdu. Bu şehirde yetiştikten sonra bir süre Merv’de yaşadı. Emevîler’in Ho­rasan valisi Nasr b. Seyyâr’ın kumandanlarından Selm (Salim) b. Ahvez el-Mâzinî’-nin yanında büyük itibar gördü. Emevîler’e karşı mücadele eden Haris b. Süreye ile yapılan barış görüşmelerine Selm b. Ahvez adına katıldı. İlk kelâmcılardan Cehm b. Safvân ile Belh’te itikadî konularda tar­tıştı ve ilâhî sıfatların ispatı yönündeki te­zini savunan bir kitap yazdı. Emevîler’in Horasan’daki nüfuzu zayıflayınca Basra’­ya gitti ve burada Atâ b. Ebû Rebâh, İbn Şihâb ez-Zührî, Atıyye el-Avfî gibi âlimler­den faydalandı. Hayatının son yirmi yılını kapsayan bu dönemde Bağdat, Beyrut, Mekke gibi şehirleri dolaştı. Bağdat’ta Ab­basî halifelerinden Ebû Ca’fer el-Mansûr ve halife olmadan önce Mehdî-Billâh ile il­mî sohbetlerde bulundu. Daha sonra Bas­ra’ya döndü ve burada vefat etti.

Mukâtil b. Süleyman akaid ve tefsirle ilgilenmiştir. Akaide dair görüşleri husu­sunda kaynaklarda farklı bilgiler yer al­mışsa da tenzihte aşırı giden ilk kelâmcılar karşısında Sıfâtiyye grubunun temsil­cilerinden olduğunda şüphe yoktur. Şîa’-ya, Müşebbihe ve Mürcie’ye nisbet edil­mesi yanında bazı Şiî kaynaklarına göre Muhammed el-Bâkır ve Ca’fer es-Sâdık’ın tabileri arasında yer alır. Bir kısım kaynaklarda ise Zeydiyye’den sayı­lır. Allah’ın cisim ol­duğuna ve arşta bulunduğuna inandığı hususunda eski kaynaklarla bazı yeni araş­tırmalar birleşmektedir. Mukâtil b. Süleyman’a teşbih ve teesim görüşünün nisbet edilmesi çağ­daş bazı ilim adamlarınca tarafgir bir de­ğerlendirme olarak nitelendirilmişse de Ebû Hanîfe ve Ebû Yûsuf başta olmak üzere bu değerlendir­meyi yapan Ebü’l-Hasan el-Eş’arîve Ebü’l-Muîn en-Nesefî gibi âlimlerin bu şekilde itham edilmesi isabetli görünmemektedir.

Aslında Mukâtil hakkındaki farklı değer­lendirmeler onun yaşadığı dönemde Hora­san’daki fikrî ve siyasî çatışmalardan kay­naklanmaktadır. Zeydiyye ve Şîa taraftar­larının bulunduğu ve özellikle Mürcie ta­raftarlarının hâkim olduğu Horasan bölge­sinde fikir ayrılıkları siyasî çatışmalarda saf belirleme hususunda etkili olmuştur. Ancak bunun mutlak anlamda belirleyici olduğunu söylemek güçtür. Kaynaklarda aktarılan bilgiler, fırkaların kendi içinde hem siyasî hem fikrî cephede yeknesak bir hareket olmadığını göstermektedir. Her ikisi de Mürciî kabul edilen Mukâtil b. Sü­leyman ile Cehm b. Safvân aynı fikrî bütünlüğe sahip bulunmadıkları gibi aynı si­yasî tavrı da benimsememişlerdir Kaynaklarda Cehm’in Muat-tıla, Mukâtil’in ise Müşebbihe’den olduğu söylenir. Yine Mukâtil bir Mürciî sayılma­sına rağmen İktidara Karşı yapılan Mürciî tabanlı isyanlara katılmamıştır. Halbuki Cehm, Emevîler’e isyan eden Haris b. Süreyc’in isyanında Hâris’in danışmanlığını yapmıştır. Bu durum, dö­nemin şahsiyetlerinin belirli bazı tanımla­ma içine sokulamayacağını göstermekte­dir. Kişiler hakkındaki nitelemeler ortamla ilgili olarak yapılmakta ve her zaman bü­tünlüğü yansıtmamaktadır. Bu sebeple söz konusu nitelemeler yapıldığında bir mezhebe mensup olmanın veya nisbet edilmenin temel gerekçesi dikkate alın­malıdır. Mukâtii b. Süleyman’ın Mürciî olu­şunda esas alınması gereken husus İbn Hazm’ın belirttiği gibi Mürcie’nin temel un­suru olan iman-amel münasebetidir  Mukâtii b. Süleyman, iman ile ameli ayırmakta ve büyük günah işle­yen kimsenin mümin olduğunu kabul et­mektedir. Ayrıca imanı “tasdik” diye tanım­lamasına rağmen onu marifetle ilişkilen-dirmekte, iman ile ameli bir nevi marife­tin dereceleri olarak değerlendirmekte­dir. Bu açıdan yetersiz bir amelle imanın mümkün olup olmayacağı tartışmalarının gündemin en önemli konusunu teşkil et­tiği Horasan’da Mürciî tanımlamasına gir­mektedir. Halbuki Mukâtii siyasî tavırla­rında Mürcie ile aynı safta görülmemek­tedir. Öte yandan muhalif fırkalar arasın­da yapılan tartışmalardaki maksadı aşan ifadeler ve bunlara dayanılarak üretilen yargılar, düşünürler hakkında yaygın nite­lemeler haline getirilmiştir. Mukâtil’in Mücessime ve Müşebbihe’den olduğunu ileri süren ve günümüze ulaşan hiçbir eserin­de bulunmayan aşırı teşbihçi düşünceleri ona nisbet eden değerlendirmelerin, Cehm b. Safvân ve başkalarıyla bilhassa Allah’ın zâtı ve sıfatları hakkında yaptığı tartışma­lar dikkate alındığında bu bağlamda değerlendirilmesi daha doğ­ru görünmektedir. Bu tür sorunların çö­zümü için iki ayrı Mukâtil b. Süleyman’ın yaşadığı ve bunlardan tefsir sahibi olanın Müşebbihe ve Mücessime’ye mensup ol­duğu söylenilmişse de bu iddia kaynaklarda aktarılan bilgilerle uyuş­mamaktadır. Zeydiyye veya İmâmiyye’-ye mensup olduğuna ilişkin rivayetler bu­lunmaktadır. Ancak Mukâtil’in mezhebi anlamda bir Şiî olduğunu kabul etmek hem eserlerindeki görüşleriyle hem Emevîler’e yakınlığı ve bazı görüşmelerde onları tem­sil etmesi gerçeğiyle bağdaşmaz.

Günah işlemenin mümine zarar verme­yeceği, dolayısıyla onun cehenneme gir­meyeceği, sadece sırattan geçerken ce­hennem ateşinin sıcaklığını hissederek bir tür azaba uğrayacağı şeklindeki görüşler Mukâtil’e atfedilmiş ve Mürcie’ye öncülük yap­tığı ileri sürülmüştür. Eş’arî, Mukâtil ta­raftarlarının, “Allah cisimdir, İnsan sûretindedir; eti. kanı, saçı, kemiği vardır; el, ayak, baş ve göz gibi organlara sahiptir; bununla beraber O hiçbir şeye benzemez, hiçbir şey de O’na benzemez” dediklerini nakletmektedir. İbn Hazm ise bu sözlerin doğrudan Mukâtil b. Sü­leyman’a ait olduğunu söylemektedir Sonraki müellifler de bu iddi­ada bulunan Mukâtiliyye adlı bir Müşeb­bihe fırkasını kendisine nisbet etmişlerdir. Ancak Mukâtil hakkında nakle­dilen ve aşırı teşbihi (antropomorfizm) ifa­de eden görüşlere onun günümüze ula­şan eserlerinde rastlanmadığı gibi bun­ların çoğu eserlerinin muhtevası ile çeliş­mektedir. Nitekim yukarıda kaydedilen sözleri Şehristânî, Râfizîler’den Dâvûd el-Cevâribî’ye nisbet etmektedir Şehristânî’nin Mukâtil’e izafet­le naklettikleri ise genellikle onun eserle­rinde yazdıkları ile uyum içinde olup bazı araştırmacılar da Mukâtil’in Mürcie-i hâ-lisadan değil Ehl-i sünnet Mürciesi’nden olduğunu bazıları ise ilk bakışta teşbih gibi gö­rünen açıklamalarının aslında Kur’an ve Sünnet’e uyduğunu, her ne kadar Mu’tezilî anlayış açısından söz konusu açıklama­lar teşbih kabul edilse de Ehl-i sünnet öl­çülerine göre Mukâtil’in Müşebbihe’den sayılamayacağını düşünmektedir. Öte yandan et-Tefsîrü’i-kebîr’i neşreden Şehhâte, Mukâtil’in İstiva, arş, kürsî, sâk ve yemînullah hususunda tecsîme düştüğünü, diğer haberî sıfatları ise te’vil ettiğini belirtmektedir. Makâlât kitaplarında geçen ağır ithamlar Mukâtil’in eserlerinde ortaya koyduğu görüşlerle uyuşmamakla birlikte et-Tefsîrü’l-kebîr’-de teşbih ifade eden bir kısım nakil ve izah­ların bulunduğu da bir gerçektir. Bu sebeple onun yorum ve açıklamalarında kelâmı anlama ile kelâ­mın konusu olan varlığı anlama arasında doğrudan bir ilişki kurarak bir meselenin mutlak gayb alanına ait olmasıyla hem gayb hem duyu alanıyla ilgili oluşunu bir­birinden ayırdığı sonucuna varılabilir. Bu­na göre Mukâtil mutlak gayba dair âyetleri aklî çıkarımlarla te’vil cihetine gitme­mektedir; çünkü naklî bir delil olmadan bu tür nasların açıklanamayacağını düşün­mekte ve sadece âyetin zikrettiği gerçek­liğin Kur’an genelindeki paralel anlatımla­rına başvurarak ilgili rivayetleri sıralamak­tadır. Açıklama türünden söyledikleri ise daha çok rivayetlerin muhtevasından bir bütünlük oluşturmaya yöneliktir. Bu tür bir te’vil tarzı, asıl itibariyle mevcut mal­zemenin aktarılmasından ve Selefe has bir yaklaşımla ifadeleri olduğu gibi kabul etmekten ibarettir. Buna karşılık gaybî boyutu olmakla birlikte aslında duyulur âleme dair âyetlerden teşekkül eden ikinci kısımla tamamen duyulur âlemle ilgili âyet­lerden oluşan üçüncü kısımda ya doğru­dan lugavî açıklamaları ya da istidlal ve ri­vayetleri kullanarak âyetin yorumunu or­taya koymaktadır. Bu yönüyle Mukâtil Se­lef yaklaşımından ayrılmakta ve Selefin yorumlamaktan kaçındığı haberî sıfatla­rı te’vil etmektedir. Dolayısıyla Mukâtil’in yaklaşımı bir ifade tarzı olup onun teşbihe düştüğünü söylemek isabetli değildir. Peygamberlerin ismet sıfa­tına sahip olduklarına dair Mukâtil’in gö­rüşü daha sonra kelâm ilminde benimsen­miş ve kendisi ismet inancının temelini oluşturan âlim olarak kabul edilmiştir.

Mukâtil’in ilmî şahsiyetinde Öne çıkan yönü tefsirciliğidir. Her ne kadar kendisin­den önce Saîd b. Cübeyr, Hasan-ı Basrî, Amr b. Ubeyd, Mücâhid b. Cebr, İkrime el-Berberî ve İbn Cüreyc gibi âlimler Kur’an tefsiriyle meşgul olmuşlarsa da onların tefsirleri hem kısmîdir hem de tamamı günümüze ulaşmamıştır. Mukâtil’e atfe­dilen eserler onun nâsih-mensuh, muh-kem-müteşâbih, vücûh-nezâir gibi tefsir ilminin ana meseleleriyle ilgilendiğini ve bu konularda kitaplar yazarak bu ilmin inşa­sında önemli rol oynadığını göstermekte­dir. Mukâtil âyeti âyetle tefsir etmiş, riva­yet ve dirayet yöntemini birlikte kullan­mıştır. Bu sebeple Mâtüridî gibi sistema­tik ve kapsayıcı olmasa da aklî tefsir yön­temini kullanan ilk müfessir kabul edil­miştir. Katâde’den oldukça yararlanmış, otuz civarında râviden yaptığı nakillerin çoğunda isnad zinciri bulunmayıp bunları Kelbî. Ebû Salih gibi yalancı olarak bilinen râvilere dayandırmıştır. İsnadın ilmin senedi sayıldığı bir dönemde çalışmalarına konu olan mal­zemeyi sağlam rivayetlerle sunmaması ve çelişkili senedlerle aktarması sebebiyle eleştirilmiş ve hadis âlimlerince “metruk” ve “mehcûrü’l-kavl” kabul edilmişti.

Dönemin tahammülü’l-ilm anlayışı, bir kimsenin tahsil etmek istediği ilmi o ilme vâkıf hocaların ders halkasına katılarak ri­vayet hakkını elde etmeyi ve bu ilim anla­yışı içerisinde ilim tedrisinde bulunmayı gerektirmekteydi. Anlaşıldığı kadarıyla Mukâtil bu esaslara tam anlamıyla riayet et­meyerek işitmediği kimselerden rivayet­te bulunmuş ve bu sebeple insanların ilmi­ni topladığı ve bu şahıslardan işitmediği halde bunlara dayanarak tefsir ettiği suç­lamalarına mâruz kalmıştır. Bununla birlikte İbn Adî, Mukâtil b. Süleyman’ın naklettiği hadislerin çoğunun sahih olduğunu, bir­çok sika ve mâruf râvinin ondan rivayette bulunduğunu ve zaafına rağmen hadis­lerinin yazıldığını belirtmektedir. Cürcânî de aynı değerlendirme­yi yaparak Mukâtil’in Tefsîrü’î-hamsi mie âye adlı eserinde birçok müsned ve merfû hadis olduğunu söylemektedir.

Hadisteki eleştirilere rağmen tefsirdeki otoritesi Mukâtil’i haklı bir üne kavuştur­muş ve ihtiyatla da olsa erken dönemden itibaren eserlerine başvurulmuştur. Mâ-türîdî bazan eleştirmekle birlikte onun yorumlarına temas etmiştir. Ebü’l-Leys es-Semerkan-dî ise Mukâtil’den yaptığı çok sayıdaki ri­vayetle ondan yararlanma sürecine katıl­mış, daha sonra Sa’lebî el-Keşf ve’l-be-yân’ında Mukâtil’e ait tefsirin farklı tarik­lerini derleyerek bu süreci hızlandırmış, ardından gelen Vahidî, Ferrâ el-Begavî, Muhammed b. Ahmed el-Kurtubî, Ebü’l-Berekât en-Nesefî, İbn Kesir gibi müfes-sirler de aynı yolu izlemiştir. Bedreddin ez-Zerkeşî ve Süyûtî gibi müteahhir müfessirler Mukâtil’e yönelik eleştirilere atıf­ta bulunmakla beraber tefsirinden fayda­lanmış, Ebüssuûd Efendi onun hakkında saygılı ifadeler kullanmıştır.

Eserleri

1. et-Tefsîrü’î-kebîr. Tefsîru Mukâtil b. Süleyman adıyla Abdullah Mahmûd Şehhâte tarafından neşredilen eserde yer alan ve genellikle isnad zincirleri bulunmayan ri­vayetlerin büyük bir kısmının hadis mec­mualarında mevcut olduğu tesbit edilmiş­tir. Tefsirin Mukâtil b. Süleyman’a nisbet edil­mesinin zor olduğunu söyleyen Muham­med Hüseyin ez-Zehebî’ye göre eserde 144 (761) yılında doğmuş olan Yahya b. Ziyâd el-Ferrâ’dan nakiller yapılması dik­kat çekicidir. Zira onun henüz altı yaşında bulunan bir çocuktan rivayette bulunma­sı mümkün değildir. Bu durum tefsirin Mukâtil’den son­ra yazıldığını veya en azından ona bazı ilâ­velerin yapıldığını düşündürmektedir.

2. el-Vücûh ve’n-nezâir. Birden fazla an­lama gelen 185 kelimenin Kur’an’da han­gi mânalarda kullanıldığını inceleyen eser daha sonra aynı konuda yapılan çalışma­lar İçin kaynak olmuştur. Nitekim Yahya b. Sellâm’ın et-Teşârîf: Teisîıü’l-Kur’ân adlı eseriyle bu kitap arasında büyük çap­ta benzerlik tesbit edilmiştir. Ayrıca Ha-kîm et-Tirmizrnin Tahşîlü nezâ’in’î-Kuran’ı el-Vücûh ve’n-nezd’ir’in bir şerhi ve eleştirisi olarak görülmüş, hatta elde mevcut el-Vücûh ve’n-nezd’ir’in bunun eksik bir nüshasına dayandığı belirtilmiş­tir. Abdullah Mahmûd Şehhâte ve Ali Özek’in yayımladığı eseri M. Beşir Eryarsoy Kur’an Terimleri Sözlüğü adıy­la Türkçe’ye çevirmiştir.

3. Tefsîrü’l-hamsimi’e âye mine’l-İİur’ân, Fıkha dair âyetlerin incelendiği eseri Isaiah Goldfeld neşretmiş M. Beşir Eryarsoy Ahkâm Âyetleri Tefsiri adıyla Türkçe’ye çevirmiştir. Mukâtil b. Süleyman’ın kay­naklarda adı geçen diğer eserleri de şun­lardır: el-Kıra’ât, Müteşâbihü’î-Kurân, Nevâdirü’t-tefsîr, en-Nâsih ve’l-men-sûh, eî-Cevâbât îi’î-Kurân, et-Takdîm ve’t-te’hîr, el-Aksâm ve’i-luğât, er-Red ‘ale’l-Kaderiyye.

Mukâtil b. Süleyman’ın ilmî kişiliği ve eserleri zamanımızda çeşitli araştırmala­ra konu olmuştur. Bunlar arasında M. M. al-Sawwafın Muqâtil b. Süleyman an Early Zaidi Theologian with Special Reference to his Taîsir al-khamsi miat aya, Fevzi Hamurcu’nun Mukâtil b. Süleyman ve Kitâbu Teîsîri’l-hamsi mie Âye Ad­lı Eseri, Übey b. Ali el-îd’in Tefsî­ru Mukâtil b. Süleyman: Tefsîrü’l-ham-si m?e âye ü’l-emr ve’n-nehy ve’l-helâl ve’l-harâm, Ömer Türker’in Mukâtil b. Süleyman’ın Kur-‘ân’ı Tevil Yöntemi ve İbrahim Çelik’in Mukâtil fa. Süleyman ve Tefsirdeki Metodu adlı çalışmaları sayılabilir.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski