Mu­tasavvıf Nedir, Kimdir, Hakkında Bilgi

Mu­tasavvıf. Tasavvufî hayat tarzını benimseyen ve bu yolla Hakk’ın yakınlığını kazanmaya çalışan kişi.

II. (VIII.) yüzyılda bazı âbid ve zâhidlere sûfi denilmeye başlanmıştır. İlk defa bu sıfatla tanınan kişinin Ebû Hâşim el-Kûfî olduğu kaydedilmektedir. Aynı yüzyılın sonlarına doğru âbid ve zâhidlerin tuttu­ğu yolu belirtmek için sûff kelimesiyle aynı kökten türeyen tasavvuf kelimesinin kul­lanımı yaygınlık kazanmış, bu yolun men­suplarına genellikle ehl-i tasavvuf, bazan da mutasavvıf adı verilmiştir. İlk sûfî mü­elliflerden Kelâbâzî, eserinin adında ge­çen “ehl-i tasavvuf mezhebi” ibaresini “ta­savvuf yolunu tutanların görüşleri” anla­mında kullanmış, bu kullanım tarzı Ser-râc, Ebû Tâlib el-Mekkî, Sülemî, Kuşeyrî, Hücvîrî gibi diğer sûfî müelliflerin eserle­rinde de devam etmiştir. Bu müellifler sû­fi ve mutasavvıfın yanı sıra aynı mânada fakir, garîb, sâih gibi kelimeler de kullan­mışlar, ancak bunlar arasında mutasavvıf yaygınlık kazanmıştır. İlk dönemlerde mu­tasavvıf kelimesine temas edilmeyip da­ha çok sûfî ve tasavvuf kelimeleri üzerinde durulmuştur. Bu devirlerde mutasavvıf sû­fî ile eş anlamlı kabul edilirken daha sonraları ikisi arasında fark görülmeye baş­lanmış, sûfî “Hakk’ın yakınlığını kazanan kimse”, mutasavvıf ise “Hakk’ın yakınlığını kazanmaya çalışan kişi” olarak tanımlan­mıştır. Hücvîrî sûfî ile mu­tasavvıfı bu şekilde birbirinden ayırt et­tikten sonra ayrıca mustasviften bahse­der. Ona göre mustasavvif, tasavvuf yoluna inanmadığı halde mevki ve itibar sahibi ol­mak için mutasavvıfa benzemeye ve ta­savvufu bir çıkar aracı olarak kullanmaya çalışan kişidir. Sûfîler tasavvuf yoluna ina­nan ve ehline yakınlık duyan, onların ha­yat tarzına Özenen kişileri, “Bir kavme ben­zeyen onlardandır” hadisine işaretle bir bakıma mutasavvıf saymış ve onlara “müteşebbih” adım ver­mişlerdir. Şehâbeddin es-Sühreverdî müteşebbihin iman sahibi, mutasavvıfın iman­la birlikte ilim sahibi, sûfînin ilim ve ima­nın yanında ayrıca zevk sahibi olduğunu söyler. Ona göre tasavvuf yolunun İyi ve doğru bir yol olduğuna inanmak bir mer­tebedir. Bu mertebede bulunan kişiye mü­teşebbih denir. Müteşebbihin bu yola gi­rip Hakk’ın yakınlığına ermek için çabala­ması gerekir; o zaman mutasavvıf merte­besine yükselebilir. İman ve amelin semerelerini devşirip ilâhî huzura ermenin zev­kini yaşamak ise sûfînin mertebesidir. Mü­teşebbih mücahede, mutasavvıf muraka­be, sûfî müşahede sahibidi.

Biri Irak’ta, diğeri Horasan’da eş zaman­lı olarak ortaya çıkan tasavvufla Melâme-tîlik ve mutasavvıfla Melâmetî arasındaki farklar da kaynaklarda belirtilmiştir. Melâmetîler itilâsı gerçekleştirmeye ve riya­dan uzaklaşmaya önem verir; bundan do­layı hırka, farklı kıyafet ve semâ üzerinde durmaz, sıradan bir mümin gibi yaşama­yı esas alırlar. Mutasavvıflar da ihlâsa ve riyadan kaçınmaya önem vermekle be­raber ihlâsı ve riyayı Melâmetîler’den farklı algılar ve yorumlarlar. Mutasavvıflara gö­re sâlik nefsinden o kadar çok fâni ve Hak’­ta o kadar çok baki olmalıdır ki aklına Hak’­tan başka hiçbir şey, hatta kendi varlığı bile gelmemelidir. Böyle bir şuur ve idrak halinde bulunan kişide halk ve mâsivâ (Hakk’ın gayri) bulunmayacağından riya da söz konusu olmaz. Genellikle tasavvufî kay­naklarda Melâmetîler muhlis (ihlâsa eren), mutasavvıflar ise muhlas (ihlâsa erdiriien) olarak nitelendirilmiştir. Bu iki kelime Kur-‘ân-ı Kerîm’de de geçmektedir.[Bakara 2/139; Sâffât 37/40, 44, 128, 160, 169; ez-Zümer39/2, 11, 14] Mutasavvıflar, kendi konumlarını bu şekilde açıklayarak Melâmetîler’in karşı olduğu hırka, taç, se­mâ, toplu zikir ve bunlarla ilgili âdâb ve erkânın riya vesilesi olmayacağını savun­muşlardır. Gafil âlimlerin yanında cahil mutasavvıfların da bulunduğunu belirten sûfîler bunların tasavvuf yoluna vereceği zararlara da dikkat çekmişler, samimi bi­le olsa cahil mutasavvıftan hayır gelme­yeceğini Özellikle vurgulamışlardır.

Dünyevî ve maddî maksatlarla muta­savvıf görünenlerin dışında başka bir din veya mezhebe yahut herhangi bir ilhâd hareketine mensup olduğu halde muta­savvıf gibi davranan kimseler de vardır. Sûfî müellifler mülhid dedikleri bu tür ki­şilere dikkat çekmişlerdir. Meselâ Hücvî­rî, dönemindeki on iki tasavvuf hareketin­den ikisinin kabul edilemez olduğuna işa­ret ederek tasavvuf ehlini uyarmıştır. Gaz-zâlîde hayat tarzları İslâm’la uyuşmayan, fakat kendilerini mutasavvıfe olarak ad­landıran birtakım zümrelerden bahseder. Şer’î hükümler çerçeve­sinde yaşanan manevî ve dinî hayat tar­zına tasavvuf, bu hayatı yaşayanlara mu­tasavvıf denilmekle birlikte şer’î hükümlere uymaları söz konusu olmaksızın ken­dilerini tasavvufî inanış, düşünüş ve du­yuş şekline nisbet eden herkese geniş an­lamda mutasavvıf, tuttukları yola da ta­savvuf adı verilmektedir.

Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski