Musiki / Müzik Nedir, Ne Demek, Tarihi, Tarihçesi, Hakkında Bilgi

Mûsiki

Mûsiki (müzik) kelimesinin kaynağı hak­kında değişik görüşler arasında en yaygın olanı Latince musicaya dayandığını ileri süren görüştür. Eski Yunanca’daki mousikeden (mousa) geldiği kabul edilen musicanın kökü ise muz (muse) kelimesidir. Yunan mitolojisinde Tanrı Jüpiter’in Tan­rıça Mnemosyre’den doğan dokuz kızının adı oian “müz”lerin her biri ayrı bir İlim ve güzel sanatın ilahesi sayılmaktaydı. Antikçağ’lann sonlanna doğru “mus” ya da “musike” dendiğinde sadece bugünkü mûsiki kavramı anlaşılmaya başlamıştır. Terim bir­çok milletin dilinde Latince’sine benzer ke­limelerle karşılanmış, Arapça’da mûsîkâ; Farsça ve Türkçe’de mûsikî şeklinde ses­lendirilmiştir. Mûsikinin tarih boyunca bir­çok tanımı yapılmıştır. Pisagor’a Pythago­ras göre mûsiki “birbirine benzemeyen çeşitli seslerden meydana gelen konser”, İbn Sînâ’ya göre “birbiriyle uyumlu olup ol­madığı yönünden sesleri ve bu sesler ara­sındaki zaman sürelerini araştıran riyâzî bir ilimdir. Abdülkâdir-i Merâgi mûsikiyi “îkâ devirlerinden biriyle tertip edilip ku­lağa yumuşak gelen nağmelerin bir araya getirilmesi”, Emmanuel Kant “sesler va­sıtasıyla birbirini takip eden güzel hisleri ifade etme sanatı”, Jean-Jacques Rousseau “sesleri kulağa hoş gelecek şekiide tertip edebilme sanatı” olarak tanımla­mıştır. Dimitrie Cantemir (Kantemiroğlu) mûsikiyi, “çıkardığımız seslerin ölçülü bir zamanda bir usulün düzenine uyarak ha­reket edip belirli bir yerde karar kılıp dur­ması ve işitme gücümüze zevk vermesi” diye tarif ettikten sonra felsefeye göre akıl gücünün konuşabilen canlılara mahsus bu­lunduğunu ve mûsiki ilminin de akıl sahi­bi olmanın bir delili sayıldığını söyleyerek yüce yaratıcının bu eşsiz hediyesini âde-moğlundan başka hiçbir mahlûkata bağış­lamadığını ilâve eder.

Eski Mısır, Grek, Çin ve Hint gibi belli başlı kültür ve medeniyetlere mensup dü­şünür ve müzisyenlerin müziğe yükledik­leri anlamlar arasında benzerlikler olduğu söylenebilir. Filozof ve hakîm Hermes’e gö­re Tanrı en büyük müzisyendir ve kozmik süreç onun müziğidir. Konfüçyanizm’e ait metinlerde yer alan düşüncelere göre pentatonik (beş ton ses) sistem olarak bili­nen Çin müzik sisteminde mûsiki ve koz­mik ahenk konusunda “kung” sesi hüküm­darı, “sheng” sesi tebaasını, “cnüeh” sesi halkı, “chıh” sesi iş ve bürokrasiyi, “yu” se­si eşyayı gösterir. Bu beş unsurdaki bozuk­luk hükümet yönetiminde uygunsuzluğu işaret eder. Siyasî ahengin bulunmadığı bir ülkede kozmik ahenk de bozulur. Konfüç­yanizm’e göre müzik gökle toprak arasın­da bir âhenktir. Gerek Hermetizm gerekse Konfüçyanizm’in mûsiki konusundaki yo­rumlarına paralel yorumlara müzikle ilgili ilk çalışmaları yapan Pisagor’da da rastla­nır. Ona göre nesneler sayıların bir araya gelmesiyle oluşur. Evrenin temeli aritme­tiksel orantılardır. Pisagor müzik gamının, halen mükemmel ses uygunlukları diye ad­landırılan iki ses arasındaki perde farklılık­larının 1, 2, 3 ve 4 sayılarının oranları ola­rak aritmetiksel biçimde dile getirilebile­ceğini düşünmüştür. Bunlar birbirine ek­lendiğinde oluşan 10 sayısı, matematik ve mistik unsurlardan meydana gelen alışıl­madık karışımda mükemmel bir sayı ola­rak kabul edilir. Müzikteki armoni de sa­yıya dayanır. Çünkü tellerin veya borunun uzunluğuyla çıkan ses arasında bir ilişki vardır ve kâinat uyumlu sesler veren bir birlik durumundadır. Öğretisi daha çok kozmolojik bir karakter taşıyan Pisagor’un temel çizgileri ateş, su, toprak ve hava­dır. Bunlar başlangıçta bir kaos (karmaşa) halinde iken Tanrı bunian düzene koyarak kosmosu (düzen ve ahenk) meydana getirmiştir. Müzik kâinattaki bu düzen ve ahengin yansıması ve ifadesidir.

Pisagor’dan itibaren antik Yunan düşü­nürlerinin müzik üzerinde çeşitli görüşler ileri sürdüğü görülmektedir. Müziği eği­timlerin en üstünü olarak kabul eden Sokrat’a göre ritim ve melodi ruhun içine iş­leyerek onu en güçlü biçimde kavrar. İyi eğitim gören bir insanın ritim ve melodi yönündeki başarısı ruhunu da güzelleştirir. Eflâtun’un (Platon) bu konudaki yak­laşımı Sokrat’in görüşlerine çok yakındır. Aristo ise müzik eğitiminin pek çok bilgi­ye ulaşmak için araç olması yönünden ge­rekli olduğunu söyler.

IV. yüzyıldan itibaren Avrupa’da Hıristi­yanlık çerçevesinde şekillenen kilise müzi­ği ortaya çıkmıştır. Bilhassa Yakındoğu’­da Ortodoks kiliselerinde kullanılan modal yapı ve kilise modlarının Ortaçağ müziğini oluşturan temel unsurlardan olduğu söy­lenebilir. VI. yüzyılda aynı zamanda birer müzik teorisyeni olan Saint Boethius ve Cassiodorus Yunan müzik tarzlarını yaydı­lar. Saint Boethius, De Musica adlı ese­rinde Pisagor ve Eflâtun felsefelerinden yo­la çıkarak müzik ve matematiğin ayrılmaz­lığına, müziğin insan karakterine etkisine ve eğitimdeki yerine değinir. Bu dönem­de kilisenin koyu taassubu altında insan, sadece ölümden sonrasına hazırlık yap­ması gereken kutsal bir ortama yönlendi­rilmiş, çalgı ve kadın sesinin kilise tarafın­dan yasaklanarak kilisede en kutsal çalgı­nın sadece erkek sesi olduğu kabul edil­miştir.

Bugün kullanılan nota isimleri, Toskana’daki Arrezo Katedrali rahibi Guido tarafın­dan 1030 yılında geliştirilmiş, daha sonra din dışı müzik de gelişerek kilise müziğini etkilemiştir. Din dışı müziğin gelişmesin­de özellikle Haçlı seferleri sırasında İslâm coğrafyasını dolaşarak bu bölgelerden pek çok müzik ezgisi ve şiirini Avrupa’ya taşı­yan, Troubadour ve Jongleur gibi isimler­le bilinen gezgin müzisyenlerin önemli Öl­çüde katkıları olmuştur.

İslâm dünyasında mûsiki sistemindeki teorik yapı VIII-XIII. yüzyıllarda gelişerek Endülüs’ten Çin’e ve Orta Afrika’dan Kafkaslar’a kadar geniş bir alanda yaygınlaş­mıştır. Bu bilgilerin Ortadoğu’ya yayılma­sında İskenderiye, Antakya, Harran ve Urfa gibi İlkçağ’ın önde gelen Grek bilim merkezlerinin büyük rolü olmuştur. İslâ­miyet’in bölgede yayılmasından sonra İs­kenderiye’nin yanı sıra Anadolu, Suriye, İrak ve İran’da birçok ilim merkezi müslümanların eline geçmiştir. İslâm dünyasında ilk mûsiki nazariyatı çalışmaları Emevîler ve Abbasîler devrinde başlamıştır. Zelzel, Yûnus el-Kâtib ve Halîl b. Ahmed bu dönemin ilk önemli musikişinaslarıdır. Ûdî Zelzel, Pisagor dizisi olarak anılan skalaya 3S5 cent değerinde bir aralık ilâve et­miştir. Yûnus el-Kâtib ile aruz ilminin ku­rucusu olarak bilinen Halil’in mûsiki naza­riyatına dair eserleri günümüze ulaşma­mıştır. Daha sonraları İbrahim el-Mevsılî, İbrahim b. Mehdî, İshak el-Mevsılî, İbn Hurdâzbih ve İbnü’l-Müneccim onları ta­kip etmiştir.

Eski Grekler’e ait ilmî eserlerin tercü­meler yoluyla İslâm dünyasına girdiği Ab­basîler devrinde mûsiki nazariyecileri, eski Grekler’de olduğu gibi sesler arasındaki aralık ve oranları aritmetikte sayılar, astro­nomide yıldızlar ve geometride şekiller arasındaki oranlarla birlikte ele almışlar, ayrıca bu teorinin bazı unsurlarını Arapça isimler vererek olduğu gibi, bazılarını da uyarlama yoluyla kendi teorilerine katmış­lardır. Tarentumlu Aristoxenus’un Elementa Harmonica’sı, Aristides Quintilianus’un De Musica”sı, Öklid’e mal edilen Sectio Canonis, Geresalı Nicomachus’un Enchiridion’u, Batlamyus’un Harmonikon’u gibi kaynak eserler, İslâm dünyasın­da müzik teorisi alanında yazılan ilk eser­lerin temel kaynağını oluşturur.

İslâm dünyasında mûsiki çalışmalarının teori ve sazlarla ilgili olarak yoğunlaştığı söylenebilir. İlk İslâm filozofu Ya’küb b. İs­hak el-Kindî teori üzerinde çalışan en eski müelliftir. Mûsikiye dair on risalesinden ancak dört tanesi günümüze ulaşan Kin-dî, Arap mûsikisinde ilmî ekolün kurucusu kabul edilir. Kindî ebced harflerine dayalı bir nota sistemi kurmuş, mûsikiyi man­tık, felsefe, hesap, hendese ve hey’et ilim­leriyle birlikte değerlendirmiş, riyâzî ilim­lerden mahrum olanların Ömür boyu fel­sefe okusalar dahi bunu anlayamayacak­larını, sadece yazılanları tekrarlamış ola­caklarını ifade etmiştir. Kindî, udda her bir telin dört temel ses üzerinde tesis edil­diği ve “dörtlü sistem” adını verdiği bir ses sistemi kurmuş, iki oktavlık bir diziyi elde edebilmek için nazari olarak o döne­me kadar dört telli olan uda “hâddismini verdiği beşinci bir tel ilâve et­miştir. Kindî ayrıca Ethos doktrini çerçe­vesinde udun dört teliyle gökcisimleri, burçlar, ay, rüz­gâr, mevsimler, günler ve dört unsur ara­sında bağ kurduktan sonra bunların insan vücuduna etkilerini açıklamıştır.

Kindî den sonra mûsiki nazariyesine da­ir çalışmaları günümüze ulaşmış diğer bir İslâm filozofu Fârâbî’dir. Aynı zamanda iyi bir icracı olan Fârâbî’nin mûsiki konusun­da telif ettiği üç eserinden en kapsamlısı el-Mûsîka’1-kehîr, Batı’da ve İslâm dün­yasında mûsiki teorisi ve özellikle mûsiki felsefesi hakkında yazılmış en sistemli eserlerden biri kabul edilmektedir. Mûsiki sanatını icra eden ve teoriyi icra ile kuv­vetlendirmek isteyenler için yazılan eser icranın teoriden önce geldiği esası üzerine kurulmuştur. Mûsiki konusunda Grek ve İslâm dünyası arasında köprü vazifesi gö­ren Fârâbî bu eserde Grek eserlerini şer-hetmekle kalmamış, onlardan eksik şekil­de intikal eden bilgileri düzelterek tamam­lamıştır. Kitapta mûsikinin fizyolojik esas­larını ele alma şekli bakımından Grekler aşılmış, ayrıca çalgılar hakkında hiçbir eser bırakmayan Grekler’in aksine bu alanda ilk çalışmalar ortaya konmuş-, ud, şehrûd, Horasan ve Bağdat tamburlarının perde bağları ve akort sistemleri hakkında ge­niş bilgi verilmiştir. Eserin, başta İbn Sînâ olmak üzere daha sonra yapılan mûsiki te­orisine dair çalışmaları etkilediği ve bu et­kinin Abdülkâdir-i Merâgî’ye kadar uzan­dığı kabul edilmektedir.

Muhammed b. Ahmed el-Hârizmî ile trigonometri ilminin kurucusu Ebü’l-Vefâ el-Bûzcânî, Fârâbrden sonra mûsiki teorisi üzerine eser yazmış müelliflerin en önem­lileridir. Hârizmî Mefâtîtnı’l-‘ulûm adlı ansiklopedik eserinin mûsikiye ait bölüm­lerinde aralıklar, perdeler ve tellerin tak­simatı gibi ses sistemiyle ilgili konularla mûsiki aletleri hakkındaki bilgilere yer ver­miştir. Bûzcânînin îkâa dair eseri kaybol­muştur. Ortaçağ İslâm dünyası mûsiki kay­naklarında adından sıkça söz edilen bir di­ğer önemli eser Resa’ilü İhvâni’ş-Şafti­dir. X. yüzyılda Basra’da dinî, felsefî, siya­sî ve ilmî amaçlarla ortaya çıkmış bir top­luluk olan İhvân-ı Safâ’nın bu konulardaki düşüncelerini içeren külliyatın matemati­ğe ayrılan beşinci risalesinde mûsikiyle il­gili görüş ve bilgilere yer verilmiştir. Mû­sikinin ruha tesiri, sesin özellikleri, aralık­lar, mûsiki-kosmos münasebeti, seslerin uyumu, mizaç-ses ilişkisi, çalgılar veîkâ’ konularının ele alındığı risale Hermes, Pi­sagor ve Konfüçyüs’ün ilâhî derinliğe sa­hip müzik yorumlarının İslâm dünyasına aktarılmasında büyük ölçüde etkili olmuş­tur. İhvân-ı Safa bu risalenin amacının bü­tün dünyanın aritmetik, geometrik ve mü-ziksel ilişkilerle uyum içinde bulunduğu­nu göstermek suretiyle evrensel ahengin gerçekleştiğini açıklamak olduğunu ifade eder. Mûsikinin ilk sebebi olarak göklerin armonisi görüşünü savunan İhvân-ı Safâ’nın müzik dinlerken yaşanılan vecd halini anlatan sözleri hemen hemen tasavvufîdir. İhvân-ı Safa, kâinatta varlıklar arasın­daki uyumdan ve oranlardan söz ettikten sonra aynı uyumun gezegenler arasında da mevcut olduğunu ve gezegenlerin ha­reketleri esnasında uyumlu nağmeler çı­kardığını ifade ederken Pisagor düşünce­sine oldukça yaklaşır.

Ortaçağ tıbbının önde gelen temsilcisi olan ve mûsikiyi riyâzî ve eğitici ilimler ara­sında sayan İbn Sînâ mûsiki konusunda müstakil eser yazmamış, ancak eş-Şifâ, en-Necâtve Dânişnâme-i ‘AJâ’f adlı ki­taplarında konuyla ilgili bölümlere yer ver­miştir. Mantık, tabîiyyât, riyâziyyât ve ilâ-hiyyât bölümlerinden meydana gelen eş-Şifâ’ın riyâziyyât bölümünün on ikinci kıs­mı “Cevâmiu ilmi’l-mûsîkâ” adını taşımak­tadır. eş-Şifâ gibi dört bölümden meyda­na gelen en-Necât’ın riyâziyyât bölümü dışındaki üç bölümü eş-Şi/d’in önemli öl­çüde özeti mahiyetindedir. Mûsikiye ait bilgiler en-Necât’m riyâziyyât bölümün­de “Muhtasar fi cilmi’l-mûsîka” başlığı al­tında verilmiştir. Bu bilgiler, İbn Sina’nın talebesi Abdülvâhid el-Cûzcânî tarafından hocasının eserlerinden derlenmiştir. Dânişndme’deki mûsiki bölümünde ise en-Necat’taki bilgiler hemen hemen aynen tek­rarlanmıştır. Batı kaynaklarında Grek eser­lerini şerhedenler ekolünden sayılan İbn Sînâ, Fârâbî’nin müzik üzerindeki düşün­celerini daha da genişleterek kendi siste­matiği içerisinde incelemiştir. İbn Sînâ1-ran yaptığı mûsiki tarifinden ortaya çıkan ses ve îkâ’ unsuru fizik, aritmetik ve geo­metriyle doğrudan ilgilidir. Ona göre ses, aynı zamanda hayat mücadelesinde ve çe­şitli ihtiyaçların karşılanmasında canlılara bahşedilen bir haberleşme aracıdır. İbn Sî­nâ, gök cisimlerinin hareketleri esnasında uyumlu sesler çıkardığını ileri süren müslüman Pisagorcular’ın bu görüşüne katıl­maz. Sesler arasındaki orantıları matema­tiksel olarak açıklarken uyumlu iki sesin daima sayısal bir oran İçinde bulunduğu­nu ifade eder. Ses, aralıklar, cinsler, diziler, îkâ’, şiir-müzik münasebeti, bestecilik ve sazlar konularını işlediği eserlerinde İbn Sİnâ döneminin müzik anlayışını ortaya koymuştur.

İbn Sînâ’nın talebesi İbn Zeyle, el-Kâfî ii’l-mûsîkâ adlı eserinde hocasının eş-Şifa’daki tertibini ve metodunu takip etmiş, îkâ’ konusunda ise Kindî ve Fârâbfden fay­dalanmıştır. Kitap, diğer eserlerde bulun­mayan pek çok teorik konuya yer verme­si bakımından ayrıca önemlidir. Öklid’in (Euclides) Sectio Canonis ve Introductio Harmonica’stna yazdığı şerhlerle ta­nınan İbnü’l-Heysem, Risale ii’l-mûsîkâ müellifi Ebü’s-Salt ed-Dânî, İbn Men’a, Ebü’l-Hakem el-Endelüsî ve oğlu Ebü’l-Mecd Muhammed, Mühezzebüddin İb-nü’n-Nakkâş, Fahreddin er-Râzî, Alemüd-din Kayser ile Risale fî ilmi’l-mûsîkâ adlı eserin müellifi Nasîrüddîn-i Tûsî bu alan­daki diğer önemli isimlerdir. Batı İslâm dünyasında da bazı ilim adamlarının teo­rik mûsiki çalışmalarına katıldığı görül­mektedir. İbn Bâcce’nin Kitâbü’l-Mûsîkâ ile Aristo’nun De Anima’sma yazdığı Şerhu Kitâb fî’n-nefs adlı eserleri, İbn Rüşd’ün yine Aristo’nun De Animo’S] için kaleme aldığı Şerhu fi’n-Nefs li-Aristo-tâlîs’i bu dönemin başlıca eserlerinden­dir. Ayrıca X. yüzyılda yazılan bazı tarih ve coğrafya kitaplarında musikişinasların ha­yatlarına, eserlerine ve mûsiki tarihine da­ir geniş bilgilere yer verildiği görülmekte­dir. Ali b. Hüseyin el-Mes’ûdî’nin Ahbâ-rü’z-zamân ve Kitâbü’z-Züle finin yanı sıra bilhassa Mürûcü’z-zeheb’ı bunlar ara­sında anılabilir. Ebü’l-Ferec el-İsfahânî’nin Emevîler döneminde ve Abbâsîler’in İlk de­virlerinde yaşayan musikişinasların hayatı, eserleri ve besteleri hakkında bilgiler ve­ren eî-Eğönî’si bu dönemde yapılmış en önemli çalışmalardan biridir.

XIII. yüzyılda fizik âlimi Safiyyüddin el-Urmevî’nin ortaya koyduğu ses sistemi çok geniş bir coğrafyada benimsenmiş ve üzerinde çeşitli çalışmalar yapılmıştır. Son Abbasî halifesi Müsta’sım-Billâh’ın yakın çevresinde bulunan ve daha sonra İlhanlı Cüveynî ailesinden destek gören Safıyyüddin’in Nasîrüddîn-i Tûsî’nin tavsiyesiyle genç yaşlarında yazdığı Kitâbü’l-Edvâr îî macrifeü’n-nağam ve’l-evtâr’i genel an­lamda mûsiki nazariyatına dair temel ça­lışmalarından biridir. Öte yandan eser Türk mûsikisi ses ve dizileriyle İlgili yazılı kay­nakların ilk sıralarında yer alır. Safiyyüd-din’in er-Risâîetü’ş-şereiiyye ii’n-nise-bi’t-te^lîiiyye’si öncekinden daha mükem­mel bir nitelik taşır. Mûsiki nazariyatı ala­nında yeni bir dönem başlatan Safiyyüd­din, eski Yunan nota sistemini aynen alıp Arap harfleriyle bu notalara karşılık bulan önceki nazariyecilerden farklı olarak yaşa­yan mûsikiyi de inceleyip bir oktavı 17 ara­lığa bölmüş ve perdeleri ebced sistemine göre harflerle göstermiştir. Onun Pisagor, eski İran ve Zelzel sistemlerini de içine alan bu sistemini İngiliz müzikolog ve bes­tecisi Sir Charles Hubert Parry “tahayyül edilmesi bile güç olan mükemmel bir ses dizisi” olarak nitelemiştir. Urmevî, Avrupa’­da XIV. yüzyıldan sonra halledilmeye başlanan notadaki zaman problemini notaya aldığı bestelerinde çözüp pratik şekilde uygulamış, ayrıca müzisyenlerin kendi üs­lûplarında icra etme geleneğini aşıp akort ve üslûp birliği temin ederek müzisyenle­rin bir arada uyum içerisinde icra yapma­ları âdetini yerleştirmiştir. Avrupalı müzi­kologlar, Safiyyüddin’in sistemini esas alan daha sonraki nazariyecilere “sistematist-ler” adını vermişlerdir. XIII-XVI. yüzyıl mû­siki yapısının kurulmasında başta Safiy­yüddin el-Urmevî olmak üzere pek çok mu­sikişinasın araştırması ve incelemesi etkili olmuştur. XIV. yüzyıldan XVI. yüzyılın orta­larına kadar Türk dünyasında ve ona kom­şu milletlerin nazarî mûsiki çalışmaların­da Safiyyüddin “in sistemi esas alınmıştır.

Azerbaycan ve çevresi XIV. yüzyılda bu konudaki çalışmaların merkezi olmuş, onun doğu komşusu Hûzistan ve Fars bölgele­rinde de aynı sistem benimsenmiştir. Artuklu bölgesinde yaşadığı anlaşılan musi­kişinas ve edebiyatçı İbnü’I-Hatîb el-Erbi-lî, Urcûzetü’l-enğâm ve bunun şerhi Ce-vâhirü’n-nizâm fî macrifeü’l-enğâm’\n-da, Tebrizli hattat Abdullah-ı Sayrafî’nin Safiyyüddin’in Kitâbü’l-Edvâf\m açıkla­dığı Hulâşatü’l-eîkâr fî macrifeti’l-ed-vâr adlı eserinde, matematikçi Cemâled-din el-Mardînî’nin Mukaddime fî kavâ-nîni’l-enğâm ile onu açıkladığı Urcûze fî şerhi’n-nağamâVmda hep bu mûsiki sistemi işlenmiştir. Astronomi, matema­tik ve tıp âlimi Kutbüddîn-i Şîrâzî, Dürretü’t-tâc li-ğurreti’d-dîbâc adlı İlimler an­siklopedisinde, Fars bölgesi merkezli Mu-zafferîler Devletlinde Şemseddin el-Âmü-lî, Neîâ3isü’l-fünûn fî ârâ’isi’l-‘uyûn adlı ansiklopedik eserinde ve Hasan Kâşânî’-nin Farsça Kenzü’î-tuhai adlı ansiklope­dik çalışmasında Safiyyüddin’in sistemi ele alınmıştır. Aynı yüzyılda, Batı Türkistan’­daki çalışmalar arasında Safiyyüddin’in eserini şerheden tabip Fahreddin Muham­med Hucendî ile Lutfullah Semerkandî’-nin Şerh-i Kitâb-ı Edvar adlı eserleri de zikredilmelidir.

Mûsiki nazariyatı çalışmalarının XV. yüz­yılda da devam ettiği, Azerbaycan, Batı Türkistan ve Osmanlı kesimlerinde pek çok araştırmacının Safiyyüddin’in sistemi üzerinde çalışıp eserler verdiği görülmek­tedir. Bu döneme kadar daha çok Türkis­tan ve Azerbaycan bölgelerinde yoğunla­şan mûsiki nazariyatı çalışmaları bu yüz­yıldan itibaren Osmanlı ülkesine kaymaya başlamıştır. Kırşehirli Nizâmeddin b. Yû­suf’un Farsça kaleme aldığı Risâle-i Mûsîkî’si, saray musikişinaslarından Hızır b. Abdullah’ın 1441’de II. Murad’a takdim ettiği Türkçe Kitâbü’l-Edvâr’ı, Bedr-i Dilşâd’ın yine II. Murad’a ithaf ettiği Muradnâme adlı manzum nasihatnâmesinin bir bölümü, Abdülkadir-i Merâgî’nin oğlu Ab-dülaziz’in Fâtih Sultan Mehmed’e ithaf et­tiği Nekâvetü’l-edvör’ı, Behcetü’t-tevârih yazan Şükrullah’ın bazı ilâvelerle Türk­çe’ye çevirdiği Terceme-i Küâb-ı Edvâr’ı, matematik, astronomi ve coğrafya âlimi Fethullah eş-Şirvânfnin Fâtih Sultan Meh-med için kaleme aldığı Risale ü ‘ilmi’l-mûsîkî’si Batı Tür­kistanlı olduğu sanılan Ali Şah b. Hacı Bü-ke’nin Timurlu Hükümdarı Hüseyin Bay-kara’nın veziri Ali Şîr Nevâî’ye takdim et­tiği Mukaddimetü’l-usûl’ü, Abdurrah-man-ı Câmî”nin Risâle-i Mûsîkî’si, Lâdik-li Mehmed Çelebi’nin II. Bayezid’e ithaf ettiği Zeynü’l-elhân iî ilmi’t-te’liî ve 7-evzân ve er-Risâletü’l-fethiyye adlı eser­leri, Kadızâde Tirevî’nin Risale fi’1-mûsi-ki’si, Ahîzâde Ali Çelebi’nin Risâletü’î-mûsiki ti’hedvâr’\ XV. yüzyılda yapılan çalış­maların en önemlilerindendir. Bu çalışma­lara Abdülkâdir-i Merâgi’nin katkıları bü­yüktür. Merâgi CâmFu’l-elhân, Makasıdü’l-elhân, Kenzü’l-elhân, Risâle-i Fe-vâd-i Aşere, Şerh-i Kitâbü’l-Edvâr ve Zübdetü’l-edvâr adlı eserlerinde Safiyyüddin el-Urmevrnİn sistemini işlemiştir. Fârâbî, İbn Sînâ, Safıyyüddin ve Kutbüddin eş-Şîrâzî’nin bazı görüşlerini eleştire­rek tartışmış, ayrıca dönemin mûsiki form­ları, çalgıları ve icra sanatına dair bilgile­re yer vermiştir. Ses sistemiyle ilgili konu­lar üzerinde en çok duran müelliflerden biri olan Merâgi bilhassa tel taksimatı me­selesini ayrıntılı biçimde ele almış, kendi­ne ait taksim metotları ortaya koyarak bunları açıklamıştır. Timurlu ülkesinde musikişinas Zeynelâbidîn el-Hüseynî, Ali Şîr Nevâî’ye ithaf ettiği Kânunu Hlmî ve cameliyyi’l-mûsîkî, Necmeddin Kevkebî, Buhârî Özbek Hükümdarı Ubeydullah Han adına yazdığı Risâle-i Mûsiki, Merâgî’­nin torunu Ûdî Mahmud Çelebi Makasıdü’l-edvâr adlı eseriyle Safiyyüddin’in sis­temini işleyen son nazariyecilerdir. Bu isim­lere II. Bayezid zamanında yaşadığı anla­şılan Seydî’nin Matları da eklenmelidir.

XVI. yüzyılın sonlarından itibaren mûsi­ki nazariyatına dair eserlere rağbet azalır­ken beste ve icraya yönelik çalışmalar hız kazanmıştır. İstanbul’un bir kültür ve sa­nat merkezi haline gelmesinin ardından mûsiki nazariyatı sahasındaki çalışmala­rın çoğunlukla İstanbul ve çevresinde de­vam ettiği görülmektedir. Bunlar arasın­da Kantemiroğlu ile Galata Mevlevîhane­si şeyhlerinden Kutbünnâyî Osman Dede’nin nazariyata dair çalışmaları önemli­dir. Kantemiroğlu, II. Ahmed’e ithaf etti­ği Kitâbü İlmi’l-mûsiki alâ vechi’l-hu-rûfâl adlı Türkçe eserinde nazarî mûsiki bilgilerinin yanı sıra alfabetik olarak sıra­lanmış 350’yi aşkın enstrümantal beste­nin notasını kendi icat ettiği sistemi kul­lanarak vermiştir. Daha önceki yüzyıllar­da kullanılan ve “ebced notası” denen sis­temi Kantemiroğlu tambur perdeleri için kullanmış, dizinin en alt perdesi ve ana se­si olan yegâhtan tiz hüseynîye kadar sa­hayı (iki sekizli) otuz üç harf ile göster­miştir. Osman Dede, Kantemiroğlu nota­sına benzeyen kendi nota sisteminde de yegâhtan tiz hüseynîye kadarki perdeler için otuz üç harfe yer vermiş, klasik ebced notasından farklı olarak Arap alfabesinde-ki noktalı harfleri de kullanmıştır. Osman Dede aynca mûsiki bilgilerini içeren Rabt-ı Tacbîrât-ı Mûsiki adlı manzum bir eser yazmıştır. Bu konuda yeni bir adım, Yeni-kapı Mevlevîhanesi şeyhlerinden Abdül-bâki Nasır Dede tarafından atılmıştır. III. Selim’in verdiği görev üzerine yeni bir no­ta sistemi düzenleyerek bunu telif ettiği Tahnriyye adlı eserinde açıklayan Nasır Dede, bu harf nota sisteminde yegâhtan tiz hüseynîye kadarki dizide yer alan perde sayısını yegâh ile aşiran arasına iki, rast ile zirgüle arasına bir, tiz neva ile tiz hisar arasına bir perde ekleyerek otuz yediye çıkarmıştır. Bu sistemin bir diğer yeniliği “es”ler için nokta ile virgül işaretlerinin kullanılmasıdır. Yine III. Selim’in teşvikiyle kaleme aldığı Tedkîk u Tahkik adlı ese­rinde çok sayıda makamın dizileriyle ilgili bilgileri genişleten Nasır Dede’nin nota sis­temi beklenen rağbeti görmemiştir. Onun ardından Ermeni kilisesi mugannilerinden Hamparsum Umonciyan, Ortaçağ Erme­ni “neuma” notasına dayanarak yeni bir sistem geliştirmiştir. Ermeni alfabesinde-ki bazı harflerin stilize edilmesiyle oluşan bu sistem Batı notası gibi soldan sağa ya­zılır. Bir sekizlide on dört perde yer alır. Ana sesleri gösteren işaretlerin başına (~) ko­nularak ara sesler, altına kısa bir çizgi çe­kilerek bir oktav tiz sesler ifade edilir. Por­teye ihtiyaç duyulmayan bu nota yazımın­da seslerin değerleri notaları gösteren işa­retlerin üstüne konulan nokta, küçük çiz­gi ve dairelerle, “es”ler de yine aynı nok­ta, küçük çizgi ve dairelerin tek başına kullanılmasıyla gösterilmiştir. Bu sistem geniş ölçüde benimsenmiş ve Batı notası yerleşinceye kadar XIX. yüzyıl boyunca no­ta yazımında kullanılmıştır.

Nasır Dede’den sonra mûsiki nazariya­tına dair çalışma yapılmamış, XX. Yüzyılın başlarında bu eksikliği hisseden Yenikapı Mevlevîhanesi şeyhi Mehmed Celâleddin Dede, Galata Mevlevîhanesi şeyhi Mehmed Ataullah Dede ve Bahariye Mevlevîhanesi şeyhi Hüseyin Fahreddin Dede Türk mû­sikisinin tarihi, bu mûsiki sisteminde yer alan perdeler, aralıklar, makamlar ve usul­ler üzerinde çalışmalar yapmıştr. Ancak bu çalışmalar yazılı bir metin haline getirile­memiş, eldeki bilgiler Rauf Yekta Bey ve M. Suphi Ezgi’ye intikal etmiştin Daha son­ra aralarına Hüseyin Sadeddin Arel’i de alan Rauf Yekta ve Suphi Ezgi, nazariyat konusunda çalışmalarını genişleterek ma­kaleler ve müstakil eser halinde yayımla­mışlardır; bunlar günümüzdeki Türk mû­sikisi ses sisteminin ilk adımlarını oluştur­muştur. Salih Murat Uzdilek’in de bu ça­lışmalara katılmasıyla bugün “Arel-Ezgi Uzdilek sistemi” veya “Arel-Ezgi sistemi” olarak adlandırılan sistem ortaya çıkmış­tır.

Günümüzde kullanılan Batı notasının Türk mûsikisine uygulanmış şekli olan no­ta yazısına temel alınan, bir 8’li içerisinde 24 eşit olmayan aralığın yer aldığı 25 per­deli bu sistemin ilk teorik açıklamasını Ra­uf Yekta Bey yapmıştır. Arel-Ezgi sistemi­nin bir diğer özelliği de çargâh makamının ana dizi olarak kabul edilmesidir. Ayrıca bu sistemde Batı müziği sisteminde bulun­mayan seslere ait bazı yeni işaretler bulunmaktadır. XX. yüzyılda ses sistemiyle ilgili çalışmalanyla tanınan diğer iki önemli isim Abdülkadir Töre ve M. Ekrem Karadeniz’dir. Ana esas­ları Abdülkadir Töre tarafından belirlenen ve 41 aralıklı bir dizi temeline dayanan bu sistemi Ekrem Karadeniz, Türk Mûsiki­sinin Nazariye ve Esasları adlı eserinde açıklamıştır.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski